Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Taksim Meydanı’nda, prototip olarak “İzmirli teyze” denebilecek bir kadın, sabahın erken saatlerinde telefonda avaz avaz konuşuyor. Ya da telefonda konuşuyormuş numarası yapıyor. Öyle ya da böyle, etraftaki tek dinleyicisi benim ve dediklerini çok da yanına yaklaşmadan da duyabiliyorum.

        “Diğer partilerdekilerin hepsi AKP’nin eskileri,” diyor; özellikle AK Parti demiyor. “AKP’ye oy verdiğimizde hiç değilse yeni kadroları seçeceğiz.” Kendi içinde tutarlı bir mantık herhalde. Kadın devam ediyor: "İmamları işten çıkaraçakmış! Sen kimsin! Camileri kapatacakmış, sen benim camimi nasıl kapatırsın!” Bir süre sonra muhalefete küfürlerle yüklenmeye başlıyor, o Burger King’e ben de tramvay yoluna doğru ilerlediğim için yollarımız ayrılıyor.

        O gün bu kadının ya iktidar tarafından görevlendirilen ayaklı bir propaganda makinesi olduğunu ya da Erdoğan’a körü körüne bağlı bir seçmen olduğunu düşündüm. Her iki ihtimalde de kendisine verilen mesajı yutmuş, şerbeti içmiş.

        Bugün Anadolu’nun pek çok yerinde, özellikle seçimlerin sonucunu belirleyecek Karadeniz bölgesinde iktidar seçmeni muhalefete karşı buna benzer tezler öne sürüyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun PKK ile iş birliği yaptığı, camileri kapatacağı gibi yalanların karşılığı var. İktidar birkaç mesajı ısrarla tekrarlayarak seçmenini karşı tarafa karşı kenetliyor. Son günlerin en popüler mesajıysa LGBT+ karşıtlığı.

        İNSANLARIN KORKULARI

        Zaman zaman Kemal Kılıçdaroğlu’nu hedef alan sahte afişler çıkıyor. Kılıçdaroğlu seçilirse Selo ve Apo serbest kalacak, oğlun erkek arkadaşıyla evlenebilecek, Kürtlere özerklik verecek gibi anti-propaganda mesajlarıyla kararsız seçmen korku yaratılarak iktidar saflarına çekilmeye çalışılıyor. AK Parti’nin gerçek afişleri pek tutmadı, ama iktidar üyelerinin bu sahte afişlerdekine benzer mesajları sürekli tekrarlaması bir ölçüde karşılığını buldu.

        Donald Trump da ikinci kez seçime girerken insanların korkularına oynamıştı. O aralar ABD’de “Black Lives Matter” hareketinin de etkisiyle ciddi bir “woke” dalgası vardı. Polisin sınırsız gücünün törpülenmesinden zenginlerden daha fazla vergi alınmasına dair sol, veya Trump’çıların deyimiyle “radikal sol” politikalar siyasete hakim olmaya başlamıştı. Özellikle genç seçmen kitlesi bu konularda duyarlıydı.

        Trump ne zaman “radikal sol” dese rakipleri kendilerinin “kapitalist” olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Trump ne zaman “polis düşmanı” dese karşı taraf polisi ne kadar sevdiğini söyleyip duruyordu. Bugün bizdeki muhalefetin kendilerinin daha milliyetçi ve dindar olduğunu kanıtlamak için yarışa girmesi gibi.

        Trump’ın mesajları tıpkı iktidarı propagandası gibi bir ölçüde karşılık buluyordu. Ama belli ki yeteri kadar karşılık bulmuyordu ki seçimin son günlerine doğru dozu artırmak zorunda hissetti. En son “Gelecekler, evlerinize ve arabalarınıza el koyacaklar,” demeye başladı. Sonra da belki en stratejik hatasını yaptı: “Beto O’Rourke’u yollayacaklar, Corey Booker’ı yollayacaklar, mallarınıza onlar el koyacak.”

        Amerikan siyasetinin en yakışıklı iki ismini korku unsuru olarak kullanmak doğru bir strateji değildi. 2020’deki Amerikan seçimlerinin sonucunu bu korkular değil, kadınlar belirledi. O dönem yapılan söyleşilerde bir seçmen kadının Trump’ın bu laflarını duyunca verdiği tepkiyi unutamıyorum: “Aaa Corey Booker’ı mı yollayacaklarmış, hemen seçimi yaptırayım, makyajımı tazeleyeyim bari.”

        Ta Refah Partisi’nin İstanbul zaferinden beri AK Parti’nin gizli gücü de kadınlar oldu. Ama hiçbir seçimde kadınlar şimdi olduğu kadar geri plana itilmedi, hakları pazarlık ve tartışma konusu olmadı. İktidar farklı farklı korkuları tetiklerken kendi içindeki, partinin önde gelen kadınlarının bile hedef yapılmasına sessiz kaldı. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkan da bu iktidardı, kadınların haklarını LGBT+ düşmanlığına kurban etti. Şimdi de yaratılma çalışılan bu LGBT+ korkusu ters tepmese?

        KONUNUN TAKİPÇİSİ OLMALI

        Son günlerde Kemal Kılıçdaroğlu’nun sahte afişlerine bakınca Corey Booker’ın mallarına el koymasını bekleyen kadınlar gibi hissediyorum. Hapiste siyasetçi olmaması, insanın istediği kişiyle evlenebilme hakkı, halklara tanınacak özerklik gibi konular bugün evrensel ölçütlerde özgürlükçü ve demokrat bir partinin sahiplenmesi gereken davalar. Keşke CHP bu konularda daha cesur olabilseydi derken bu afişler sayesinde adeta hayalimdeki gerçek bir sol partinin olduğuna inanacağım.

        İşin ilginci, bu tartışmalar Türkiye’nin gündemine 2000’lerin başında “Değiştim,” diye yola çıkan Erdoğan ve Ak Parti sayesinde girdi. Eşcinsellerin ezildiğini görüp haklarının korunması gerektiğini söyleyen bizzat Erdoğan’dı. Türkiye’nin tıpkı Belçika gibi iki resmi dilli, iki dilde sokak tabelaların olduğu bir ülkeye dönüşebilme ihtimali AK Parti’nin meşhur “Kürt açılımı” sırasında tartışıldı. Abdullah Öcalan’a masaya oturan devlet daha yakın zamanda onun kardeşini de devlet televizyonunda konuşturdu. “Öcalan serbest kalmalı ve Meclis’e girmeli,” diyen Mehmet Ali Birand o aralar Erdoğan’a epey yakındı ve bu yazıları habersiz yazmıyordu. Bu konuların her birinin konuşulması demokrasinin ilerlemesi için önemliydi; keşke oy uğruna vazgeçilmeseydi.

        Ben AK Parti’nin seçim sonucu ne olursa olsun bu konularda, ama özellikle de LGBT+ meselesinde CHP’yi sıkıştırmaya devam etmesinden yanayım. Hele Kemal Kılıçdaroğlu seçilirse hemen seçimin ertesi gününden başlayarak muhalefetteki AK Parti ona “Hani erkek erkeğe evlenecekti, ne oldu?” diye hesabını sormalı, bu konunun takipçisi olmalı. Kendi adıma her türlü desteği vereceğim.

        Diğer Yazılar