Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Sevgili ağabeyim Uğur Yüce'nin yıllardır emek verip hazırladığı "özetkitap.com" diye harika bir sitesi var.

        "Herkes daha çok okusun" amacından hareketle hazırlanan bu sitede, Uğur abi bize en iyi ve en güncel kitapları önerir.

        Sadece önermekle kalmaz, önce geniş özetini sunar, özeti beğenenler ve tamamını okumak isteyenler de gider kitabı satın alırlar.

        *

        Uğur abinin okumamızı önerdiği son kitap, Lee Mclntyre'nin kaleme aldığı "Hakikat Sonrası" (Post-Truth) adını taşıyor. İlgimi çekti ve sitedeki geniş özetini sonuna kadar heyecanla okudum. Bazı noktaları sizlerle de paylaşmak istedim.

        Uğur Yüce'nin de sunum yazısında vurguladığı gibi, kitapta "çağımızın aslında en büyük belasının Covid-19 değil, söylenen yalanlar" olduğu konusu işleniyor.

        Covid’in aşısı ve / veya ilacı bulunur ve gider, ama yalan her geçen gün daha da güçlenerek iliklerimize kadar işlemiş durumda. En acı tarafı da siyasi bir enstrüman halini almış olması.

        *

        Yazar Lee Mclntyre, yalanlara başvurma sürecini ABD'den örneklerle anlatıyor kitabında..

        İktidar sahiplerinin yalancılığının yeni bir şey olmadığını belirterek, "Güç sahipleri (ya da gücü ele geçirmeye çalışanlar) eskiden de yalanlara başvururdu. Amerikan siyasi tarihinden örnekleri düşünürsek, Bill Clinton'ın Monica Lewinsky, George Bush'un Irak’ın işgali, Richard Nixon'un Watergate yalanlarını bir çırpıda hatırlarız" diyor.

        REKLAM

        Fakat, bu bilgiye rağmen, konuya ilişkin yeni sorunlarımızın olduğunu söylüyor yazar..

        Çünkü yalanların samimiyetle çelişmediği bir çağa girdiğimizi, artık yalanların bazı gerçekleri çarpıtmak ya da bazı durumların etrafından dolanmak için başvurulan tekil girişimler olmaktan çıktığını ifade edip, şu saptamayı yapıyor:

        "Yalanlar, siyasetçilerin ve onların destekçilerinin elinde, günümüzün yeni medya imkânları sayesinde propagandanın bile ötesine geçen gerçeği itibarsızlaşma faaliyetine dönüştü.

        Gerçeği derken, tekil gerçeklerden değil, olgu olarak hakikatten bahsediyorum. Bugünkü sorunumuz, yalan söyleyen siyasetçiler değil.

        Bugün sorun, yalanların siyasetçiler için bir can simidi olmaktan çıkmasıdır. Önceden siyasetçiler su boylarını geçip de çaresiz kaldıklarında yalana sarılırlardı.

        Bugün ise, yalanlardan yaptıkları gemilere tüm siyasi varlıklarını yüklüyorlar. Oysa temsili demokrasi, seçim kararları gerçeklere dayandığı ölçüde nispeten sorunsuz isleyen bir modeldir."

        *

        Yazarın saptamasını güçlendiren ve bu tehdidi ele alan akademik çalışmalarda ve yayınlarda patlama oldu son iki yıldır.

        Yazara göre, yalan konusunda pervasızlığıyla tanınan Donald Trump , başkanlığının ilk yılında 2 bin 140 yalan söylemiş. İkinci yılının ilk altı ayında yalanlarını ikiye katlayıp 4 bin 230'a çıkarmış. Hemen her konuda yalanlar söylemiş.

        Belli ki, bunlar bir siyasetçinin sıkıştığı anlarda uydurduğu yalanlar değil.

        Ki yazar da bunları, bir siyasetçinin kendisine bir evren kurmak ve bu evrende kitleleri ikna etmek için başvurduğu araçlar olarak tanımlıyor. Bir inşaatın tuğlaları gibi örüyor.

        REKLAM

        *

        Peki, Trump benzeri söz konusu yalancılık bir zaaf ya da ilginçlik midir? Bu tablo böyle izah edilebilir mi?

        Kitabın yazarına ve uzmanlara göre, durum asla böyle değil.

        Bunun siyasette kalıcı sonuçları oluyor. Her konuda sürekli yalan söylenmesi ve ısrarlı yalanlar gerçeği öyle aşındırıyor ki, kitleler gerçeğin pusulasından yoksun kalıyor. Gerçeğe bağlı kalanlara da “millet düşmanı” yaftası yapıştırılıyor.

        *

        İyi de, yalanlar karşısında gerçekleri nasıl savunabilmeli ya da nasıl tavır almalıyız?

        Bu sorunun yanıtı da şu şekilde veriliyor:

        Gerçekleri yalanlar karşısında yeniden üstün kılmak için bugün çok daha zeki ve donanımlı olmamız gerekiyor.

        Açık Toplum Enstitüsü’nün 2018’de yayınladığı bir araştırmaya göre, Türkiye kamuoyu, 35 Avrupa ülkesi arasında, yalan habere karşı Makedonya’dan sonra en savunmasız ikinci toplum.

        Araştırmacılar, buna sebep olarak medya okuryazarlığı eksikliğini gösteriyorlar. Yani neyin gerçek neyin zırva olduğunun tespit etme eğitiminin eksikliğini..

        Evet, sorunu gayet biliyoruz, fakat çözümün nasıl olacağını hayal edemiyoruz. Bu eğitimi vermemiz ve tabloyu düzeltmemiz o kadar uzakta duruyor ki, açıkçası yutkunmaktan başka bir şey gelmiyor elimizden..

        Diğer Yazılar