Recep Tayyip Erdoğan
Bir tarafta onu ölümüne sevenler var. İlahi aşk diye duygularını ifade ediyor, hatta silah sayılarını söyleyip onun sonuna kadar yanında olacaklarını bile söylüyorlar.
Öte yanda ise ondan ölümüne nefret edenler bulunuyor. Bunlar arasında da hastalıklı düşünceler çok yaygın. Paranoyak olanları da var, söylediği her sözü, yaptığı her şeyi bir felaket olarak algılıyorlar.
Memleketteki kamusal söylemleri bu iki uç nokta belirlemiş durumda. Rasyonaliteden iyice çıkmamızın, artık mantıki hiçbir şey konuşamamamızın bu birbirinden nefret eden uçlar arasındaki birbirini besleyen nefret mücadelesinden kaynaklandığını söyleyebiliriz.
O bu durumdan etkileniyor mu bilemiyorum, ama bir insanın bu kadar yoğun duygular tarafından beslenen algılardan hiç etkilenmemesi imkânsız.
O da aradaki tavırlarıyla, laflarıyla, tepkileriyle etkilendiğini zaten belli de ediyor.
Durum maalesef böyle, ama bir de onu başından beri anlamaya kabul etmeye çalışan makul kalmaya çalışan insanlar var.
Kavgayı seven medya düzeninin de etkisiyle bu insanlar sessizliğe mahkûm edilmiş durumdalar. Arada bir seslerini çıkarıp makul bir şeyler söylemeye çalışsalar da çoğunluk makul laf dinlemek istemiyor. Onlar illa da düşmanlık karşıtlığı, diyalektiği içinde kalınmasını, ya ölümüne sevgi ya ölümüne nefret söyleminin tutturulmasını istiyorlar. Bu tuzağa düşmek istemeyenleri ise artık dinlemek de, duymak da istemiyorlar.
Makul olmak ve bir ara yol bulmaya uğraşanların neler yaşadıklarını ben çok iyi bilirim çünkü ben de onlardan olmaya uğraşıyorum.
Çok önce henüz hiçbir resmi gücünün bulunmadığı yıllarda New York konsolosunun odasında buluşup tanıştığımızda birkaç gün önce Washington’da buluşup konuştuğu Amerikan başkanının “Onun ne anlama geldiğini ve önemini anlayıp anlamadığını” sormuştum. O da “Pek anladığı söylenemez” diye cevap vermişti.
Ben onun önemini biliyordum ve hatta AKP ilk kez iktidara gelmeden önce o günkü gazetem Hürriyet’te yazdığım yıllarda bunu net biçimde anlatmıştım (12 Ağustos 2002, çocuğumun doğum günü bu yüzden yazının tarihini hiç unutmam.)
O da görüşmemizin başında bu yazılarım nedeniyle bana teşekkür etmişti.
Ben aylar önce başlamış olan ve o gün de güçlenen sıcak duygularımı yıllardır tutmaya çalıştım. Resmen güçlendikten sonra uzun yıllar boyunca bu sıcak duyguları muhafaza etmeyi başardım.
Bence o cumhuriyetimizin aksayan yönlerini düzeltmeye çalışan ve dindar insanlara toplumda hak ettikleri yaşam alanlarını açan liderdi. Bir yandan Avrupa Birliği üyeliği kararlılığı gösterirken bir de bunları yapması benim bir sosyalist olarak yapılması gereken kaçınılmaz olduğunu gördüğüm şeylerdi. Gücünün başında kendisine büyük destek veren liberallerin de aynı duygularla hareket ettiklerine eminim.
Güzel bir ilişkiydi ve belki de Türkiye’yi 21’inci yüzyıla modern seküler ve Müslüman ülke olarak taşıyacak bir etkileşimdi bu.
Ancak ikinci yarı başlarken bir şeyler oldu. O eski söylemler tamamen terk edildi. Avrupa Birliği idealleri, modern, seküer ve Müslüman ülke modeli oluşturma hayali sanki bırakılmış gibi sadece Müslüman ülke ideali ortaya çıktı.
Bu değişim olunca ben ve benim gibi olanların hayat tarzlarına ve bizlerin önem verdiği her değere, her yaşam tercihine ağır eleştiriler gelmeye başladı. Onun bu tavrından cesaret alan “ölümüne sevenler grubu” da hareketlendi. Onlar da “Lider, ‘Vur!’ dedi” diye öldürmeye başladılar. Buna karşılık ölümüne nefret edenler de hareketlendi; onlar da vur deyince öldüren tavırlara girdiler ve karşılıklı nefret hâkim olmaya başladı. Türkiye nefretle yaşayan bir ülke oldu. Eskiden benim gibi olanlardan birçoğu bu yaşananlardan dolayı nefret edenler tarafına geçmeye başladılar. Sayılarımız iyice azaldı.
Olan biten birçok şeyden ben de çok zorlansam da doğal çevremden çok tepki alsam da, pek sevenim kalmasa da makul olmayı ve anlamayı ve ilk dönemdeki Recep Tayyip Erdoğan’ı özlediğimi ve onun bir gün tekrar geri döneceği umudumu sürdürdüğümü yazmak ve anlatmak istiyorum.
Bu bir aptallık ve saflık olarak görülecektir belki Sayın Erdoğan da böyle düşünüyor olabilir, ama ben bir yazar olarak buna mecburum.
Nefret söylemleri kısırdöngüsü içinde kalmayacağım ve kendimce makul olanı, bir çoğunca bu ne kadar anlamsız da görülse söylemeyi sürdüreceğim.
- Seçim sonucu neden böyle oldu?1 yıl önce
- Kitabın ortasından konuşuyorum ve diğer lüzumsuz seçim notları1 yıl önce
- Alevi tartışması1 yıl önce
- Dün bu yazıyı yazarken...1 yıl önce
- Mea Culpa1 yıl önce
- Post-modern seçimin yankıları1 yıl önce
- 'Cool'un büyük kaybı1 yıl önce
- Z Kuşağına güvenilerek siyaset yapılır mı?1 yıl önce
- Muhalif yazarları bekleyen büyük kriz1 yıl önce
- Cumhuriyet Müzesi halk yüzünden kapanabilir1 yıl önce