ABD'nin İran'daki casus operasyonu
Amerika’nın İran’a karşı uygulamaya soktuğu büyük casusluk sırrı, bir belgesel film nedeniyle ortaya çıktı. Berlin Film Festivali kapsamında gösterilen “Zero Days” adlı belgesel, Amerika’nın bu sırrını afişe ediyor.
“Taxi to the Dark Side” ve “We Steal Secrets: The Story of Wikileaks” gibi belgesellerin de yönetmeni olan Alex Gibney’in bu filminde, İran ile Batı arasında süregiden mücadele ve atom bombası imalatında kullanılabilecek Natanz’daki uranyum zenginleştirme tesisine yapılan siber atak ele alınıyor.
Soğuk savaş döneminde nükleer savaş ihtimali için ne kadar ciddi hazırlanıyorsa bu defa da siber savaş ihtimaline o kadar ciddi hazırlanan Pentagon, İran’daki tesislere yönelik sürdürdüğü siber savaşta önemli bir adım atmış.
O tesislerin dışarıdan müdahaleye karşı internetle bağlantıları koparılsa dahi uzaktan kumandayla o sistemlere virüs bulaştırabilecek bir teknoloji geliştirmişler.
Bu sistem İran’ın uranyum zenginleştirme programını ve bunu bir atom bombası üretiminde kullanma süreçlerini tamamen bozup hedefleri yanıltıyormuş.
Natanz tesislerinde defalarca denenen bu siber savaş sistemi son derece sofistike ve gelişmiş hale getirilmiş, en sonunda da Fordo uranyum zenginleştirme tesisinde etkili biçimde kullanılmış.
APPLE, FBI’A KARŞI
Perşembe günü New York Times ile Washington Post’a manşet olan ve her tabloid gazetenin birinci sayfasını kaplayan büyük haber, Apple şirketinin
FBI ile giriştiği mücadeleyle ilgiliydi. FBI, bir terör vakasını çözebilmek için Apple’ın yardımını istedi, ama şirket bu yardımı vermesinin uygun olmayacağını belirterek isteği geri çevirdi.
Mesele ulusal güvenliği, terörü, teknoloji şirketlerini de kapsadığından herkes bunu konuşmaya başladı. Konuyu tam anlayabilmek için biraz detaya girmek gerekiyor.
Geçen aralık ayında California’nın San Bernardino bölgesinde bir kişi, DAEŞ için eylem yaptığını öne sürerek 14 kişinin ölümüne neden olmuştu. Eylemi yapan belliydi ve FBI onu vurmuştu. Ama dava kapanmadı; çünkü FBI katilin bağlantılarını, ona yardımcı olanları bulmak istiyordu. Bunun için de adamın kullandığı iPhone’daki verilere ihtiyacı vardı.
Şimdi FBI yaklaşık 3.5 aydır, Washington’daki ileri teknolojiye sahip laboratuvarında (Bunu X-Files dizisinde görmüş olmalısınız) telefonun şifrelerini kırmaya uğraşıyormuş ama başaramamış. Çünkü telefonun şifresini kırabilmek için altı haneli harf ve kelimeden oluşabilen şifreyi doğru girmek gerekiyor.
Eğer onuncu denemede doğru girilmezse telefon kendi kendine içindeki tüm verileri temizlemeye başlıyor. Kilitleme fonksiyonu olmasa bile deneme yanılma yoluyla tüm varyasyonları deneyip doğru şifreyi bulabilmek için tam 5.5 yıl gerekecekmiş.
Şimdi FBI diyor ki: “Bir defalığına bana bu telefonun içine girebilmem için bir arka kapı yolu oluştur.” Apple da “Bir defa arka kapı oluşturulursa bundan sonra her iPhone kullanıcısı böyle bir tehlikeyle karşı karşıya kalır ve herkesin telefonundaki verilere ulaşılır” diyerek FBI’ın arzusuna direniyor.
İki tarafın da haklı yanları var ve açıkçası ben doğru tavrın ne olması gerektiğine karar veremedim. Apple’ın kaygısını anlamakla birlikte 14 masum insanın ölümüne neden olan katilin de bağlantılarını, örgütünü çözebilmenin gerektiğini de düşünüyorum.
Bu yazıyı yazdığım ana kadar diğer teknoloji devlerinden sadece Google, Apple’a açık destek vermiş durumdaydı. Donald Trump ise “Onlar kendilerini ne zannediyorlar?” diyerek sokaktaki insanın duygusal tepkisini seslendirmiş oldu. Ama Apple CEO’su Timothy D. Cook da geri adım atmıyor.
KADININ YAZDIĞI OPERA
Feminizm artık normalimiz haline geldiği, kadınların gücü ve potansiyelleri hakkında hiçbir makul insanın kuşkusunun olmadığı bir dönemde “Kadının yazdığı opera” gibi bir başlık atıp bu sanki çok önemli bir başarıymış gibi havalar yaratmanın yeri mi diye sorabilirsiniz.
Ben de öyle düşünüyordum, ama meğer New York operasında (Metropolitan, kısa adıyla MET) 100 yıldan fazla süredir bir kadının bestelediği opera sahneye koyulmuyormuş.
Bu durum 2016-2017 yılı sezonunda 100 yıl sonra ilk kez değişecek. Finlandiyalı kadın besteci Kaija Saariaho’nun “L’amour de Loin” adlı eseri bu sezon New York’ta sahnelenecek.
Eğer sağlık sorunlarını atlatabilirse operanın müzik direktörü James Levine bile yönetebilir bu operayı.
GÜZELLİK VLOGGER’LARI
Artık hepimiz blogger’ın anlamını biliyoruz. Dijital âlemde yazarlık mesleğinin yerini alan blogger’lar yazıyı işin içine duygularını, hayatlarını katarak yazıyorlar ve sonuç çok daha sıcak ve içten oluyor.
Yine bu âlemde yazı pek popüler değil, onun yerini videolar alıyor. Bu da blogger yerine “vlogger” kavramını öğrettirdi. Yani yemek yazısı yazmak yerine bunu videoyla bunu göstermek gibi bir şey bu.
Bu âlemde son zamanlarda kadınlar tarafından çok kullanılan bir tür “vlogging” ortaya çıktı ve bu alan her geçen gün büyüyüp zenginleşiyor. Bunlar “beauty vloggers”, yani “güzellik vloggingi” olarak biliniyor.
Bu videolarda kadınlara ellerindeki malzemeyle daha güzel görünme imkânları anlatılıyor, ipuçları veriliyor, ihtiyaçları olabilecek yeni malzemeler öneriliyor. Bu tür videoların kullanıcı sayısı çok artıyor ve talebin daha da büyüyeceği tahmin ediliyor.
EYVAH ŞİİR YAZACAKLAR!
Bir ara alfabeyi sökmüş her insan, duygulandığında kendini şair sanıyordu. Bu saçma durum biraz yavaşlar gibi olmuştu, ama inşallah Erkan Petekkaya’nın şiir okuduğu albümden sonra bu kişiler yine şiir yazmaya heveslenmezler. Şiir neredeyse kutsal olan bir yazı türüdür ve gerçek şairler tarafından yazılmaları gerekir.
- Seçim sonucu neden böyle oldu?1 yıl önce
- Kitabın ortasından konuşuyorum ve diğer lüzumsuz seçim notları1 yıl önce
- Alevi tartışması1 yıl önce
- Dün bu yazıyı yazarken...1 yıl önce
- Mea Culpa1 yıl önce
- Post-modern seçimin yankıları1 yıl önce
- 'Cool'un büyük kaybı1 yıl önce
- Z Kuşağına güvenilerek siyaset yapılır mı?1 yıl önce
- Muhalif yazarları bekleyen büyük kriz1 yıl önce
- Cumhuriyet Müzesi halk yüzünden kapanabilir1 yıl önce