Başkanlık ve Anayasa
Başkanlık sistemini isteyenler de istemeyenler de kendi gerekçelerini pek içerikli anlatamıyorlar. Çünkü bu sistem konusunda ne fazla düşünmüşlüğümüz var ne de var olan sistemlerden fazla haberdarız.
Başkanlık denince hemen herkesin aklına Amerika geliyor, ama bence en az bilgi sahibi olduğumuz başkanlık modeli de Amerika’nın.
Geçen hafta Amerikan başkanlık sistemi hakkında bildiğimizi sandığımız her şeyi yerle bir etmesi gereken, başkanlık sistemi hakkında tüm önyargıları sarsacak bir olay yaşandı.
9 üyeli Anayasa Mahkemesi’nden bir üye öldü ve tüm sistem sarsıldı. Hâlâ büyük artçı sarsıntılar yaşanıyor.
Amerika süper güç ya, bizler belki de bu nedenle Amerikan başkanlarını süper güçlü olarak algılarız. Popüler kültür araçları, filmler, TV dizileri bu imajı kafamızda güçlendirir. Ancak gerçekler böyle değil. Gayet tabii ki başkanların elinde büyük güçler var, ama bu gücü kullanırken daima Anayasa Mahkemesi’ni ve Kongre’yi kollarlar.
Hukukun üstünlüğünün olduğu ülkelerde başkanlık, belki de en demokratik yönetim biçimi olarak ortaya çıkıyor. Çünkü anayasa mahkemelerinin ve meclislerin getirdiği kontrol ve karşı etki mekanizmaları da var (checks and balances).
Anayasa Mahkemesi’nde tek bir üyenin ölümü bile başkanın siyasi gündemini tehlikeye atabiliyor. Çünkü Amerika’da Anayasa Mahkemesi’nde kararlar çoğunlukla 4’e karşı 5 oyla alınıyor. Yani o tek üye, örneğin kürtajın serbest olup olmayacağına, fikir özgürlüklerinin limitlerine kadar önemli konular hakkında belirleyici olabiliyor. Buna karşı başkanın yapacağı bir şey de yok.
Anayasa Mahkemesi üyeleri bir kere atandılar mı kendi ayrılmayı istemedikleri takdirde ölünceye kadar görevde kalabiliyorlar.
ABD’de orijinal anayasa yazıldığında insanların yaşam ortalaması 50 yaş civarındaydı. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi’ne hayat boyu atanmanın bir sakıncası yoktu, ama şimdi ortalama yaşam 80’e çıktı ve atanan üye son örnekte olduğu gibi orada 30 yıl kalabiliyor.
Amerikan başkanları ise en çok 8 yıl için seçilebiliyorlar. Yani bir Anayasa Mahkemesi üyesi neredeyse 4 başkan eskitebiliyor.
Bunları neden yazdığıma gelince... Eğer başkanlık sistemini düzgün ve bilgili şekilde tartışacaksak önce bu sistemde “Anayasa Mahkemesi’nin yeri ne olacak, üyeleri nasıl ve ne kadar süreyle atanacak?” bunları da tartışmalıyız. Ondan sonra Türkiye’ye yakışan modern ve yenilikçi bir Anayasa yapmaya girişmeliyiz. Bütün bunlar başkanın seçiminden daha da önemli olabilir.
SOSYAL MEDYA VE GENÇ KIZLAR
“Sen erkek çocuk sahibisin, ne anlarsın bundan” diyebilirsiniz. Doğru anlamayabilirim ama gözlemlediğim davranış biçimlerinde eskiye göre faklılıklar da görüyorum. Bu değişim, konuşma biçimlerinden her tür kamusal alan davranışına da yansıyor.
Vanity Fair Dergisi’nin yazarlarından Nancy Jo Sales “American Girls: Social Media and the Secret Lives of Teenagers (Amerikan Kızları: Sosyal Medya ve Genç Kızların Gizli Yaşamları)” adlı bir kitap yayınladı. Çok yeni tartışılmaya başlandı bu kitap.
Adından da anlaşılacağı gibi Amerikan vurgusu hâkim bu çalışmada. Ama genç kız davranışı ve beklentileri, global köy haline gelmiş dünyada pek de farklılık göstermiyor. Yani bu kitabı inceleyerek Türk genç kızlarının içine düşebileceği sosyal medya tehlikeleri üzerinde de düşünebiliriz diyorum.
Yazar kitabını yazarken sadece sosyal medya içeriklerini incelemekle kalmamış, Amerika’nın dört bir yanında genç kızlarla yüz yüze görüşmeler de yapmış. Anlaşılıyor ki sosyal medya sosyalleşmeleri sadece adda kalan bir şey. Çünkü modern genç kızlar, gerçek sosyalleşmeden iyice kopuyorlar ve bu da onları mutsuz ediyor.
Sosyal medyada karşı karşıya kaldıkları seksist, önyargılı ve otoriter tavırlar da onları psikolojik olarak yaralıyor. Ayrıca her duygu ve tavırlarının sosyal medyada anında değerlendirilmesi de genç kızları yoruyor. Bu durumun kendilerine, duygularını geliştirme, olgunlaştırma alanı bırakmadığını da düşünüyorlar.
Sosyal medyanın ayrıca bir hiper seksüel boyutu var. Bu, gerçek yaşamdaki seksüaliteden oldukça farklı, abartılı, önemi büyütülmüş sahte bir seksüalite, ama genç insanların bilinçaltına da kötü etki yapan bir şey.
Tüm incelenen süreçler sonucunda gençlere, özellikle de genç kızlarımıza söylenebilecek makul bir şey herhalde şöyle olmalı: “Tamam sosyal medyayı kullanın, ama gerçek yaşam sosyalleşmelerini de ihmal etmeyin. Sosyal medyanın sonunda sanal bir şey olduğunu unutmayın ve orada gördüklerinizin, muhatap kaldığınız tepkilerin sizi gerçek yaşamda etkilemesine ve yönlendirmesine izin vermeyin.”
AVRUPA’NIN BİLİNÇ ALTI VE MÜLTECİLER
Mülteci sorunu Avrupa’nın toplumsal bilinçaltına iyice kazınmış durumda.
Bu bilinçaltı sarsıntısını en fazla çekmekte olan Almanya’nın Berlin şehrindeki 66’ncı Uluslararası Film Festivali’ne mülteci krizi damgasını vurdu. Festival süresince yayınlanan dergilerde yapılan konuşmalarda ana tema hep mültecilerdi.
Ve sonunda film festivalinin büyük ödülü olan Altın Ayı’yı da Gianfranco Rosi’nin mültecilerin İtalya’ya giriş noktası olan Lampedusa’yla ilgili yaptığı “Fuocoammare” (Denizdeki Ateş) adlı dokümanter filmi aldı.
- Seçim sonucu neden böyle oldu?1 yıl önce
- Kitabın ortasından konuşuyorum ve diğer lüzumsuz seçim notları1 yıl önce
- Alevi tartışması1 yıl önce
- Dün bu yazıyı yazarken...1 yıl önce
- Mea Culpa1 yıl önce
- Post-modern seçimin yankıları1 yıl önce
- 'Cool'un büyük kaybı1 yıl önce
- Z Kuşağına güvenilerek siyaset yapılır mı?1 yıl önce
- Muhalif yazarları bekleyen büyük kriz1 yıl önce
- Cumhuriyet Müzesi halk yüzünden kapanabilir1 yıl önce