Fotoğraf üzerine
John Berger bir fotoğrafa, o fotoğraf kendi içinde saklı olan gerçeği ifşa edinceye kadar bakmak gerektiğini söyler ve bunu da en iyi şekilde yapardı.
İki dev yazar Janet Malcolm ve Geoff Dyer, fotoğraflara bakmayı gerçeği aramayı sürdürme çabasıyla eşanlamlı görürlerdi.
Dyer’in fotoğraf ve fotoğraf sanatçıları üzerine yazdığı “The Ongoing Moment”, defalarca altını çizerek okuduğum ve kütüphanemde Roland Barthes’in “Camera Lucida, Reflections on Photography”, John Berger’in “Ways of Seeing”, Susan Sontag’ın “On Photography” adlı çalışmalarının yanında duran, onlara baktıkça hayata daha da bağlandığım kitaplarımdır.
Teoriye açlığım kabardıkça bunları yeniden okurum. Sonra da fotoğraf sanatının devleri olan Paul Strand, Walker Evans, Andre Kertesz, Diane Arbus’un antolojilerini açıp fotoğraflarına bakarak teorik bilgilerimi sınar, Berger’in dediğinin olmasını, yani onların içindeki saklı anlamları ifşa etmelerini beklerim. Bu ifşaat da kaçınılmaz biçimde hep gelir.
CUNNINGHAM’A VEDA
Dün, New York Times’ta 40 yıldır moda fotoğrafçısı olarak büyük enerjiyle çalışan efsanevi fotoğrafçı Bill Cunningham’ın 87 yaşında öldüğünü öğrendim.
Onun moda dünyasını deşifre eden fotoğraflarını yıllardır takip ederim. Hepsinin de içinde ifşa ettikleri sırlar bolca vardır. Onun gözü detayı görür, iyiliğin ve kötülüğün detayda olduğunu ortaya seren olağanüstü fotoğraflar çekerdi.
Onun dünyasında güzel ve şık insanlar gayet tabii ki vardı. Bunlardan da çokça fotoğraf bıraktı geriye.
Aslında Bill Cunningham bir sokak sanatçısı, hatta bence bir sokak serserisiydi.
Kar kış demeden bisikletine atlayıp Manhattan’ın sokaklarında dolaşır, yüksek ve şık modayı hayatlarına sokup yaşayan insanların görülebileceği 5. Cadde ve 57. Sokak gibi noktalarda saatlerce sabırla bekler ve tek bir görüntü almak için iliklerine kadar ıslansa bile umurunda olmazdı.
Benim Bill Cunningham’ın çekmiş olduğu tek bir fotoğrafa tutkum var.
Bir gün yine böyle sabırla beklerken modanın kraliçesi, şıklık ve zevkin global jüri başkanı Anna Wintour’u (Vogue Dergisi ve Conde Nast medya şirketinin yöneticisi) karşısında görmüş ve basmış denklaşöre. Ortaya çıkan her sanat fotoğrafında mutlaka spontanelik ve poz verilmemesi şartı var. Tek bir karede güçten kaynaklanan aroganlık ve güç ilişkileri sergileniyor.
Anna Wintour, “Dünyaları ben yarattım” gibi bir ifadeyle bakıyor dünyaya. Etrafını küçümseyen ve aslında sokaklarda bulunmaktan hoşlanmayan bir ifade de var yüzünde. Anna bu fotoğrafta etrafındakilere, “İşim burada bir an önce bitse de güzel ve şık insanların dünyasına dönsem” diyerek bakıyor. (Bu kadını biraz anlamanız için “Devil Wears Prada-Şeytan Marka Giyer” filmini izlemenizi tavsiye ediyorum.)
Ben de Bill Cunningham’ı uğurlamak için yayınlamaya karar verdiğim bu fotoğrafa baktıktan sonra Barthes, Sontag, Berger ve Dyer’in kitaplarını raftan indirdim ve daha önce altını çizmiş olduğum satırları yeniden okudum.
BURGER DEDİĞİN DE BÖYLE OLMALI İŞTE
Haza dair konularda Japonlar pek sınır ve kontrol tanımazlar. Akla gelebilecek insana dair her fanteziyi hayatlarında kontrolsüz yaşamayı becerirler. Belki de bu başarılarından dolayı özel yaşamlarında sakindirler. Beyinlerini kompartmanlara ayırdıklarından her duyguyu sonuna kadar yaşarlar. İşte bu nedenle her türlü cinsel fanteziyi, fetişi sınırsız deneyimledikleri ciddi bir porno kültürleri de vardır. Aynı zamanda kadına karşı işlenen suçların neredeyse sıfır düzeyinde olduğu bir toplumdur Japonya. Yeme içme kültürleri de çok rafine ve incedir. Bu konuda da beyinleri kompartmanlıdır. Hazza dayalı fast-food’un da beyinde yeri büyük. Japonlar hayatın bu yönünü de ihmal etmiyorlar. Son olarak “Ghostbusters” filmi için bir hamburger oluşturdular ki görünümü bile korku filmine benziyordu. Bu da yiyecek pornografisi olarak adlandırılabilir herhalde.
Japonların “zen” ilkelerine ve “wabi-sabi”ye uygun, yani mükemmel olmayanı ve asimetriği ön plana çıkaran bir estetikleri de var. Mimariye uyarlandığında, insanın içini huzurla dolduran, bir anlamda Japon bahçelerinin dinginliğini iç mimariye uyarlayan estetik ortaya çıkarıyor. Bu hamburger de wabi-sabi’nin yemeğe uyarlanmış biçimini hatırlattı bana.
ÖZKÖK'ÜN BUSİNESS CLASS YAZISI
Ertuğrul Özkök, THY’nin “business class” düzeyindeki global rekabeti üzerine güzel bir yazı yazdı. Doğal olarak bu rekabet, koltuk rahatlığı ve daha çok yiyecek içecek ikramı üzerine dönüyor.
THY’nin bu konuda ne kadar büyük bir atılım yapmış olduğunu bu köşede defalarca yazdım ve Özkök’ün yaptığı gibi onları hayli de övdüm.
Business class, tanım gereği zengin insanların, parasını kendi cebinden ödemeyen işadamlarının ve yazarlık mesleğinin kendilerine bu dünyada aristokratlar gibi dolaşma imkânı verdiği bazı gazetecilerin kullandığı bir imkandır. (“Gazetecilik bana kamu meydanında bir aristokrat gibi gezme imkânını sağlıyor” sözünü Ortega Y.Gasset söylemiştir.) Bunların hepsini kabul ediyorum. Uçağın bu bölümünde fikir yayıcılar ve söylem oluşturanlar seyahat ettiği için onlara hizmette düzeyi yükseltmenin bir ülke için çok önemli olduğunu da biliyorum.
Ama bir de ekonomi sınıfı gerçeği var. Business class’taki fikir üreticiler tabii ki çok önemli ama ekonomi sınıfındakiler de bir imajın oluşmasında en büyük gücü teşkil ederler.
İLK İZLENİMLER ÖNEMLİDİR
Turizm alanında şu anda global düzeyde inanılmaz bir rekabet var. Bu konuda ülkeniz hakkında verdiğiniz “ilk izlenimler” çok önemlidir. Misafirperverlik, iyi ve güler yüzlü hizmet, yiyecek içecek ikramındaki şıklık hepsi de çok önemlidir. Ekonomi sınıfında yolculuk yapanlar da bu açıdan çok önemlidir. THY’nin business sınıfında büyük problemler yok, bunu hep yazıyorum. Ama aynı derecede iyi bildiğim ekonomi sınıfında işlerin pek mükemmel olmadığını da söylemem gerekiyor. Yönetim, business class’a konsantre olan anlayıştan çıkmalı, ekonomi sınıfının ihmal edilmişliğine de bir el atmalı diyorum, dosta uyarı olarak.
- Seçim sonucu neden böyle oldu?1 yıl önce
- Kitabın ortasından konuşuyorum ve diğer lüzumsuz seçim notları1 yıl önce
- Alevi tartışması1 yıl önce
- Dün bu yazıyı yazarken...1 yıl önce
- Mea Culpa1 yıl önce
- Post-modern seçimin yankıları1 yıl önce
- 'Cool'un büyük kaybı1 yıl önce
- Z Kuşağına güvenilerek siyaset yapılır mı?1 yıl önce
- Muhalif yazarları bekleyen büyük kriz1 yıl önce
- Cumhuriyet Müzesi halk yüzünden kapanabilir1 yıl önce