'Çevik Bir, Tayyip İki'
BAŞLIKTAKİ slogan, dün Taraf Gazetesi'nde Ahmet Altan'ın mükemmel yazısında yazdığı gibi sadece "hergele gençlerin işi matrağa vurup bir tekerlemeye dönüştürdükleri" şeyden ibaret olsaydı, bizde bunu bir delikanlı tepkisi olarak görüp olayı sıcak bir gülümsemeyle geçiştirebilirdik.
Ama hayır bu slogan toplumun beyaz Türk kesiminde son dönemde gittikçe artmaya başlayan tepkiselliği ifade ediyor.
O kesimin hissiyatını çok güzel yansıtıyor.
Yani bu "İki biber gazı sıkarız olur biter" diye dağıtılabilecek, ezilecek bir kitle değil. Her ne kadar iktidar tarafından hor görülseler de, Türkiye'nin omuriliğini oluşturan ve ülkeyi dünyaya başı dik tutacak beyaz Türklere ait bir slogan oldu son dönemde.
İSYAN HAREKETİ
Türkiye'de bir süredir sessiz sedasız sürdürülen bir isyan hareketi var. Bu defa isyankârların elinde silah yok, hatta taş bile yok. Hatta buna isteyen "isyan hareketi" yerine "beyaz Türk'ün sessiz çığlığı" da diyebilir.
Çığlık şimdilik sessiz; çünkü beyaz Türkler etraflarının çevrilmiş olduğunu görüyorlar, iktidarın kendilerini var saymadığını biliyorlar. Yani tepkileri ne kadar meşru olursa olsun bunun bir sonucu olmayacağını düşünüyorlar; bu yüzden çığlık şimdilik sessiz. Beyaz Türk, siyaset oyununun tamamen dışına çıkıyor; iktidarın ülkeyi götürmeye çalıştığı yöne giden yoldan çıkıp yan yola saptı ve onların yürüdüğü ana yolu sadece uzaktan izliyor.
Şimdilik iktidar ve siyaset oyununa katılmamak şeklinde süren bu tepkisel durum, o kesimin gönül ferahlığıyla katılabileceği bir oyun fırsatı buluncaya kadar sürecek.
KAÇIRILAN TARİHİ FIRSAT
AKP yakın zaman önce kendi doğal seçmeni olarak tanımladığı ve ne olursa olsun dini duygular tatmin oldukça onu terk etmeyecek kitle dışında kalan beyaz Türkleri de kendilerine destek verecek yöne doğru çekmeye başlamıştı.
YETER AMA YİNE DE DESTEK
Beyaz Türk bu sloganla ifade edilebilecek bir ruh hali içindeydi. Yani kendi yaşam tarzlarını ileride tehdit altına alacak gelişmelerden çok endişeliydi.
Başbakan'ın planlanmış gibi görünen, ortalığı durup dururken germe politikaları (eğitimde dindar nesil yetiştirme hedefi, kürtaj yasağı ve şimdi de operaya mescit gibi öneriler), kendi seçmiş oldukları hayat tarzının korunmasına çok önem veren bu kesimin endişesini paniğe dönüştürdü. Sessiz çığlığın boyutu büyüdü.
AKP'YE DESTEK GELİYORDU
İşin tuhafı, bu kesim AKP'nin yaptığı güzel işlere de sonuna kadar destek veriyordu. Ekonomideki gidişat ve Türkiye'nin dış politikada atılımları ve verilen hizmetlerin artması gibi gelişmeleri göz önüne alan bu kesim, hayat tarzlarına tehdit oluşturabilecek adımlara "Artık yeter" dedikleri halde bazı güzel gelişmelerin devam etmesi için "Yine de destek" diyerek desteklerini çekmeyi düşünmüyorlardı.
Ancak Başbakan'ın özel çabasıyla nedense bu önemli toplum kesimi uzaklaştırıldı. Şimdi de kendi içlerine çekildiler, tepkileri her gün artıyor, bir arayış ve bekleyiş içine girdiler.
Dindar kesimin yaptığı özel bir propaganda var; toplumun beyaz Türklerinin 28 Şubat döneminde oluşturulmak istenen düzene tamamen destek verdiğini söylüyorlar. Bu bir yalandır ve bugün beyaz Türk hayat tarzına saldırının da kılıfıdır.
Hayır, o günlerde de Avrupa fikrinde somutlanan türde bir demokrasi isteyen, dürüst ve inançlı insanlara saygı duyan, Çevik Bir adıyla sembolize edilen 28 Şubat'ın düzen koyucularına karşı çıkan beyaz Türkler de vardı. Bunu çok iyi biliyorum; çünkü ben de onlardan biriydim.
Bu kesim başta çok temkinli olarak da olsa AKP'nin iktidara gelişini alkışladı. Bu da sessiz bir alkıştı; çünkü bu kesim cumhuriyet rejiminin eski haliyle din karşıtlığı duygularıyla yürüyemeyeceğini görüyordu. İnançlı insanların tüm haklarıyla özgür olmalarına, inançsızlara da hakları verilmesi şartıyla tam destek veriyorlardı.
Bu kesimin içinde toplumun en eğitimli insanları var; Türkiye'de olabildiği kadar burjuvazi adını hak eden kesimler var. Bütün bunlar ekonomik gelişmeye de paralel olarak AKP'yi içlerine sindirip, hatta onu gönülden kabul etme aşamasına gelmişlerdi.
Anlayacağınız Türkiye'nin uzun zamandır özlediği toplumsal barışın sağlanmasına çok az kalmıştı.
Bu anlattıklarımın en somut halini, "Belki daha iyi hizmet alırız" diyen kıyı yöreleri insanında ve İstanbul'un AKP elinde olmayan ilçelerindeki insanlarının yöneliminde görüyorduk. Onlar "Yeter ama yine de destek" diyerek korkularını baskı altına alıp AKP'ye destek vermeye başlamışlardı.
Ancak AKP yönetimi bu aşamada çok tuhaf bir iş yaptı. Kendisine yönelmeye başlayan bu insanları elinin tersiyle itti ve onları korkutmaya başladı. Sanki, "Bizim doğal seçmenimiz bize yeter; onların desteğiyle zaten her istediğimizi yapıyoruz ve yapacağız. Beyaz Türklerin desteğine ihtiyacımız yok" demek istiyor gibiler.
Nedenleri neyse ne ama bu yanlış politikalarında çok da başarılı olduklarını görseler iyi olacak. Çünkü beyaz Türk'ün endişesi paniğe ve korkuya dönüşmüş durumda. Eğitimi ve birikimiyle Türkiye'nin yeni dünya düzeninde dik durmasını sağlayacak bu kesime, "Size ihtiyacımız yok, ne haliniz varsa görün" demek pek mantıklı değil.
ŞU UNUTULMAMALI
AKP yönetimi 28 Şubat'ın en kudretli, en güçlü olduğunu zannettiği günden itibaren sadece üç yıl sonra kendilerinin gümbür gümbür iktidara geldiklerini unutmamalıdırlar. Şimdi tepkili kesimi "Nasılsa önemleri yok" diye bir kenara itmek, tarihin akışı içinde doğru bir karar değil.
Çünkü AKP'nin sadece kendi doğal seçmenini memnun ederek gidebileceği yön, uzun dönemde Türkiye'ye zarar verecek. Eğer Türkiye gerçekten de demokratik ve Müslüman seküler kimliğiyle dünyaya örnek bir model oluşturacaksa, bunu beyaz Türklerin aktif katılımı olmadan katiyen başaramayacak.
Bu yüzden yaptığı bütün iyi işlere geçmişte destek vermiş bir yazar olarak bugün gelinen tehlikeli bölünme sürecinde iktidarın belki dikkatini çekmeyi başarırım diyerek yazdım bu yazıyı. Beyaz Türk'ün, "Artık yeter ama yine de destek" bölgesinden, "Artık yeter, artık hayır" bölgesine itilmelerinin durdurulması gerekiyor.
Desteğime gelen tepkiler
TEMELDE yaşamakta olduğum hayal kırıklığına dair pazartesi günü yazdığım yazıya tahmin etmiş olduğum gibi büyük ilgi oldu. Tepkilerin çoğu özetle, "Nihayet aklın başına geldi" diyenlerdi.
Hatta bana "Kendin ettin kendin buldun" türküsünü gönderip, "Vermiş olduğun destek nedeniyle de bugünlere gelindi; o yüzden bugün şikâyet etmeye hiç başlama" diyorlardı. Bu son tepki beni sıcak duygularla gülümsetse de haklı olunan bir yön de vardı.
Ancak ben yola çıkarken topluma hâkim olan karşıtlık ve düşmanlık yaratıcı lisanın dışına çıkmak ve temelde karşı olduğum bir zihniyeti iyi bir iş yaptığı zaman alkışlamak ve nefret söyleminin dışına çıkartacak lisanı bulmak istiyordum.
İnanç ve dindar insanlar hakkında sayısız yazımda da yola çıkış nedenim benzerdi. İnancı olmayan bir insanın inançlı insanlara yaklaşımının nasıl olması gerektiği konusunda karşılıklı nefret söylemlerinin dışında bir dil arayan yaklaşımdı o. Ve bunu da bulmakta başarılı olduğumu sanıyordum. Ütopya mı, hayal mi bilmiyorum, olabilir de ama yine de denemeye değerdi.
AKP de bazı söylemleriyle ("İnancı olmayana da sahip çıkacağız ve laiklik önemli" vurgularıyla) bana doğru yolda olduğum duygusunu veriyordu ve destek vermekle iyi yaptığım hayalinin bende oluşmasına yol açmıştı.
Bugün hayalini kurduğumuz demokratik ve kendi değerleriyle modern bir çerçevede uzlaşmış bir Türkiye'ye ulaşma şansımız hâlâ var. Yeter ki AKP yanlışta ısrarcı olmasın, zararın neresinden dönülse kârdır bunu görsün ve tekrar uzlaştırıcı, bütünleştirici mesajlar vermeyi sürdürsün.
Çünkü pazartesi günkü yazımda da dediğim gibi, burada söz konusu ve önemli olan benim kişisel yenilmişlik duygum değildir.
Bu yolda Türkiye yenilecek ve bundan hepimiz zarar göreceğiz diye korkuyorum.