Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

LAİK hegemonyalar döneminde başarılamayan maalesef şimdi başarılıyor ve Türkiye kamusal alanının ölümüyle karşı karşıya kaldı.

Yıllardan beri kamusal alan tanımları ve inançlarını arzu ettiği gibi yaşayamamaktan şikâyetçi olan insanların daha mutlu edilmesi, daha tatminkâr bir hayat yaşayabilmeleri için kamusal alanı genişletme veya rahatlatma yolları üzerine düşündüm, yazdım ve gerektiğinde tavır da koydum.

Bu tavırlar bazen bana pahalıya da patladı, üzerimde baskılar oldu ve hatta bir defasında bu yüzden işimi de kaybettim.

İNANÇSIZIN KAMUSAL ALANDAKİ YERİ

Yıllar içinde inançlı insanların dirençleri ve ben ve benim gibi insanların da verdiği destek sonucunda kamusal alan arzu ettiğimiz gibi genişledi veya kuralları yeniden yazıldı. Bu toplumda inançlı insanların kamusal alan problemi artık büyük ölçüde kalmadı, bunu sevinerek görüyorum. Ancak şimdi işler tersine çevrilmiş gibi.

Eskiden kamusal alanda inançlıların var olma hakkı yok gibi davranılıyordu ve ona göre tavırlar alınıyordu. Şimdi ise inancı olmayan veya varsa bile bunu göstererek yaşamayı tercih etmeyen insanların kamusal alanda bulunma hakkı yokmuş gibi davranılmaya başlandı.

HER ŞEYİN DİNSELLEŞMESİ

Kaba kuvvet henüz kullanılmıyor tabii ki ama bu toplumda azınlıkta bulunan inançsız olmayı tercih etmiş insanların üzerinde büyük manevi ortam baskısı var, kamusal alan ortamı boğucu olmaya başladı.

Kamusal alana ait tüm gündelik söylemler, hayatın tümden dinselleştirilmesi bağlamında artık dinsel içeriğe kavuşturulmuş durumda. Bunu gerçekten inandığı için yapanlara diyeceğim bir şey yok tabii ki ama bazıları da sadece bugün moda böyle diye, günümüzün hâkim trendi böyle diye davranıyorlar. Ayrıca dini söylemlerle yaşamanın kendilerine iktidardan kaynaklanan güç katacağını da düşünenler çok. Bütün bunların hepsi toplam olarak çoğunluğu oluşturuyor tabii ki. Doğaldır bu, Türkiye'nin sosyal yapısı diyerek bu işi unutabiliriz de.

"Sosyal yapı bu" argümanı doğru olabilir ama görmemiz gereken bir başka tehlike de var. Türkiye'de kamusal alanın ölümüne şahit oluyoruz.

Bu ölüm sürecini daha önce laik hegemonyanın yaşandığı dönemlerde görmüştük. Şimdi laik hegemonya çekildi sahneden, yerine inanç hegemonyası yerleştirilmeye çalışılıyor.

Kamusal alan, içindeki her insanın tercihlerine, hayat tarzı seçimlerine serbestçe yaşanma hakkı tanınmazsa kamusal alan olmaktan çıkıyor. Ancak o serbestlikler olduğu zaman canlı bir kamusal alan, demokrasinin ve güzel toplumun temelini oluşturabiliyor. Bu olmadığı takdirde aynı o kamusal alan totaliter eğilimlerin temelini oluşturuyor. İster onun adına "laik totalitarizm", isterse de "inanç totalitarizmi" deyin sonuç olarak pek fark etmiyor. Bu arada her ikisinde de darbe yiyenler ben ve benim gibi insanlar oluyor.

ÇIKIŞ YOLU DA KAPANIYOR

Laik hegemonyanın yaşandığı kamusal alanlar döneminde ben, inançlı insanların bu alanda serbestçe ve sonuna kadar istedikleri şekilde yaşama hakkı için savaştım ve darbeler yedim. Sonunda arzu ettiğim oldu ve yeni kamusal alanımızda bütün söylemlerin dinselleşmesi sonucunda yine darbe yemekteyim. Çünkü benim tercihim bu yönde değil.

İkisinde de mutsuz oluyorum, bu defa çıkış yolu da gözükmüyor.

İnançlı insanların kamusal alan tanımı ve pratikteki işleyişi hakkında düşünmeleri gerektiğini daha önce defalarca yazmıştım. Kamusal alan sadece sizin haklarınızdan, tercihlerinizden ibaret olamaz, eğer olursa o alan kamusal olmaktan çıkar sadece sizin alanınız olur.

Kamusal alanda insanlar kendileri gibi olmayan, düşünmeyen, davranmayan insanların davranışlarını ve tercihlerini görmezden gelecek ve aynı kamusal alan içinde birtakım paralel yaşamlar, tercihler yan yana bulunacak. Bir ülke ancak bu şekilde demokrasiye varabilir.

Türkiye'de inançlı insanlar sayesinde kamusal alan ortadan kalkmak üzere. Üstelik onlar bu alanın demokratikleşmesi için yıllardır mücadele vermiştir; şimdi yine onlar bir anlamda yaptıklarını bozuyorlar.

Örneğin, ben tercihlerim ve hayat tarzım nedeniyle bunalıyorum. Kendimi adeta Vatikan'da ev tutup yaşamaya mahkûm edilmiş Nietzsche gibi hissediyorum arada bir.

SORUMLULUK TABİİ Kİ ERDOĞAN'DA

Başbakan Erdoğan, dini söylemlerini biraz daha ölçülü yapabilse, bu toplumda yaşayan herkesin Başbakan'ı olduğunu hatırlayıp dini coşkusunu biraz törpüleyebilse, dindar nesil yetiştirme gibi söylemlere girmese, İstanbul'un her tarafından görülecek cami gibi temelde gereksiz polemiklere yol açmasa, kamusal alanımızın ölümünün bu kadar da hızlı olacağını düşünmüyorum.

Bu ölçü tutturulamadığından sıradan insanlar da kamusal alanı içten içe yiyip bitirmeye başladılar. Sıradan insanın tavrı, Başbakan'ın tavrından daha ölçüsüz olabiliyor.

Laik hegemonya devrinde kamusal alanın ölümünü engelleyen şey, her baskı ve her engele rağmen bu alanda var olup yaşamını doğru bildiği gibi sürdüren cesur inançlılardır. Şimdi de her yönüyle dindarlaştırılma süreci içinde olunan kamusal alanın ölümünü büyük ihtimalle bu alanda herkese, her fikre saygısıyla, kendi farklı tercihleriyle var olmayı sürdürmeye çalışan inançsız insanlar engelleyeceklerdir.

Sonuçta aynı insanlar Türkiye'de demokrasinin de garantisi olacaklar; çünkü özgür bireylerin var olabildiği kamusal alan, demokrasinin garantisidir. "Bu alan sadece bizimdir" diyenler sayesinde öldürülürse o zaman demokrasi de olamaz.

SEKÜLER, DEMOKRATİK, MÜSLÜMAN TÜRKİYE

Kamusal alanı tartışmak istediğim için bugün yine Türkiye'nin asıl markası olan üç kelimeye döndük. Bugün Türkiye'yi Türkiye olarak dünyada önemli kılan şey, bu ülkenin dünyadaki ilk ve tek seküler, demokratik bir Müslüman ülke olma potansiyelidir.

Bu üçlüden sekülere vurgu yapıldığında da, Müslüman'a vurgu yapıldığında da Türkiye'nin marka değeri düşmektedir, Türkiye sıradanlaşmaktadır. Laik hegemonyanın var olduğu dönemde Türkiye nasıl sıradanlaştıysa, ikinci ve hatta üçüncü sınıf ülke konumuna düştüyse bugün de markanın üçüncü öğesine yani Müslümanlığa ölçüsüz ve haddinden fazla vurgu yapıldığından yine sıradanlaşıyoruz.

İkinci ve hatta üçüncü sınıfülke konumuna yine iniyoruz. Kamusal alanın ölümü süreci, bu yüzden aynı zamanda Türkiye markasının da ölümü anlamına geliyor.

YAZIKTIR

Yazıktır, çünkü bu markayı gerçekten parlatmak için elimizde her türlü imkân vardı. Yapacağımız tek şey, markayı oluşturan üç öğeye yani seküler, demokratik ve Müslüman'a aynı anda, aynı değeri ve ağırlığı verecektik.

Daha önce kendilerine Atatürkçü diyenler, vurguyu laiklik olarak tanımladıkları sekülere ölçüsüz yaptıklarından neredeyse cumhuriyeti yıkıyorlardı. Şimdi de inançlı insanlar vurguyu Müslümanlık üzerine ölçüsüz yapmakta olduklarından elimizdeki en değerli şey olan Türkiye markamız, kamusal alanımızla birlikte ölmekte.

Yargıtay'dan çok önemli karar

BU arada Yargıtay özel yaşam ve kamusal alan ilişkisi üzerine çok önemli bir karar verdi. Bu karar bugün yazdıklarım ışığında daha da önem kazanıyor. Bu kararın uzun anlatılması gerekiyor; bu yüzden bunu sadece kısa notla yapmayacağım, yarınki yazımı buna ayıracağım.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar