Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

DEMOKRASİNİN temelini ve güvencesini oluşturan düzgün kurulmuş ve özgür kamusal alanın Türkiye'de ölüm sürecine sokulduğunu anlatan dünkü yazımı yazarken Yargıtay'dan çok önemli gördüğüm bir karar çıktı.

Kararda özel hayat kavramına yeni bir tanım getiriliyor ve bu arada sınırlar yeniden belirlendiğinden kaçınılmaz olarak kamusal alana da yeni tanım yapılıyordu. Bence bu karar, Türkiye'de gündelik yaşamın daha demokratikleşmesine, daha özgürleşmesine yol açacak bir gelişmedir.

Hatta gittikçe otoriterleştirilen kamusal alanımızın özel yaşamları boğması sürecine de son verebilecek bir karar bu.

Yargıtay bu kararıyla özel hayatın nerede bittiğine ve kamusal alanın nerede başladığına şöyle bir kriter getirdi: "Özel hayat kavramı, kişinin sadece gözlerden uzakta, başkalarıyla paylaşmadığı kapalı kapılar ardındaki, dört duvar arasındaki yaşantısı ve mahremiyetinden ibaret değildir."

YENİ TANIM

Yani artık Türkiye'de bizim hayat tarzımıza uymayan, beğenmediğimiz insanlara "Özel hayatında ne yaparsan yap ama bizim gözümüze görünme" denilmesi devri bitmektedir. Bu bağlamda kararda, özel hayat kavramının "herkesin bilmediği veya bilmemesi gereken, istenildiğinde başkalarınca açıklanabilen, tamamen kişiye özel hayat olayları ve bilgilerin tamamını içerdiği" de söylenmiş.

Yani bundan sonra "özel hayat-kamusal alan" sınırları yeniden tanımlandığından toplumda genelin davranışının dışında davranan kişinin bu davranışının kamusal alana uymadığı ve bunları sadece özel hayatında yapabileceği söylenip o kişi zorlanamayacak veya yasaklanamayacak.

Çünkü kişiler artık kamusal alandaki davranış ve görünümlerinin, kişiye özel hayat olayları ve bilgilerin tamamı üzerine böyle yaşanması gerektiğini ve bunun da hakları olduğunu söyleyebilecekler.

Tabii bu davranışlarda başkalarının haklarına tecavüz veya genel ahlak kriterlerine aykırılık da olmaması gerekiyor.

TÜRBANLI KIZLARI HATIRLADIM

Bu kararın gerekçesini okuduğumda, "Keşke bu karar yıllar önce alınmış olsaydı" diye düşündüm.

Yıllar içinde başörtüleri nedeniyle acı çektirilen kızlar aklıma geldi, ikna odalarını tüylerim ürpererek düşündüm.

Üniversite kapılarında bekletilen ve ülkelerinde okuyamadıkları için yurtdışına giden kızlar aklıma geldi. Eğer bu Yargıtay kararı o dönemlerde elde olsaydı, kimse bu başörtülü kızlara "Özel hayatında ne yapıyorsan yap ama kamusal alanda böyle davranamazsın" diyemeyecekti.

Çünkü türban takma kararının tamamen kişiye özel hayat olayları ve bilgilerin tamamını içerdiği, bu nedenle insanların bu tavır ve görünümleriyle kamusal alanda var olma hakları bulunduğu ve onları sadece dört duvar içinde yalnızlığa sürükleyemeyeceğimizi anlatabilecektik.

Bu fırsatı kaçırdık, yıllarımızı ve toplumun enerjisini normal şartlarda demokraside zaten olması gereken şartları sağlamak için uğraşmaya harcadık. Tabii bu arada birçok insan acılar çekti, hayattan soğutuldu, harcanan o yılların Türkiye'ye ve hepimize maliyeti çok yüksek oldu.

Bence Yargıtay'ın bu son kararıyla o insanlara yıllardır çektirilen acının temeli tamamen yok edildi.

Ancak artık o konuda kimse acı çekmiyor, onlara acı çektirecek kimse yok, bu kimsenin aklına bile gelmiyor, gelemiyor. İyi ki de böyleyiz artık.

Ama şimdi de başka bir sorun var.

DİNSELLEŞTİRİLEN KAMUSAL ALAN

Dün yazdım, Türkiye'deki kamusal alana ve özel hayata ait tüm söylemler dinselleştiriliyor. Özel ve kamusal hayatlarını dini söylemlerin dışında yaşamayı tercih eden insanlar yok farz ediliyor ve manen boğuluyor.

Çoğunluğu dini söylemleri gönülden kabul eden insanlardan oluşan bir ülkede bunun normal olduğunu ve azınlıkta kalanların bu sürece ister istemez katılmak zorunda olduklarını söyleyebilirsiniz. İktidarın da seçmen kitlesinin de böyle düşündüğüne eminim, ancak bu düşünce biçimi ve hayattaki uygulamaları Türkiye'de demokrasinin tamamen ortadan kalkmasına yol açacak. Çünkü bunlar kamusal alanımızı öldürüyor.

KAMUSAL ALANIN DİNAMİZMİ

Kamusal alan denilen şey, ancak içinde çok farklı hayat tarzları ve düşüncelerin bir arada bulunmasıyla dinamik olabiliyor, ancak o zaman güçlü bir demokrasinin temelini oluşturabiliyor.

Şimdi tek tip dinselleştirmeye ait davranış biçimlerinin ve düşüncelerin kamusal alana ve özel yaşama tamamen hâkim kılınmasıyla Türkiye'de kamusal alan ölme sürecine girdi ve maalesef demokrasi yerine totaliter bir sistem gelmesi ihtimali var.

Ben demokratik toplumdaki kamusal alanda, hem inançlıların inançlarının gereğini sonuna kadar coşkuyla yaşamaları hem de bu tercihlerde olmayan insanların hayatlarını coşkuyla yaşamaları gerektiğine inanırım.

Yani hâkim çoğunluğa ait dini inançta olmayan insanlar, dini inançta olan insanlarla birlikte coşkulu biçimde bir kamusal alanda var olabilirlerse, onların yanında hiçbir inanca sahip olmadan yaşayabilirlerse o toplum ancak o zaman demokratik olur, ileriye gidebilir, birinci sınıf olabilir diye düşünüyorum.

Bunu başarabilmiş ülkede hiç kimse diğerine "Neden bu inanca sahipsin, bunu neden böyle yaşıyorsun?" diyemez, ayrıca dindarlar da inançsızlara "Neden inancın yok?" diye soramaz. Yargıtay'ın bu kararından sonra kimsenin diğerine, "Eğer böyle yaşamak istiyorsan gözlerden uzak dur, evine çekil, dört duvar arasında ne yaparsan yap" deme hakkı da yok.

Özel hayat sadece mekâna indirgenemez; çünkü benim tercihlerim, hayat tarzım, özel hayat olayları ve bilgilerinin tamamını içermektedir ve ben bunları sadece eskiden özel hayat olarak tanımlanmış dört duvar arasında yaşamak zorunda değilim.

Bunlar, konular hakkında düşünmeden, kafa yormadan ve okumadan kişinin kolay kabul edebileceği tavırlar olmayabilir, ama inanın ülkemizin geleceğinin güzel olması ve demokrasimizin geleceği bu tür tavırların sağlam alınmasına bağlı.

Yargıtay bizlere son kararıyla güzel bir yol açtı, bunun üzerinde çalışmalı ve konuları daha da açıp netleştirmeliyiz.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar