Herkesi boykota çağırıyorum
1 Ağustos Çarşamba gecesi, bir daha Türkiye’de hiçbir restoranda yemek yememeye karar verdim. Kişisel bir boykot eylemi bu.
Anadolu’da yöresel yemekleri yapan lokantalar bu boykot kararımın dışındalar. İstanbul’da ve Bodrum gibi kıyı yerlerinde bir daha dışarıya çıkıp katiyen yemek yemeyeceğim.
O gece halbuki müthiş pozitif enerjiyle başlamıştı. Yemeği yerel bir aile tarafından işletilen ve şefliğini de ailenin çocuğunun yaptığı deniz kenarındaki restoranda yiyecektik. Bunu uzun süredir planlıyordum, yiyeceğim günü de heyecanla bekliyordum. Sergilenen mezeler iştah kabartıcıydı.
Neyse masamıza geçtik ve sadece güzel mezelerden oluşan yemeğimizi yedik, balık istemedik. Hepsi güzeldi. Bu aile işletmesini yazıp insanlara tavsiye de edecektim. İçeceklerle birlikte üç kişi makul miktarda yedik.
Hesap geldi. Baktım ki bu işletmede de Bodrum’un geneline hâkim olan fiyat politikası var. “Yanımdaki işletme yüksek fiyat alıyor, ben niye aynısını almayayım ki” mantığı burada da geçerli olmuştu.
MANZARA HER YERDE VAR
Ama “Manzara güzel” diyorlarsa, eh buna da hasret değiliz herhalde; yani evimizden çıkıp 100 metre yürüsek aynı manzara orada da var. Halk plajında kendime kurduğum neredeyse sıfır maliyetli sofrada da daha güzel bir manzara bulunuyor. Benim hazırladığım mezeler de lezzetli, üstelik masamda mangalda pişmiş balık da bulunuyor.
SANDIKLARI KADAR KERİZ MİYİZ BİZ
Anlıyorum ki İstanbul’daki ve kıyı bölgelerindeki işletmeciler bizi yolunacak kerizler olarak görüyorlar, “Ne fiyat istesek bunlar verir” diye bakıyorlar. Sonunda hiçbir yerde makul sayılabilecek düzeyde hesap gelmiyor. Özellikle Bodrum gibi yerlerde bu işletmeciler daha da şımarmış. “Keriz nasılsa tatilde, bunu daha da oyarız” mantığı herkese hâkim.
CEBİMDEKİ PARANIN DÜŞMANI DEĞİLİM BEN
Sizleri bilmem ama ben daha fazla keriz yerine konulmayacağım. Ben emeğimle kazandığım cebimdeki paranın düşmanı değilim. Bundan böyle yemeğe dışarı hiç çıkmayıveririm olur biter. Dışarıda yemeyi çok özlersem de ne yapacağım biliyor musunuz? Eğer Bodrum gibi bir yerdeysem sabah evimden çıkıp doğruca yarım saat ötedeki Yunan adalarından birine gideceğim.
Orada işletmecilerde müşteriye saygı nosyonu var. Orada Türkiye’de hiçbir yerde yiyemeyeceğiniz kadar lezzetli mezeleri, deniz ürünlerini bol porsiyonlarda yiyebiliyorsunuz ve sonunda Türkiye’de ödeyeceğiniz fiyatın üçte birini ödüyorsunuz. Eğer İstanbul’daysam da daha uzun beklerim; ne yani dışarıda yemiyorum diye ölecek değilim ya, beklerim ve eğer bir gün başka ülkeye gidersem orada bulabilirsem makul fiyatlı bir restoranda yiyeceğim, dışarıda yemek özlemimi öyle gidereceğim.
BOYKOT EDELİM
Tepkim o kadar fazla yani. İnsan bu kadar uzun zamandır aptal yerine konulunca sonunda bir noktada isyan ediyor. Eğer siz de benim gibi artık aptal yerine konulmamak ve söğüşlenmek istemiyorsanız başlattığım boykota katılmanızı tavsiye ediyorum.
Arkadaşlarımla karar verdik, artık yemekleri evlerde yapacağız. Daha zevkle kurulmuş sofralarda güzel yemeklerle donanmış masalarda sohbetimizi edeceğiz. Ta ki işletmeciler biraz akıllarını başlarına toplayıncaya ve sandıkları kadar aptal olmadığımızı anlayıncaya kadar sürecek bu boykotum. Sayımız çok olursa amacımızı kısa sürede gerçekleştiririz.
YİNE ELLİ LİRALIK LAHMACUN
Hiçbir işletmede kendi ceplerinden hesap ödemeyen gazetecilerin çabasıyla haberdar olduğumuz 50 liralık lahmacun olayına dönmeliyim. Orada işletmeci, "Bu parayı bir lahmacuna ödeyecek geri zekalı varsa ben niye satmayayım" havasındaydı, haklı da tabi ki. O tür kerizlerden pek bol bu ülkede. Olmayacak şeylere, olmayacak paralar ödemeyi marifet sanıp bununla hava atmaya falan çalışıyorlar.
Kolay kazanılan paraların kolayca etrafa savrulması rahat oluyor tabi ki. Kalitesizlikleriyle ortamı zehirleyen bu tipler, sadece kendi paralarının değil, bizim cebimizdeki paraların da düşmanılar.
Onlar yüzünden 50 liraya lahmacun satılabildiği bir yerde restoran sahibi de "Ben niye buna benzer yüksek fiyatı istemeyeyim" diyor ve hepimizi söğüşlüyor. Bu arada satılan yemekte değişiklikler yapmak kaliteyi bulamaya çalışmak çabası da çoğunda yok.
Bu yüzden ülke, aynı mezelerin aynı biçimde olağnüstü fiyatlardan sunulduğu bir kalitesizlik diyarı haline döndü. Türkiye'de mezelerin büyük bölümü, aynı fabrikadan çıkmış gibi birbirine benziyor.
Yabancı turist, Türkler kadar keriz değil, onlar herşey dahil otellerinin dışına adım atmıyorlar..
O zaman onları söğüşlemek için bekleyen restoran sahibi de şikayet ediyor, ağlamaya başlıyor. "Bunlar neden gelmiyorlar, suç herşey dahil konseptinde" diyorlar. Kimse suçu kendinde bulmuyor.
İç ve dış turizmi yakında korkunç bir şekilde vuracak bu vebaya kimse dur demiyor. Bilinçli tüketici eylem koyarsa bekle biraz düzgün davranırlar diye umuyorum ben.
BEYZBOL SOPALI OBAMA
Başbakan Erdoğan ile telefon görüşmesi yaparken Obama’nın bir elinde beyzbol sopası taşıdığı görülen fotoğrafı yayınlanınca Türkiye’de beklenilen, hiç de sürpriz olmayan “Başbakan’ı dövüyor” yorumları yapıldı. Hatta Cumhuriyet Gazetesi’nde Başbakan’ı ağır biçimde eleştiren bir karikatür de yayınlandı. Yorum özgürdür, herkes diyeceğini der de, Amerikan kültürünü bilmeden yapılan bu yorumlar biraz haksızlık oluyor.
Sıradan Amerikalı insan gündelik yaşamında beyzbol sopasını bir rahatlama aracı olarak kullanır, beyzbol sopasıyla oynamayı gündelik stresleri azaltıcı olarak görür. Başkan Obama gayet tabii ki sıradan bir insan değil ama o da sade vatandaşın paylaştığı kültürden yetişmiş biri olarak beyzbol sopasını gündelik streslerden kaçış aracı olarak kullanıyor olabilir. Hatta “Başbakan Erdoğan ile konuşmak ona fazla stres yapıyor” yorumu dahi yapılabilir.