Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

KOŞULLARI hızla değişmekte olan global dünyada yeni Türkiye'nin değişen konumunu ve kendisine biçtiği rolün değerini anlayabilmek için bir süre önce "Türkiye markası" diye bir kavram ortaya atmıştım.

Türkiye markası "laik-demokratik-Müslüman" kavramlarının özgün ve dengeli şekilde bir araya gelmesiyle oluşuyor. Türkiye bu üç kavramı kendi markasında bir araya getirebildiği ve onları kendi benliğinde yaşatabildiği için global dünyanın en önemli ülkelerinden birisi.

Türkiye'yi önemli ve biricik kılan bu markası sayesinde ülkemiz global düzende kendisine kural koyucu, süper güç konumları biçebiliyor ve bu yönde adımlar atabiliyor.

Markamızdaki üç kavramdan laikliğe ve Müslümanlığa ne zaman markanın iç dengelerini bozacak şekilde fazla ağırlık verilirse Türkiye dünyada önemsizleşiyor ve değerinden kaybediyor.

LAİKLİK VURGUSU DÖNEMLERİ

Uzun süre laikliğe abartılı vurgu yapıldı, markasının üç öğesinden birisine, laikliğe daha fazla önem veren Türkiye hem markasına zarar verdi hem de uzun süre dünyada değersizleşti, önemini kaybetti, sıradanlaştı.

AKP iktidara gelinceye kadar durum böyleydi. AKP, Türkiye markasının iç dengelerindeki bozulmayı düzeltmeye girişti. Laikliğe abartılı ağırlık verilen dönemden çıkılıp Müslümanlık öğesine ağırlık verilmeye başlandı. Böylece demokrasimiz de gereken ağırlığını kazandı.

DENGEYİ AKP KURMUŞTU

Bir süreç içinde Müslümanlık öğesine yapılan vurgu sayesinde, uzunca bir dönem laiklik lehine abartılı şekilde bozulmuş dengeler yeniden kuruldu ve laiklik vurgusu nedeniyle zedelenmiş olan demokrasimizin de ağırlığı arttı.

Bu süreçte Türkiye markasının üç öğesi olan "laik-demokratik-Müslüman" öğeler arasında uzun süredir laiklik lehine bozulmuş olan ağırlık dengesi AKP sayesinde kuruldu ve Türkiye'nin dünyadaki markası hak ettiği önemli yere tekrar oturdu.

O marka içi öğeler dengeli ağırlıkta tutulduğu zaman Türkiye, dünyanın en önemli ülkelerinden biri olabiliyor, çünkü o dengeyi başka tutturabilen Müslüman ülke yok. Türkiye bu gücü sayesinde dünyada model ülke olabiliyor ve düzen koyucu ülkeler arasındaki yerini alıyor.

ŞİMDİKİ TEHLİKE

Türkiye şimdi özellikle dış politikasıyla ama aynı zamanda kendi içinde de Müslümanlık öğesine abartılı vurgu yapmaya başladı. Yani markamızın iç dengeleri bu sefer de Müslümanlık lehine bozuluyor. Markayla bu şekilde oynanmasının bizi sıradanlaştıracağını ve dünyada önemsizleştireceğini görmeliyiz.

Türkiye kendi özgün markasının iç dengeleriyle bu şekilde belki dış zorunluluklar nedeniyle oynuyor olabilir.

Arap Baharı denilen süreçten sonra bölgenin tümünde İhvan'ın güçlenmesi ve Amerika'nın tam bir ters takla atarak kendi çıkarı için bu hareketi desteklemesi nedeniyle Türkiye yeni yönelimiyle dışarıda elini güçlendirdi.

Ancak içeride atılan bazı adımlarla da markamızın iç dengeleriyle Müslümanlık lehine oynanma eğilimleri var.

Bir süre markamızın Müslümanlık öğesine fazla vurgu yaptıktan sonra iç dengeleri belki yeniden kurabiliriz.

KAMUSAL ALAN NE OLACAK?

Ama bir tehlike de var. Markamızın içindeki bu Müslümanlık öğesine artan vurguyu biz bu gelişmenin kamusal alandaki etkilerinin ne olacağını hiç tartışmadan yapmaya başladık.

Modern demokrasilerde artan dindarlık ortamında kamusal alanın anlamı üzerine en fazla düşünmüş ve yazmış düşünür olan Habermas, global düzeyde çağın anlamını değiştirecek şekilde önemli bir değişim olduğunu söylüyor.

Bu değişimi Berger, "The Desecularization of the World" başlıklı çalışmasında inceledi, yani 1989-90 yıllarında global düzeyde sekülerlikten çıkış süreçleri yaşanmaya başlandı. O dönemi düşünerek incelersek Türkiye de bu sürecin içindedir ve o yıllarda AKP'nin iktidara gelmesiyle sonuçlanacak süreci yaşamaktadır.

Bu dönemin başlamasıyla dünya dinlerinin kültürel özgüvenleri çok arttı. Müslümanlık da gayet tabii ki bu sürecin içindeydi. Sonuçta ülkelerin sivil toplumları içinde bir zihinsel kayma yaşandı ve dinin artan etkisinin kamusal alanda bu tür değişiklikler getireceği çok yoğun tartışıldı.

Bizim markamız içi dengeler çok uzun süre laiklik öğesi lehine bozulmuş olduğundan kamusal alanımız laikliğin tahakkümü altındaydı. Bu yüzden dinin toplumsal yaşamımızda önemi artarken kamusal alanımız üzerine anlamlı bir tartışma yaşayamadık ve kamusal alan dinamiklerimiz azgelişmiş kaldı.

Şimdi bu sürecin sonunda Müslümanlık öğesine hem dışta hem de içte daha fazla vurgu yapılmaya başlanmışken ve bunun kamusal alanımız üzerinde etkileri olacağı neredeyse kesinleşmişken buna uygun bir zihinsel kaymayı yaşayamamış olduğumuz için hiç de hazır değiliz gibi görünüyor.

KİMSE HENÜZ TAM HAZIR DEĞİL

Kaçınılmaz gibi görünen bu dönüşümü yaşarken biz yine markamızın iç dengelerini bir şekilde korumalıyız; çünkü bu dünyada bir güç, bir önemli ülke olmamız buna bağlı. Ancak bu güç işi başarmak için modern toplumlarda dinin öneminin artığı ortamda kamusal alan kavramı üzerine yoğun şekilde tartışmalıyız ve gelecek olan değişime hazır olmalıyız.

Ne laiklerin dediği gibi "Değişime karşı direniriz" demenin yararı var, ne de dindarların dediği gibi "Değişim dalgaları zaten arkamızda, bir şey yapmasak da biz kazanacağız" demenin yararı bulunuyor.

Evet bu değişim mutlaka olacak; çünkü global düzen de buna hazır ve bekliyor, ama bu değişimi kaliteli bir şekilde, sıradanlaşmadan, önemimizi koruyarak yapabilmemiz için ülke markamız içindeki öğeler arasındaki güç dengelerini kollamak zorundayız.

Bunun için demokrasinin anlamı ve dinin kamusal alanda olması gereken yeri konusunda hep birlikte düşünüp tartışmalıyız, iktidar da "Ben yaptım oldu" anlayışından çıkıp bu tartışmaya bütün gücüyle katılmalı ve katkısını yapmalı.

O el hâlâ düğmede

JETİMİZ vurularak düşürüldükten sonra ben, "Bazıları bir yerlerde Türkiye için düğmeye bastılar" yorumunu yapmıştım. Esenboğa Havalimanı'na indirilen Suriye uçağı olayından sonra o elin hâlâ düğmenin başında olduğunu söylemeliyim.

Suriye uçağı hakkında işlem, alınan bazı istihbarat bilgilerinden sonra yapılmış. İşin içine istihbarat girince dezenformasyon da olaya tabii olarak dahil oluyor. Yani Türkiye'ye yalan yanlış istihbarat verilmiş olması ihtimali de var gayet tabii ki.

Bunu yapmış olabilecekler, bunun bir karşı istihbarat eylemi de gerektireceğini görmeliler. Bölgemizde istihbarat savaşının çok tırmandığı ve tehlikeli bir durum aldığı günlerdeyiz.

Putin'in ertelenmiş ziyaretinin gerçekleşeceği güne kadar istihbarat dünyasında sertleşmeler bekleyebiliriz.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar