Ben artık çok mutlu bir insanım
BİLİYORSUNUZ uzun zamandır böyle şeyleri, hele de hafta içi günlerde yapmıyorum. Ciddiyet illeti beni de bir süredir teslim aldı. Hayata dair gülümsetici yazılar artık yazmıyordum.
O tür yazıları yazabilmem için kendimi mutlu hissetmem gerekir. İllete kapıldığımdan bu yana pek de mutlu olamadığım da herhalde ortada.
Ancak yeni bir şey oldu. Evimizi taşıdık. Rana -ki kendisi benim karım olur-"Bu evin masrafını karşılayamıyoruz, haydi kalk taşınıyoruz" dedi. Kalktım, nitekim taşındık da. Ben çevremdeki koşullarla pek ilgilenmediğimden nereye taşındığımızın fazla farkında değildim, ama çalışma odamdan eskisine göre daha küçük olmasına rağmen çok memnundum. Yeni odamda yerimden kalkmadan bir Oblomov gibi her şeye uzanabiliyorum.
Hangi semtte olduğumun farkında değildim. Semtin beni genelde pek ilgilendirmediğini düşünürüm; çünkü nerede olursa olsun evin içinde aynı yaşıyorum.
Ama semti bilmeden olamıyor. Amazon.com'daki kitap teslim adresimi değiştirmem gerektiğinde istemeden de olsa yeni semtimi öğrendim.
YENİ TÜRKİYE'NİN BAŞKENTİNDEYİM ARTIK
İşte mutluluğum bu aşamada başladı. Size de müjdemi vereyim, ben artık yeni Türkiye'nin başkenti sayılabilecek Ümraniye semtinde oturuyormuşum. Hakkında çok yazdığım halde yeni Türkiye den kendimi oldukça soyutlamış yaşayıp gidiyordum.
Artık istesem de soyutlayamayacağım onları; çünkü neredeyse penceremden içeriye girecekler, o derece somutlar artık.
Bundan böyle kimse bana halktan kopuk diyemeyecek, bu kesin.
İLK ÖNCE KORKTUM
Yeni Türkiye değerleri, hayat tarzı denilince aklınıza ne geliyorsa bunlardan hepsi fazlasıyla Ümraniye de var. Hemen adapte olamam diye korkup uzun süre evden dışarıya çıkmadım. Rana -ki kendisi karım olur- beni dışarıya çıkarmak için çok ikna edici bir yol buldu.
İnternetten bir seri katilin evinde bulunmuş olan parçalara ayrılmış bir vücudun bulunduğu fotoğrafı gösterdi. "Bugün de benimle gelmezsen ve işimi yine aksatırsan seni bu fotoğrafta gördüğün hale getiririm" dedi. "Dur ceketimi giyip hemen geliyorum" dedim; çünkü biraz önce o fotoğrafı anlatırken "Parçalara ayrılmış vücut" derken elimde olmayan nedenlerle çok fazla açık olamadım, kusura bakmayın.
O fotoğrafta vücut parçalarının hepsi vardı. Eller, ayaklar, kafa vesaire her şey vardı. O parçalardan bir tanesine yönelik duygusal bir hassasiyetim olduğundan karımın teklifini "Nereye gidiyoruz?" diye bile sormadan kabul ettim.
MUTLULUĞUM KATLANDI
Nereye gittiğimizi de öğrenince hayat sevincim, mutluluğum arttı. Düşünebiliyor musunuz, karımla AYEDAŞ ve doğalgaz idaresine hesap kapatmak ve açmak için gidiyormuşuz.
Bir gün içinde üst üste gelen bu güzel haber mutluluktan neredeyse bayılmama neden olacaktı. Düşünebiliyor musunuz, artık hem yeni Türkiye'nin başkenti sayılabilecek bir semtte yaşıyorum hem de bu güzel haberi duyduğum gün elektrik ve doğalgaz faturalarıyla uğraşmak zorundaydım.
Bu kadarı da fazlaydı. Bir insanın kaldırabileceğinden çok fazla aşırı mutluluktu bu, üstelik iki yer de Ümraniye nin en işlek caddesi üzerinde bulunuyordu. Bendeki şu şansa bakar mısınız; bir insan hayattan başka ne isteyebilir ki.
SÜREKLİ HAREKET VE AŞIRI HEYECAN
En işlek caddeye geldiğimizde biraz şaşırdım. Ümraniye'nin anacaddesindeki görünüm biraz sonra bulundukları yere nükleer bomba düşeceği haberini almış bir ortama benziyordu. Ben bu kadar telaşlı ve hızlı hareket eden insanları bir arada bugüne kadar görmedim. Sokaklar tesettür şıklığının az bulunur güzellikleriyle doluydu.
Özellikle genç kızlar çok heyecanlıydı. Öyle ki çoğu yoğun araba bulunan yoldan karşıdan karşıya geçerken aynı anda büyük ihtimalle aynı sokakta biraz ötede yürümekte olan arkadaşlarına mesaj da çekmekte olduklarından hemen hepsi bizim tarafımızdan öldürülme riskine girdiler.
Bu olayların sonucunda Ümraniye'nin anacaddesinde Rana ve genç kızlar arasında ciddi kavgalar yaşandı. Bunu uzaktan gören, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde Anayasa değişikliğinin laiklikle ilgili maddesi tartışılıyormuş sanabilirdi.
"Bu ne telaş, neler oluyor?" diye sordum, Rana "Alışveriş yapıyorlar" dedi ve sustu.
Alışveriş heyecanı konusunda yeni Türkiye'nin eski Türkiye'ye on bastığı kesindi. Size bir şey söyleyeyim mi, Ümraniye eğer isterse şu an tesettür modasının dünyadaki moda başkenti de olabilir. Ümraniye geleceğin tesettür Paris'i namzedim benim.
BURAYA AİT OLMAYAN BİR ŞEY
Etrafıma bakarken birden katiyen bu âleme ait olmayan bir şey gördüm. Ümraniye'nin en işlek caddesindeki bir duvarda "Çare Sarıgül" yazıyordu. Ne alaka anlamadım. Sarıgül'ün burada bir çare olabilmesi için Türkiye'de bir iç mübadele yaşanması gerekiyor. Eğer AK Parti iktidarı Nişantaşı ile Ümraniye nüfusu arasında bir değiş tokuşu gerçekleştirirse belki o zaman Mustafa Sarıgül burada çare olabilirdi.
BİR GÜN MUTLAKA GELECEK
"Çare Sarıgül" sloganlarından sonra en fazla sokak mesajı, geleceği bildirilen metroyla alakalı Ümraniye'de.
Metronun gelecek olmasına burada neredeyse bir mesih geliyormuş muamelesi yapılıyor. Metronun nereden geleceği, nereye gideceği, istasyonun yeri bile belli. Belediye başkanı halka müjdesini vermiş, halk da alışveriş heyecanı yatıştıktan sonra bu sefer gelecek metro heyecanıyla yaşamaya başlıyor.
O metronun bir istasyonu da evimin yanı başında bulunuyor. Eskiden olsa aynı hattın Ümraniye den de geçecek olması, benim için alışık olduğum eski Türkiye ye doğru giderken inmeyip atlayacağım bir durak daha anlamına geliyordu. Ama şimdi gördüm etrafı, bundan sonra sık sık giderim Ümraniye ye, hiç işim olmasa bile yeni Türkiye ye alışmak için yaparım bunu.
MİNİ SKANDALLARIM
Etrafı iyice gezerken birkaç mini skandal da yaşadım. Kafama koymuştum, bir yabancı vitamin şirketinin dükkânından karımı sakinleştirmeye yarayacak bir vitamin almalıydım. Çünkü durum vahimdi, şimdi neden olduğunu sormayın, bunu bir başka yazıda anlatırım.
Aradığım dükkânın adını kime söylediysem bana uzaydan gelmişim muamelesi yaptılar. Ne yapayım yani, onları memnun etmek için tesettüre uygun giyinmek ve bunun dükkânını aramaya da mecbur değilim ya. Size küçük gelebilecek bu ayrıntı nedeniyle yeni Türkiye ile aramdaki tüm bağlantıları kesip atmaktayken Rana beni AYEDAŞ binasına iterek soktu.
Bu gezimizin ve belki de hayatımın zirve noktasıydı. Öyle ya Ümraniye de AYEDAŞ binasında sıraya girip elektrik işlerini çözmek her benim diyen erkeğin başına gelecek güzellik değil.
ÜMRANİYE'DE DISNEYLAND
Tuhaf bir şey, binanın içi dışarısından çok daha karışıktı. İçeride durmadan bir hareketlilik vardı. İlk baktığımda ben içerisini Disneyland'e benzettim. Hani Disneyland'de popüler oyuncaklara binmek için sıralar oluşur ya ve beklediğiniz noktaya bir pano koyup üzerine "Bu noktadan itibaren bekleme süresi üç saat" diye yazarlar ya, işte AYEDAŞ'ta da öyle bir uyarıya ihtiyaç vardı.
Numara veren makineye bastım, 1945 çıktı. Elektrikli panolara baktım, o anda sıranın 178'de olduğu yazıyordu. Küçük bir hesaplamaya göre bana sıra eğer o kadar yaşarsam 75 yaşımda filan gelecekti. Tekrar makinenin başına gittim, bir başka seçeneğe bastım ve bu sefer de 10 numara geldi. O anda bu sırada 8'inci numaranın işlemi yapılıyordu. Numara sıralamasındaki bu muazzam farka şaşırarak son defa neye bastığıma dikkatle baktım. Orada, "Bundan önce hiç enerji bağlanmamış binalar" yazıyordu.
Ben, "Böyle bir sırada işimi yaptıracağıma, öteki sırada gerekirse hayatımın sonuna kadar beklerim" diye söylendim, ayrıca önceden hiç enerji bağlanmamış binalardan neyin kastedildiğini de anlamamıştım.
Üç saat sonra işimiz halloldu. Eve döndüğümüzde ben evet çok mutlu bir insandım. "Orda bir köy var uzakta, gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür" şarkısında olduğu gibi oralarda hep olduklarını bildiğim yeni Türkiye gerçekleriyle nihayet tanışmıştım. Tanışmak ne demek, artık onların semttaşıydım bile. Bugünkü coşkumu affedin, bu sadece aşırı mutluluğumdan kaynaklanıyor.