Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

DEMOKRASİ bilincinin yerleşmiş olduğu normal ülkelerin gazetelerinde 13 Ağustos günü manşetlerde Shakespeare vardı. Shakespeare'e ait olduğu iddia edilen bazı el yazmalarının otantik olduğu ve 1602 yılında kaleme alınmış bir oyuna ait olabileceği ispat edilmişti.

Bu gelişme Shakespeare'in hayatı ve eserleri üzerine dünya çapında oluşmuş düşünce ve sanat cemaatinde büyük bir heyecan yaratmıştı. Ünlü sanat tarihçileri, uzmanlar demeçler veriyor ve çok sıkı bir tartışma başlatıyorlardı.

Yaşamlarının temel koordinatlarının, hayat tarzlarının, kırmızı çizgilerinin değişmeyeceğini bilen insanların yaşadığı normal demokrasilerde bu haber manşet olabiliyor ve bu haber heyecanla okunabiliyordu.

Bu arada bizde, yani hiçbir şeyin normal gitmediği, anormalliğin rutin hale getirildiği ve insana dair hiçbir kırmızı çizginin ortada bırakılmadığı, demokrasisi özürlü anormal Türkiye'de ise ne tartışılıyor?.. AK Parti iktidarı ile cemaat arası ilişkiler ve çatışmalar en önemli gündem maddemiz.

Bu, ben ve benim gibi Shakespeare haberinin en önemli gündem maddesi olabileceği bir ülkede yaşamak hayalini kuran insanlar için son derece acı bir gerçek.

Türkiye'nin gündemi olan konuda taraf olmuş kalemler benim bırakın yazmayı, düşünürken bile korkacağım ve kendime "Haddini bil" diyeceğim konuları son derece rahat biçimde yazıyorlar.

Birbirleri hakkında öyle iddialar ortaya atıyorlar ki, insan "Bunların onda biri bile doğruysa biz çoktan yanmışız" diye düşünüyor.

Shakespeare haberinin ve benzerlerinin en önemli gündem maddesi olacağı bir Türkiye hayal ettiğim benzer günlerde bazı arkadaşlarım, "Hayal dünyasında yaşamaktan vazgeç. Sen Ortadoğu'da komşularının ne olduğu belli olan Müslüman ve muhafazakâr bir ülkede yaşıyorsun. Bunu unutma" diyerek bana gerçekçilik dersi veriyorlar.

Yaşım gereği olgunlaşmış olmam gerektiğini ve ne yazık ki benim hâlâ çocukça düşünmekte ısrarlı olduğumu söylüyorlar.

Ben ise yaşlandıkça olgunlaşmaktan uzaklaşıyorum galiba. Çünkü eğer olgunlaşmak, Türkiye'nin gerçeklerini ve gündemlerini kalıcı olarak kabul etmekse kimse kusura bakmasın, bunu yapamayacağım. Çünkü yaşlanıyorum, vaktim kısalıyor. Arzu ettiğim yaşamı ve ülkeyi yaşayabilmek, buna ulaşabilmek için bekleyecek vaktim kısalıyor.

Kalan vaktimi "Cemaat mi, AK Parti mi?" tartışmasıyla harcayacak değilim. "Bu konuda Fethullah Gülen ne diyor, Başbakan'ın tavrı ne?" doğrusunu söyleyeyim umurumda değil. Onların dedikleri hayatımı altüst ediyor olabilir, kendime tanımladığım yaşam tarzını riske de atıyor olabilir. Sonunda bunlar olabilir ama kalan zamanımı hangisinin haklı olduğunu anlamak için harcayıp daha da kısaltacak değilim.

Aman ha, bu tavrımın bir ukalalık girişimi olduğunu sanmayın; çünkü değil, aksine ben mütevazı olmaya çalışıyorum. Ben derin çatışmaları anladığını sanan, büyük anlamların peşinde koşma iddiasında olan biri değilim.

Yaşanmakta olan bu büyük tartışma yerine dün ben sadece Shakespeare haberine ve Ertuğrul Özkök'ün Disney dünyasını anlatan yazısına heyecanlandım.

Bunlar hayatı güzelleştiren ve birey yaşamlarını şıklaştıran şeyler. Eminim ki cemaat-iktidar kavgasına odaklanmış insanlar da kendilerine göre bir güzelliğin peşindedirler. Ama bizlerin güzellik anlayışı ile onlarınki çok farklı ve bir uzlaşma da olabileceğini sanmıyorum.

Yıllardır hayat ve güzellikler üzerine belki bir ortak zemin bulunabilir diye umdum ve bunu arayan yazılar yazdım, ama son tartışma gösterdi ki bu galiba imkânsız.

Belki de düşündüklerimi bu şekilde söylememem, entelektüel sahtekârlık yaparak "bunlar benim için de çok önemli, çok hayati şeylermiş" gibi davranıp tartışmada bir taraf olmam bekleniyordun Bu oyunları oynamak için harcayacak zamanım yok benim; dediğim gibi yaşlanıyorum ve yaşanacak ülke beklemek için vaktim azaldı.

Kalan zamanımda en azından entelektüel dürüstlük göstereceğim. Cemaat-iktidar çatışması, yorumları, haberleri beni ilgilendirmiyor; çünkü bunların ne gerçekleri tam söylediğini ne de derindeki gerçek sorunu anlattığını düşünüyorum.

Bir de hangi taraf tartışmayı kazanırsa kazansın, hangi taraf daha güçlü çıkarsa çıksın benim hayatım açısından daha iyi, daha güzel olabileceğine katiyen inanmıyorum. Bu yüzden tartışılan konular hakkında fikir sahibi olsam da bunları söyleyerek idam sehpasına celladın zorlaması olmadan çıkan mahkûm edasıyla kendi ipimi çekmek anlamına gelecek yazılar da yazmayacağım.

Ben yazının başlarında şöyle bir cümle kurdum: "Ben derin çatışmaları anladığını sanan, büyük anlamların peşinde koşma iddiasında olan biri değilim." Yani bir Mehmet Barlas değilim, bir Mehmet Baransu hiç değilim.

Bu son tartışmanın star kişilikleri onlar. Mehmet Barlas, mütevazı olmanın ne demek olduğunu bilecek kadar tecrübesi ve yaşı olan bir yazar. Baransu ise mütevazı olma kavramını düşünecek kadar bile zamanı olamamış, hızla yükselmiş ve güçlenmiş genç bir yazar. İkisi de son tartışmada öyle büyük laflar ettiler ki beni en hafif deyimle şaşırttılar. Baransu ise söyledikleriyle beni korkutmayı sürdürüyor.

Barlas'ın bir kardeşi olarak, Baransu'nun ise yaşça büyüğü olarak bu tartışmadan bir an önce çıkmalarını tavsiye -tavsiye lafı belki kızdırır- rica ediyorum.

Çünkü bu tartışmanın Türkiye'nin daha güzel, benim özlediğim bir ülke olmasına yol açacağını hiç sanmıyorum.

Baransu kendi söylediklerini biraz dikkatli okuyup mütevazı olma kavramı üzerine düşünse iyi olacak.

Barlas ise bu yazılar yerine Türk sanat müziği üzerine birkaç yazı yazsaydı, hayatın benim anlayacağım türde güzel olmasına çok daha katkı yapacaktı.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar