Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        SIMON Kuper’in 1990’larda yayınladığı meşhur kitabı Football against the Enemy (Düşmana Karşı Futbol) Türkçe’ye “Futbol Asla Sadece Futbol Değildir” diye çevrilmişti. Gerçekten de futbol, Türkiye’de de çok iyi bildiğimiz gibi bir spor olmanın çok ötesinde anlamlar taşıyan bir oyun bütün dünyada.

        Salı geceki Almanya-Brezilya maçı da en azından benim açımdan o inanılması zor skorun çok ötesinde bazı anlamlar içeriyordu. Tabii bunları sembolik diye değerlendirmek gerekir ve hiçbir şekilde de gerçekliğe tekabül etmeyebilir düşündüklerim. Yavuz Semerci de maçla ilgili yazısında değindi. Alman takımı bir makine gibi ve maçın ilk üç dakikası dışında aksamadan çalıştı.

        Burada görülen takım disiplini, mücadele azmi ve metot Almanlardan hoşlanan hoşlanmayan herkesi etkiledi. Üstelik geçmiş Dünya Kupalarının aksine bu kez “Herkes oynadı, Almanya kazandı” dedirtmeden oynadı Almanlar.

        Buna karşılık turnuvanın başından beri, büyük bir hayal kırıklığı yaratan Brezilya’nın, yenilgisi değil bu yenilginin boyutuydu şaşırtıcı olan. Kendi sahalarında, 1950’deki ikinciliğin acısını nihayet silmek bir yana, silinmesi mümkün olmayan bir utançla kupadan elendiler. Üstelik çocukluğumdan beri çoğumuzu büyüleyen o estetik dolu, insanı coşturan oyundan eser bile kalmamıştı.

        İşin teknik detaylarına girmek benim işim değil. Bildiğiniz gibi Brezilya son on beş yılın en çok sözü edilen ülkelerinden. “Yükselen piyasalar”ın önde gelenlerinden, BRIC diye adlandırılan dörtlünün asil üyelerindendi. Son zamanlarda da güzel bir ekonomik performans gösterdi. Orta sınıf statüsündeki vatandaşlarının sayısı arttı. Ne var ki, işin kolay tarafı bittiğinde, büyümenin sanayisizleşme pahasına gerçekleştiği netleştiğinde, zor reformlar yapılması gündeme geldiğinde Brezilya’nın performansı da düştü.

        Almanya ise Sosyal Demokrat-Yeşiller koalisyonu döneminde bir yandan yaklaşık 2 trilyon Euro’ya mal olacak Doğu Almanya’yı satın alma operasyonunu gerçekleştirirken, kısa vadede toplumunun canını çok yakan reformları takır takır devreye soktu. Bugün Alman ekonomisi, AB üyelerinin geri kalanlarının canına okuyarak da olsa sağlam bir zeminde büyüyor. Tüm dünya Alman otomobillerini, makinelerini almak için sıraya giriyor. Semerci’nin dediği gibi öncelik ve hedef hep bir işin iyi yapılması oluyor.

        Cengiz Çandar’ın tümünü alıntıladığı maçla ilgili değerlendirme yazısında Simon Kuper 2004 Avrupa Kupası’nda gruptan dahi çıkamayarak rezil olan Almanya’nın bugünkü haline ne tür çabalarla geldiğini özetlemiş. (http://www.ft.com/intl/cms/s/0/ e5b7e294-077b-11e4-81c6-00144feab7de. html) Brezilya’ya gelecek için yaptığı 8 tavsiyede Kuper’in söylediği şu: Sıfır noktasında olduğunuzu kabul edin ve gerekenleri yapın. Bunların arasında sorumluluğu kişilerde aratan duygusallıktan arınmak, pas işine odaklanmak ve Brezilya futbolunu dünyaya açmak geliyor.”

        Brezilya için geçerli olan Arjantin için hayda hayda geçerli. Arjantin de bu turnuvada bana göre matah futbol oynamadı. Ama rakiplerini oynatmamayı iyi becerdi. Kuzey komşuları ve her konuda can rakipleri Brezilya’da oynanan bir Dünya Kupası’nda finale kendilerinin kalması yeterli bir ödül diye görülüyor. Arjantinlilerin siyasi ve ekonomik arka planı Brezilya’dan daha da trajik. 1906’da Arjantin dünyanın en zengin altıncı ülkesiydi. İnanılmaz kaynakları, tarım ve hayvancılığıyla hep yüksek potansiyelli bir ülke diye görüldü.

        Latin Amerika’nın en kanlı diktatörlüğünün altında ezildi ve hile hurda yardımıyla 1978’deki Dünya Kupası’nı evinde kazandı. Dünyaya Maradona gibi bir yıldız verdi. Ama Maradona’nın hayat hikâyesi aslında Arjantin derbederliğinin de bir yansımasıdır. Kim kazanır bilemem ama favorim de kazanacağını tahmin ettiğim de Almanya.

        Diğer Yazılar