Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Türkiye’de bugünlerde devlet-din ilişkileri bağlamında birkaç sorun boyutu öne çıkmış durumda.

        İlki; üniversitelerde başörtüsü ya da türban takmanın serbest olup olmayacağı, ikincisi zorunlu din derslerinin kaldırılıp kaldırılmayacağı, üçüncüsü Alevilerin kendi inanç ve pratiklerinin devlet katında meşru kabul edilip edilmeyeceğine ilişkin tartışmalar.

        Başta siyasi partiler olmak üzere, kamuoyu yoğun biçimde bu konuları tartışıyor. CHP, lideri Kılıçdaroğlu’nun başlattığı tartışma ile türban sorununu masaya yatırmış durumda. 1982 Anayasası ile zorunlu hale getirilmiş olan ortaöğretim kurumlarındaki din derslerinin kaldırılıp kaldırılması ya da seçmeli ders yapılıp yapılmamasına ilişkin tartışmalar ise daha ziyade sivil toplum örgütleri ve medya aracılığıyla popüler bir tartışma konusuna dönüştü. Alevilerin devletten talep ettikleri düzenlemeler bugün yeniden gündeme dahil olsa da, aslında yıllardan beri tartışılan bir konu.

        Üniversitelerde türban yasağının sona ermesine ilişkin pratik adım kısa bir süre önce YÖK Başkan’ının üniversitelere gönderdiği bir yazı ile atıldı. Sorun şimdilik çözülmüş olmakla birlikte, siyasi aktörlerin parlamento çatısı altında uzlaşma suretiyle konuyu daha sağlam ve kalıcı bir temele kavuşturması, kız öğrencilerin eğitim haklarının bundan sonra herhangi konjonktürde keyfi olarak engellenmesinin önüne geçebilir.

        Anayasanın 24.maddesiyle din dersi eğitiminin zorunlu olması, 12 Eylül askeri rejiminin tahayyül ettiği bir devlet ve toplum modelinin ürünüydü.

        Bu dönemde devlet eliyle popülerleştirilen İslam, 12 Eylülcülerin dine bakışı, konuyu dini özgürlükler temelinde ele almasıyla ilgili değildi. Sadece, 12 Eylül rejimine karşı oluşabilecek tepkileri dini inaç ve pratikler aracılığıyla yumuşatma politikası olarak devlet-din ilişkisinin kurgulandığını söyleyebiliriz.

        Aleviliğin devlet nezdinde yakın zamana kadar itibar görmemesinin temel gerekçesi ise, herhalde 12 Eylül’ün inşa ettiği İslam anlayışı ve dini hoşgörünün çapıyla ilgili bir durumdur. Bugün gelinen noktada devleti din ve mezhepler karşısında nötr hale getirme -ki laikliğin ve laik devletin temelinde devletin bütünç inanç gruplarına karşı eşit mesafede durması yatar- konusunda mevcut iktidarın yapıcı adımlar attığını görmezden gelemeyiz. Tabii ki yeterli değildir. Fakat, düne kıyasla bütün bu sorun boyutlarının yoğun biçimde tartışılıyor olması bile, Türkiye’de siyasal modernleşme sürecinin hızla işlediğinin bir göstergesi.

        Siyasal modernleşme demokratikleşmeyle eş zamanla yürür ve siyaset bilimci Ömer Çaha’nın ifadesiyle iç içe girmiş üçlü bir çember etrafında şekillenir. Merkezdeki birinci çemberde birey, ikincisinde sosyal gruplar, dışında ise devlet yer almaktadır. Birinci çemberde bireyin evrensel nitelikli temel hakları, ikincisinde başta kültürel çoğulculuk olmak üzere demokrasinin yapısal boyutunu oluşturan unsurlar, üçüncüsünde devletin tarafsızlığı, hukukun üstünlüğü konumlanmıştır.

        Türkiye’de demokrasiyi, laik devlet niteliğini ve çoğulcu toplumu güçlendirmenin yolu, çemberler arasındaki uyumu tesis ettirip, korumaktan geçiyor.

        Diğer Yazılar