Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kapı çalardı akşamüstü..

        Açar ve bakardım ki üst kattaki komşunun oğlu gelmiş.

        “Abi, eğer müsaitseniz akşam bizimkiler size çaya geleceklermiş” der ve giderdi..

        Yemek sepetinden yemek siparişi verilmezdi o zamanlar.

        “Pizza en geç 30 dakikada kapınızda” sloganını bilmezdik.

        “Bir alana bir de bedava” hayatımıza girmemişti..

        Annem elime fincanı verir ve iki kat aşağıdaki Melahat teyzeye gönderirdi beni “Türk kahvesi var mı bir sor bakalım” diyerek..

        Yazlık için kamyonete eşya yüklenir ve şimdilerde metroyla 20 dakikada gidilen yere yazlık için gidilirdi..

        Kapı açık bırakılabilinir ve üst komşuya çıkılırdı.

        Sokağın başındaki evde biri ölmüşse bütün mahalle oradaydı..

        AVM bilmezdim..

        Erik ağacına çıkıp erik toplayabilen son insanlardanmışım meğer de; şimdi idrak edebiliyorum..

        “Beach” yoktu şezlonglu, “halk plajı” vardı kumdan kale yapmaya gidilen..

        “Çok ayıp ama” en önemli uyarıydı. Hele aile büyüğü ise düşman devletten nota yemek gibi gelirdi..

        Bir de 23 nisanda trampetçi seçilmek vardı ki; dünya karmasına girmek gibi bir şeydi..

        KİRLENDİ DÜNYA

        Yan komşu Anadolu’dan göçmüş olabilirdi. Kürt, Ermeni ya da büyük bir olasılıkla Rum’du..

        Annemin başörtüsü vardı ama türbanı hiç olmadı mesela..

        Aradaki farkla kimse de ilgilenmezdi..

        Üst katın ev yapımı helvası bütün komşulara dağıtılır, belli zamanlarda aşureden dolup taşardı buzdolabım..

        Üstelik ben “teldolabı” denilen şeyi de yaşayabilmiş insanlardandım. Şimdi anlıyorum ki şanslıymışım..

        Camın önünden geçen amca şapkasını hafiften kaldırarak “günaydın” derdi mutlaka.

        Camdan sepet sarkıtırdı anam..

        Yoğurtçu geçerdi çıngıraklı, havalar soğudu mu ‘bozaaa’ sesine uykum kaçardı..

        RAKİP TAKIMI SAYARDI

        Karşıdaki komşu ile onun üstündeki, Galatasaray-Fenerbahçe maçından kol kola gelirlerdi ve ben iyi bilirdim ki ikisi de rakip takımı sevmese de sayardı..

        Farklı iki takımı tutarlardı ve sadece birbirlerine takılırlardı..

        Lambalı radyoda kısa dalgadan ‘Monte Carlo’ istasyonunu bulduğumda ise sanki Amerika’yı ben keşfetmiştim..

        İlk transistörlü radyoyu akıl ve hafsalamın alması aylar sürmüştü..

        TRT İstanbul radyosunda ‘gece ve müzik’ dinlenirdi..

        56 Chevrolet ile boğaza gidilirdi çay içmeye..

        Karşı komşunun kızını beğenmek vardı fıtratımızda..

        Havaalanımız az ve uçağımız sayılıydı. Şimdi çok ama; Diyarbakır seferleri iptal.. Uçaklar apronda bekleşiyor..

        KISA MESAJ YOKTU

        El öpülürdü..

        Sağol oğlumu biz hiç “saol oolum” şeklinde yazmadık..

        O zamanlar okullar “kar tatili” yaşardı ama asla “kan tatili” yaşanmamıştı..

        Mahalle maçı yapardık..

        Molotof bilmezdik, en aşırısı “çatapat” ile oynaşmaktı..

        Polisi sever ve güvenirdik..

        Babam Menderesçi annem İnönücüydü.. Geçinip giderlerdi bir güzel..

        Asayiş sorunu nedeniyle pek maç ertelenmezdi o zamanlar.

        Diyarbakır’da sokağa çıkılabilse oynayacaklardı Diyarbakırspor-Düzyurtspor maçını mesela.

        Bildiğim tek “duble” babamın arasıra koyduğu kadehiydi, “duble yol” diye bir şey yoktu ki hayatımızda. Ama gidebilirdik yollarda..

        “Saga Heroes” oyunu değil, “kukalı saklambaç” çocuklarıydık biz..

        Az mı sakatlandık “uzun eşek”te..

        Yunanı nasıl denize döktüğümüzü madam Kalyopi’nin yanında pek seslendirmezdik birbirimize..

        Bir koşu gidip ‘çivit’ aldığımı hatırlarım mahallemin sinekli bakkalından, çünkü o gün çamaşır günü olurdu..

        Hele bir “din dersi” hocam vardı, öyle de tatlı anlatırdı ki her dersten sonra camiye gidesim gelirdi..

        Emniyet müdürüne suikast pek olmazdı. Suikast, tuzak, yüzü kapatarak yapılan saldırı ‘erkekçe’ bulunmazdı kı..

        Hani diyorum; biz büyüyünce mi kirlendi dünya..

        Kobani deseler “ilaç ismi” derdim..

        Kobani yoktu hayatımızda.

        Kısaltma da pek bilmezdik.

        OGS, KGS, TEM ve ATM girdi hayatımıza önce..

        Sonra PKK ardından IŞİD..

        Ve tabii ki TOMA filan..

        “Televizyonunuzu kapatmayı unutmayın’ yazısıyla büyüdük biz..

        Şimdi kapatma düğmesi pek kullanılmıyor, en fazla ‘stand by’ düğmesine kadar gidiyordur elimiz..

        “İzdivaç” programı ayıp sayılırdı eskiden olsa..

        Hava kararana kadar top oynardık ve mutlaka evin az ötesinde bir arsa vardı..

        Haber kanalı diye bir şey yoktu, ancak “ajans” haberleri dinlemek vardı..

        “Hayat mecmuası” her şeydi, taa ki “Tan” gazetesi çıkana kadar..

        Eskiden polis göründü mü uzaktan “oh bee” denirdi, şimdi uzak durulmaya çalışılıyor görünmeden..

        “Fast food” yoktu, “sofra kurmak” vardı..

        Asansör bulup 11. kata çıkacak düğmeye basmakla uzaya giden aracın önünde oturmak eş değerdi..

        Bonzai ve Tiner yoktu, en fazlası “leblebili gazoz” idi..

        Deniz Gezmiş mesela hiçbir büste saldırmamıştı. İşi gücü söylemdi, slogandı..

        Teröristinde hırsızın da kibarı olurdu da biz çizgi romanlarda okurduk maceralarını.

        Tom Miks, Zagor ne kadar mert kahramanlarmış meğer..

        Özlüyorum inanın..

        Yokluğu, saflığı, teknolojisizliği, seyrederek değil okuyarak öğrenmeyi, “google hazretleri” kolaylığına kaçmadan sora sora bilinçlenmeyi özlüyorum..

        O zamanlar demode bulduğum her şeyi ne kadar da özlüyorum şimdilerde, anlatamam..

        Diğer Yazılar