Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        -PARİS-

        Pardon, biz ne bilelim “Ermeni” olduğunu!

        Tüm yaptığımız şarkılarını sevmekti.

        Çünkü o şarkıları severek aşık olabileceğimizi düşünüyorduk. Sevebileceğimizi, sevilebileceğimizi.

        Fransızca dinlemek iyiydi ama Fransızca bilmek de gerekmiyordu. Her ne anlatıyorsa, her kelimesi müzikle dans ediyor, seni de alıp götürüyordu.

        Götürüyordu ve nereye gittiğimizi pek bilmiyorduk.

        Aynı şarkıları sevip hepimizin başka başka hayallere dalmasından da belliydi.

        “Dünyanın sonuna götür beni” dediğinde hepimizin dünyası ve sonu ayrıydı ya.

        Pardon, biz ne bilelim “Ermeni” olduğunu!

        “La Boheme” çaldığında, onun kim olduğunu bilmek bir yana, kendinin kim olduğunun da bir önemi yoktu.

        Dünyanın herhangi bir yerinde buluyordun, kendinden kaçamayan kendini.

        O da kaçamamış meğer.

        “Dün yine” şarkısındaki gibi.

        Şahnur’u yazamayıp Charles adını verivermişler kafa kağıdına.

        Anne Türkiyeli, baba Gürcistanlı, pardon biz ne bilelim, o da “Ermeni!”

        Sonra sonra öğrendik ya, neler olduğunu ve nelerin olmadığını; lakin ne yapacaktık, şarkıları mı düşman sayacaktık!

        Şarkılar düşman değildi ve esasen kendisi de değildi.

        İnsanlarla, halklarla bir alacağı yoktu, bizim de olmasın istiyorduk zaten; kendi kayıp kökenine borcunu ödemek içindi herhalde, “politize” oluşu.

        Oysa biz öyle ölümler istemiyorduk, çok çok ölsek bile.

        “Sevmekten ölmek” diyen bir şarkıda bile aklımız hep “sevmek”te kalıyordu.

        Geçenlerde İstanbul’da bir kitapçıda, kasa sırasında beklerken, bir genç masaya “Fransız Şarkılar”ı plağı koydu:

        Brel, Regiani ve diğerleri. Baktım, 12 şarkıcı arasında bir Aznavour hayatta hala.

        Yaşlılık işte, çeneni tutamıyorsun, ”Plağınıza iyi bakın, bir tek o kalmış” dedim; “O da konserlerini iptal etti. Bir iyiyim bir kötü, dedi daha dün.”

        İlk şarkılarını söyleyen Gilbert Becaud plaktan ve çok uzaktan göz kırpıyordu.

        Pardon, biz ne bilelim…

        Tamam melodiler arasında şüphelenmedik ama sesini, şarkılarını, her şarkının gizli gizli davet ettiği gibi başımızı bir omza koymayı, omzumuzda bir baş hissetmeyi seve kaldık.

        Charles Aznavour 94 yaşında “Türkiye Ermenistan sınırımın açılması hayali”yle öldüğünde…

        Şarkıları nın kışkırttığı hayallerimizin birçoğunun başına geldiği gibi, aslolan hayal kırıklığıydı…

        O yüzden ben hep en çok “Desormais”yi sevmiştim.

        O şarkı “Bundan böyle” olamayacakları sıralardı!

        Ne olur ne olmaz işte!

        Diğer Yazılar