Zamanın durduğu şehir: Mardin
Farklı medeniyetlerin yan yana yaşadığı, 'Taşların Başkenti' Mardin, özgün mimarisi, kültürü, sanki zaman geçmişte bir yerde durmuş gibi görünen tarihi yapısıyla defalarca gitme isteği uyandırıyor

Dillerin ve dinlerin bir arada yaşadığı 'hoşgörü şehri' Mardin, bir kere gidince, insanda; "Bir daha ne zaman gelsem?" hissi uyandırıyor. Farklı medeniyetlerin yan yana yaşadığı, özgün mimarisiyle aslında daha fazla tanıtılmayı hak eden Türkiye’nin incisi Mardin.
Geçmişi M.Ö. 8000’lere kadar uzanan bu tarihi kent için 'Taşların Başkenti' yakıştırması hiç de yanlış olmaz. Mimarisinin temelini oluşturan taş yapılarıyla Mardin, sarı rengin en güzel tonunu sergiliyor evlerinde.
Güneydoğu Anadolu'da Suriye ile sınır komşusu olan bu Mezopotamya toprağı, tarihi İpek Yolu'nu barındıran yapısıyla yüzyıllardır zengin ticaret hayatına sahip oluşuyla hem farklı kültürlere hem de farklı dinlere de ev sahipliği yapmış. Türk, Kürt, Arap, Süryani, Yezidi, Yahudi, Ermeni olmak üzere 7 din ve 7 dilin mensuplarını ağırlamış bugüne kadar. Bugün halen daha farklı tarihsel dönemleri yansıtan tarihi eserleri, mimari yapıları, farklı dili konuşan, farklı dinlere ve mezheplere mensup insanları bir arada yaşarken görebileceğiniz nadir yerlerden biri Mardin.
Konumu itibarıyla ilk çağlardan itibaren ciddi bir geçiş noktası olarak görülen Mardin'in özellikle günümüzde 'Eski Mardin' olarak adlandırılan, yapısının bozulmaması için çaba sarf edilen kısmı, gezip görmeye değer birbirinden ilginç yerler barındırıyor.
Mardin evleri
Mardin’in kentle özdeşleşen evleri gerek plansal özellikleri, gerekse malzeme ve bezemeleriyle Anadolu konut mimarisinde ayrıcalıklı bir konuma sahip. Kalenin eteğinden başlayarak ovaya doğru inen evler arasındaki kot farkı 50-150 metre civarında. Geleneksel evlerin tümünün cephesi sadece güneye, Mardin Ovası’na bakıyor. Tepenin eğimi üzerinde kuruldukları için en az iki katlı olan evler birbirinin manzarasını kapatmıyor. Mardin evleri, coğrafi işaretli 'Mardin Taşı' kullanılarak inşa ediliyor. Bu taş, yağış ve ardından sıcakla birleşerek zamanla daha da sertleşip sağlamlaşıyor. Taşların özelliklerinden dolayı evlerin içi yazları serin, kışları sıcak oluyor.
Peki, Mardin'e gidince nereleri görmeli?
Dara Antik Kenti
Henüz tamamı gün yüzüne çıkarılmamış antik kent, Yukarı Mezopotamya’nın en önemli yerleşim yerlerinden biri. Dara, İmparator Anastasius'un girişimleriyle 505 yılında, Doğu Roma İmparatorluğu’nun doğu sınırını Sasanilere karşı korumak için askeri amaçlı bir garnizon kenti olarak kurulmuş. Roma İmparatorluğu'nun çöküşüyle şehir, zaman içinde önemini yitirmiş.
Kaya içine oyulan yapılardan oluşan ve geniş bir alana yayılan kentin çevresi 4 kilometrelik bir surla korunmuş. Bugün bakıldığında kilise, saray, çarşı, zindan, tophane ve su bendi kalıntıları halen görülebiliyor.
Dara’nın en etkileyici ve görülmeye değer yapılarından biri, mezarlık alanı. Ana kayanın yontulmasıyla, derin ve geniş vadiler biçiminde oluşturulan kaya mezarlar, kentin batısındaki geniş tepeler üzerinde yer alıyor.
Deyrulzafaran Manastırı
15'inci yüzyıldan sonra etrafında yetişen zafaran (safran) bitkisinden dolayı Deyrulzafaran (Safran Manastırı) adıyla anılan manastır, 1932’ye kadar 640 yıl boyunca Süryani Ortodoks patriklerinin ikamet yeri olarak kullanıldı. Patriklik o yıldan beri Lübnan'nın başkenti Beyrut'ta bulunuyor. 5. yüzyıldan başlayarak farklı zamanlarda yapılan eklentilerle bugünkü haline 18'inci yüzyılda kavuşmuş manastır. Hristiyanlık öncesi dönemde güneş tapınağı olarak kullanılmış. Bugün, Süryani Kilisesi'nin önemli dini merkezlerinden biri olma özelliği taşıyor.
Kasımiye Medresesi
Mardin’in güneybatısındaki tepelerin altında yer alan medresenin yapımına Artuklu döneminde başlanmış ve Akkoyunlu Hükümdarı Cihangiroğlu Kasım Padişah döneminde 1457-1502 arasında tamamlanmış. Taş işçiliği ve süsleme motifleri bakımından ilgi çeken iki katlı ve avlulu medresenin en ilginç yeri, avlusundaki çeşme ve havuz. Çeşmenin düzenlemesinde İslami tasavvuf felsefesine göre suyun akışıyla doğumdan ölüme kadar geçen insan hayatı ve sonrası simgelenmiş. Çeşmeden akan su ana rahmini temsil ediyor ve hayatın başlangıç noktası olarak görülüyor. Döküldüğü ilk yer bebeklik bölümü, sırası ile akış yönüne göre çocukluk, gençlik ve yaşlılık bölümü yer alıyor. Medresenin avlusunda yer alan ve suyun en son döküldüğü alan olarak görüşen havuz ise 'mahşer' havuzu olarak nitelendiriliyor.
Mor Gabriel Manastırı
Mardin'de Süryani yapılarında, özellikle dini merkezlerinde sıkça 'mor' kelimesine rastlamak mümkün. Mor, Süryanicede 'aziz' anlamına geliyor. 397'de Mor Şmuel ve Mor Şemun tarafından kurulan Mor Gabriel, Orta Doğu’nun en eski ve aynı zamanda aktif olarak kullanılan manastırlarından biri. Manastır, Süryani Kadim Cemaatinin ünlü ve büyük yapıtları arasında yer alıyor.
Ulu Cami
Ulu Cami, Artuklu Dönemi mimari örneklerinden, dilimli kubbesi ve minaresiyle Mardin’in sembolü niteliği taşıyor. Kayıtlara göre aslında iki minareli inşa edilmiş, ancak günümüze tek minare taşınabilmiş. Şehrin hemen her köşesinden dikkat çeken minare, Mardin denince akla ilk gelen görüntüler arasında. Minarenin kare kaidesindeki yazıt, yapım tarihini 1176 olarak gösterse de bugünkü minare 1888/1889 yıllarında yeni ve elektik bir üslupla yapılmış. Yapının kiliseden camiye çevrildiği de söyleniyor.
Cami avlusunun kuzeyinde bulunan eyvan içerisindeki Artuklu çeşmesi insan ömrünü simgeliyor. Çeşmenin şekli, suyun geniş ve dar kanallardan akışıyla doğum, çocukluk, yetişkinlik ve ölümü tasvir ediyor.
Kırklar Kilisesi
Mor Behnam ile kız kardeşi Saro adına yapılan kilise, adını erken dönem Hıristiyan efsanelerinden almış. 6'ncı yüzyılın ortalarına ait yapı, 1293’te Mardin Süryani Kadim Patriklik Merkezi olduktan sonra halkın ruhani ve idari işleri bu kiliseden yönetilmeye başlanmış. 1799’da burada açılan dini okulun 1825-1899 arasında faal olduğu biliniyor. Kilisede 1928'e kadar eğitim ve öğretim devam etti.
Midyat
Midyat, aslında Mardin'in ilçesi, ama şimdilerde il olmaya çok yakın. Mardin ilinin en geniş ve nüfus bakımından en kalabalık ilçelerinden biri. Henüz resmi olarak il ilan edilmemiş olsa bile, ilçe girişinde "Midyat ilimize hoş geldiniz" yazısı dikkat çekiyor. Yani aslında Midyatlılar, ilçelerini çoktan il ilan etmişler.
Midyat, İslam, Hristiyanlık ve Yezidilik dinleri ile Türkçe, Kürtçe, Arapça ve Süryanice dillerinin buluşma noktası. Midyat'da bu dinlerin yanı sıra sayıları çok az olmakla beraber Yezîdî dinine mensup insanlar da yaşıyor. Bölge, M.Ö. 9'uncu yüzyıl Asur tabletlerinde Matiate olarak tanımlanıyor. Bu Aramice/Süryani isim, 'vatanım' anlamına geliyor.
Özellikle 2000'li yıllardan itibaren dizi ve film çekimlerine sahne olan Midyat, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin en gelişmiş ilçelerinden biri olarak görülüyor.
Mardin mutfağı
Mezopotomya mutfağınn birçok özelliğini yansıtan Mardin mutfağının göze çarpan özelliklerinden biri, yemeklerinde et ve bulgurun çokça kullanılması. Kuzu etinden yapılan kaburga dolması, yöre mutfağının simgelerinden biri.
Irok denilen içli köftesi, sembusek adı verilen kapalı lahmacunu, ikbebet adlı haşlanmış içli köftesi ve çiğ köftesiyle Mardin mutfağı çok zengin.
Mardin Kiliçe çöreği, Süryani çöreği de bölgenin öne çıkan lezzetlerinden.
Bir Mardin gezisinden geriye gördükleriniz ve anılarınız dışında yanınızda ne götürebilirsiniz? Badem şekeri, dibek kahvesi ve bıttım sabunu, bölgenin olmazsa olmazlarından. Bunların yanında Süryani şarabı da bölgenin önemli değerlerinden.
Telkâri sanatı
Mardin, özellikle de Midyat, gümüş ustalarıyla öne çıkan bir şehir. 3 bin yıllık telkâri sanatı, Süryanilerin de yer aldığı ustaların eliyle yaşatılarak, gelecek nesillere aktarılıyor.
Türk Patent ve Marka Kurumu'nca coğrafi işaret belgesiyle tescillenen geleneksel el sanatı, tümüyle el işçiliğine dayalı, ince tel halinde çekilen gümüşün bükülmesiyle hazırlanan, çok küçük motiflerin kaynak yardımıyla bir araya getirildiği bir uygulama. Midyat'ta geçmişte 70'in üzerinde atölyede üretim yapılsa da bazı Süryani ustaların Avrupa'ya yerleşmesi ile bu sayı azaldı. Ancak yine de ustalar yeni öğrenciler yetiştirmeye, telkârinin inceliklerini öğretmeye devam ediyor.