Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Sinema Aykut Enişte 2'nin üç başrol oyuncusu Cem Gelinoğlu, Hakan Yılmaz ve Melis Babadağ Habertürk'e konuştu
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Bazı filmler, sinema salonlarında gösterimden çıktıktan sonra keşfediliyor.

        2019 yapımı 'Aykut Enişte' onlardan biriydi.

        Yalnızlığından şikâyetçi olan ve aile özlemi çeken 'Aykut'un hikâyesini konu edinen 'Aykut Enişte', ikinci filmiyle seriye dönüştü.

        2020'nin temmuzunda setine gittiğimde 'Aykut Enişte 2'nin kış aylarında gösterime girmesi planlanıyordu. Ne var ki pandemi sürecinde sinema salonlarının kasım 2020'de ikinci kez kapatılması sonucu yapımcı BKM, filmin izleyiciyle buluşma tarihini ötelemek zorunda kaldı.

        'Aykut Enişte 2', yapımcısından, görüntü yönetmenine kadar tüm üreticilerinin ve çalışanlarının sabırsızlıkla beklediği sürecin ardından gösterime 3 Aralık'ta girecek.

        Aynı zamanda 'Aykut'u canlandıran Cem Gelinoğlu'nun Giray Altınok ve Muammer Tali ile birlikte senaryosunu yazdığı filmi Onur Bilgetay yönetti.

        Cem Gelinoğlu, Melis Babadağ, Hakan Yılmaz, Müfit Kayacan, Lale Başar, Selen Domaç, Mekin Sezer, Nezaket Erden, Ecrin Moğultay, Güler Ökten, Ahmet Ak, Ali İpin, Ali Çelik, Oğuz Kara, Kerim Ertekin'in başrolleri paylaştığı ‘Aykut Enişte 2', 'Gülşah' ile evlenmek için gün sayan 'Aykut'; 'Atabeyoğlu Ailesi'nin hayırsız damadı, müstakbel bacanağı 'Talat'ın ortaya çıkması ile kendini hiç istemediği bir maceranın ortasında bulacak.

        Serinin ilk filminde 'Aykut'un iyi niyetliliği, 'Gülşah'ın naifliği ve 'Atabeyoğlu Ailesi'nin aile kavramına olan sadakatleriyle iç ısıtan hikâye, ikinci filmde de kendini iyiden iyiye gösteriyor. İkinci filme dahil olan Hakan Yılmaz'ın canlandırdığı, 'sevsem mi yoksa koşar adımlarla ondan kaçsam mı?' kıvamındaki ‘Talat', hikâyenin yeni zenginliklerinden biri.

        Cem Gelinoğlu, Hakan Yılmaz ve Melis Babadağ, Habertürk HT Stüdyo'da Mehmet Çalışkan'ın sorularını cevapladı.

        'Aykut Enişte 2' filmi 2021'in başlangıcında gösterime girecekti ama sinemalar kapandı. Bu bekleyiş sürecinde neler hissettiniz?

        Cem Gelinoğlu: Nasıl ki izleyiciler sevdiği bir yapımın devamını izlemek için sabırsızsa biz de onlara izletmek için sabırsızdık. Filmi çektik, her şey yolundaydı, 8 Ocak'ta da vizyona girmeyi düşünüyorduk, olmadı. Pandemi çok büyük, hepimizi ilgilendiren bir dert olduğu için "niye giremedik?" diye yakınmadık. Yeter ki iyi bir gelişme olsun hevesiyle sabrettik, güzel günlerin geleceğine inanarak bu günlere kadar geldik. Biz de filmi izleyicilerle buluşturamadığımız için sabırsızdık ve üzüldük. Tabii bir de filmin kendi içinde de bir güncesi var ve onun da kaybolmasını istemedik, yeni sürprizler yapmıştık, o geçsin istemedik. Tabiri caizse her gün eskiyor hissi oldu, bir de daha önce yaptığınız filmi gösterime çıkarmadan yeni bir işe de girişemiyorsunuz. Sanki yıllardır hiçbir şey yapmıyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz ama aslında bu süreçte birçok şey ürettik. O dönemde sanki film vizyona girmiş, çıkmış ve her şey bitmiş gibi hissettim.

        Melis Babadağ: Üzüldüm tabii ki. "Film bir sene daha gecikecekse bize mutlaka izletirler, bari biz mutlu oluruz" diye düşünüyordum. Yapım ekibine çok büyük baskı yaptım, duygu sömürüsüne giriştim, bütün yolları denedim ama olmadı.

        Hakan Yılmaz: Bir iş yapıyorsunuz, bir emek veriyorsunuz ve hemen karşılığını almak, hemen izlemek istiyorsunuz ama şartlar ne yazık ki imkan vermiyor. Bu durum sırf bizim için değil tüm dünya için geçerliydi. Dünyada hayat durduğu için bu durum tüm insanlığı çökertti. Herkes bir durdu. O zaman da hep bir ışık, bir umut olarak "ilk fırsatta izleyeceğiz ve biliyorum ki çok güzel bir şey yaptık" diye düşünüyordum ve o gün bu gün işte.

        'Aykut Enişte', sinemada gösteriminden sonra daha da çok fark edildi. Bu durum yazar olarak sana neler hissettiriyor?

        Cem Gelinoğlu: Ben ön yargı kırmayı çok severim ama bunu sevdikçe misyon ediniyorsun aslında. Daha stratejik davranırsan belki o ön yargıları daha az yaşıyorsun. İlk filmi yaptığımızda benim daha önce yaptığım bir işimin adı da bir karakterin ad ve soyadından oluşuyordu, 'Ali Kundilli' diye bir karakterdi. Bu sefer de 'Aykut Enişte' yaptık ama film adından dolayı yanlış anlaşılmasın karakter komedisi değil, bir durum komedisi. Herkes her durumda 'Aykut Enişte' dediği için filmin adı başka bir şey olamazmış gibi geliyordu bana. Yapım şirketine de sordum "Ne düşünüyorsunuz?" diye... Onlarda da "Bunun bir karakter komedisi olduğu düşünülür mü?" sorusu vardı ama sonra onlar da düşündükçe bu filmin adının kesinlikle 'Aykut Enişte' olması gerektiğini söylediler. İzleyicilerde bir ön yargı olduysa da bu bir karakter komedisi diye düşünmeleri olmuştur halbuki bizim en sevdiğimiz şey zaten durum komedisidir. Bir de tarih itibariyle de denenmemiş bir tarihte vizyona girdik. O zaman da güzel geri dönüşler almıştım. Benim kendi filmlerim arasında en iyi gişeyi yapan oydu ama ne zamanki dijital platformda yayınlandı, ertesi gün gerçekten işin renginin değiştiğini söyleyebilirim. Bu durum da bizi mutlu etti. İnsanlar filmi överken bile "ismine aldanmayın, çok güzel film" diyorlardı. Sonra izleyiciler anladıkça daha rahat telaffuz edebildi. Öyledir ya, biz sevilen bir işi sevdiğimizi belirttiğimizde popüler şeylerden dolayı aşağılanabiliyorsunuz biraz, ilk zamanlarda "Eğer kimse bir trip atmayacaksa ben 'Aykut Enişte'yi seviyorum galiba" diye başladı ama şimdi öyle bir şey yok, insanlar artık bu filmi bağırlarına bastılar.

        'Aykut Enişte 2'nin sinemaya dönüş anlamında bir kapı açması öngörülüyor.

        Cem Gelinoğlu: Bunu tabii ki gönül ister, ben sinema düzelsin istiyorum. Sadece film çeken birisi olarak değil, ben de film izlemek isteyen bir adam olarak, o toplumla kahkaha atmayı özledim. Komik filmler izleyeyim, sosyalleşeyim istiyorum. Genel olarak tüm sinema emekçileri de bunu istiyor, sinemaseverler, izleyenler, aslında herkes bu noktada bunu istiyor dolayısıyla biz bunu misyon edindik gibi anlatmak da doğru değil ama ilk film çok sevildiği için daha umutla bakıyorlar galiba bizim filme. İnşallah da olur, zaten sinema izleyicisi dünyada normale döndü.

        Hakan Yılmaz: Sinema izleyicileri döndü zaten. Salonlarda çok güzel önlemler alınıyor artık, sahneye çıktığım için biliyorum, tüm önlemler alındığı için herkes gelip rahatça izleyebilir.

        Hakan, 'Aykut Enişte'nin ikinci filminde kadroya dahil oldun. Teklif geldiğinde filmin hangi özellikleri seni etkiledi?

        Hakan Yılmaz: Beni görüşmeye çağırdılar, ben Cem'in daha önce iki filmini izlemiştim ama 'Aykut Enişte'yi izleyememiştim, fırsatım olmamıştı, sinemada denk getirememiştim, oyunlarım vardı. Sonra filmi izledim ve çok beğendim. Beğenmesem 'oyun tarihlerimle uymadı' gibi oyuncu yalanları vardır ya onları söylerdim. Sonra "seve seve oynarım" dedim. Zaten senaryoda bütün işi bitirdikleri için ben sadece 'Talat' kıyafetlerimi giydim ve laflarımı söyledim. Daha izlemeden de çok güzel bir iş olduğunu biliyorum. Cem, "ağabey, film nasıl oldu acaba?" diyor, ben de "rahat ol çok güzel oldu" diyorum.

        Cem, 'Aykut Enişte'nin ilkini çektiğinizde ikincisini de çekmek planınızda var mıydı? Yoksa ilkinin gördüğü ilgiden sonra mı ikincisini çekmeye karar verdiniz?

        Cem Gelinoğlu: Aslında ilk filmi yazarken Giray ile biz "bu sefer bir proje gibi tasarlayalım, dünyada bu insanlar bunu nasıl yapıyorlarsa biz de öyle yapalım" demiştik. 'Talat' karakterinin ilk filmde Yunanistan'a kaçmasının nedeni de oydu, ikinci filmi yaparsak birden bir kapı açılır ve gelir gibi bir plan yapmıştık. Ama tabii ki bu bizim biraz daha kendi içimizde kalmıştı ve onu bir kenara yazmıştık. Yani yapım şirketine de bu birinci film, bu ikinci film dediğinde doğal olarak "dur bakalım bir birinci filmi çekelim de" derler, seyirci de böyle söyler, yapımcı da böyle söyler. Biz de onu biraz köşede tutmuştuk, 'birinci filmi yapalım bakalım ne olacak' dedik. Birinci film çok sevilince, çok hızlı geri dönüşler alınca, "izleyiciler ikiyi istiyor, ne yapalım?" dendiğinde bizim zaten böyle bir hikâyemiz vardı diyebildik, öyle oldu.

        Melis Hanım, siz ilk film için teklif geldiğinde filmin hangi özelliklerinden etkilendiniz?

        Melis Babadağ: Aynı cevabı veriyorum ama olan da bu; evde senaryoyu okudum ve hakikaten kendi kendime deliler gibi güldüm. 'O sahnelerde ben de orada olmalıyım' dedim. Gülmekten çekemediğimiz sahneler gözümün önüne geldi, resim olarak önümde duruyordu ve orada gerçekten olmak istedim. Tamamıyla sette olmak isteme motivasyonuyla gittim görüşmeye. Cem ve Onur ile o gün tanışmıştık. 'Gülşah' karakterinın nasıl olması gerektiği üzerine beklentilerini anlattılar, benimkinden çok farklıydı. Ben çok başka bir fikirle gitmiştim ama Onur ve Cem'den başka bir şey geldi. Üzerine biraz çalıştık. Aslında benim o gün oradan çıkmam bayağı da uzun sürdü. Birçok sahneye çalıştık ve bu kız bu rolü yapar deyip direkt girilmedi, biz sete gittiğimizde aslında her şey tamamdı, ne yapacağımızı aşağı yukarı biliyorduk. Ben tamamıyla senaryoyu çok beğendiğim için ve şakalarına deli gibi güldüğüm için oynamak istedim.

        Cem Gelinoğlu: Bu arada ilk filmin setinde 'Gülşah öyle yapmaz, böyle yapar' diye 'Rambo' gibi de karakteri çok savundu.

        Sizce 'Aykut Enişte'yi özel kılan etmenler nelerdir?

        Hakan Yılmaz: Gerçek hikâye. "Senaryoda böyle abartmışlar şöyle abartmışlar" diyebileceğimiz hiçbir yer yok. Herkesin şu anda başına gelebilecek bir hikâye naif bir şekilde anlatılıyor. Ve orada iyi niyetli ve saf 'Aykut'un düştüğü durumdan çıkmaya çabalamasını görünce, bu bizim de başımıza gelebilir diyorsun ve çok güzel bir şekilde izliyorsun. Samimiyet çok önemli, nasıl biz yıllardır turşucuları izliyoruz, bize samimi geliyor, aynı samimiyette olduğunu düşünüyorum. Yıllar sonra izlendiğinde güncelliğini kaybetmeyeceğini düşünüyorum çünkü ilki de öyleydi. Ben ilk filmi kaç sene sonra izledim, ilk defa izlediğimde "Ne kadar samimi bir film" dedim. Bu film de öyle olacak diye düşünüyorum.

        Melis Babadağ: Şimdi yakın arkadaş olduğumuz için de Cem'in bakış açısının üzerinden konuşacağım. Bir olaya baktığınızda belirli duyguları görürsünüz ama Cem'in o aradaki nüansları görme, tespit etme ve yorumlama gibi bir kabiliyeti var. Cem benim için bir nevi 'tespitler kralı'. Yönetmenimiz Onur Bilgetay ile birlikte onları nasıl daha iyi, daha anlaşılır şekilde gösterebiliriz'i buldular ve bu çok önemliydi. Bu filmi bence ikisinin buluşması bu kadar iyi yaptı. O aradaki nüanslar insanların özlediği şeyler, siyah beyaz arasında renkler var ama çok daha fazla renk skalası var. En sevdiğim yorumlardan birisi şu; "Biz filmi açıyoruz, ‘Hababam Sınıfı' gibi ‘Süt Kardeşler' gibi arkada dönüyor". O atmosferi yaratmak, o duyguyu yaratmak çok güzel. Zaten o duygunun olduğu her yerde filmin içindeki o komik durumlar daha güzel ortaya çıkıyor. Bambaşka bir gözle aynı durumları koyun, bu inceliklerin yok olduğu bir senaryo grubuyla bu filmi çıkartmaya çalışın, bu hava çıkmaz, bunun çıkmasının sebebi aradaki insani anları yakalamak, o bir andır, o bir çaresizliktir, o ekstra bir kızgınlıktır, o bir öz değersizlik duygusudur, o bir kazanamamışlığın verdiği hırstır, o aradaki ufak şeyleri çıkartmak, o durumları güzel yapan şey. Bence filmi genel olarak güzel yapan bu.

        Hakan Yılmaz: Filmde kimse güldürmeye uğraşmıyor, filmin geneline baktığın zaman benim gördüğüm, ben de dahil kimse kimseyi güldürmek için bir şey yapmıyor. Bu filmde herkes ayrı yerlere gülebilir, herkesin bir favori sahnesi olabilir.

        Örneğin telefonla konuşma sahnesi aklıma geldikça hâlâ gülüyorum.

        Hakan Yılmaz: Mesela sen ona gülüyorsun, bir başkası başka bir sahneye gülecek ama biz onu seni güldürelim diye yapmadık biz onu normal hayat akışında yaptık, hayat her zaman ağlatmıyor, güldürüyor da.

        Melis Babadağ: Güldürmek için çok kasılmadık, setteyken "böyle olsa ya" dedik, "aa çok güzel bir şey, hadi yapalım" dedik ve öyle oldu. O an, o enerji setteki herkese, yönetmene, oyuncuya geçiyorsa o an orada gerçek bir an yakalanmış oluyor. Doğaçlama çok fazla yer var aslında, doğallığı oradan geliyor. Tabii ki matematikle yazılanla birlikte, herkesin birlikte kattığı bir şey çekilmiş oluyor günün sonunda.

        Cem Gelinoğlu: Ben de hep ona inanırım, film yapıyorsunuz ve "Bu film neden sevilmiştir?" diye soruyorsunuz. Ben bu süreçte şunu anladım; bir kere biz Giray ve Muammer ile birlikte çok yetenekli bir senaryo ekibi olduk, bir iskelet yaratmayı başardık. Burada hikâyecilik çok önemliydi. İyi bir hikâye yaratmamız gerekiyor ki insanlar izleyebilsin. Hakan Ağabey'in dediği gibi bizim için "Burada güldürmeye çalışalım" değil de eli yüzü düzgün bir hikâye yaratmak önemliydi. Ama bugün film çok sevildiğinde, bu hikâyeyi öyle üstlenemiyorum. Çünkü bu sadece onunla alâkalı da bir şey değilmiş, iyi bir hikâye yarattıktan sonra yönetmen, yönetmen asistanları, reji ekibi, oyuncular, ona öyle bir dünya katıyor ki. Aslında 2 - 3 kişi başladığın bir hikâyeyi 30 kişinin kolektif zekâsıyla bir noktaya getiriyor oluyorsun, bu inkar edilemez bir şey ve hep hatırlanması gerekir.

        Baştan sona bir ekip çalışmasının sonuçları aslında.

        Cem Gelinoğlu: Evet, böyle olduğunda o kolektif zekâya bir şekilde samimiyet olarak yansıyor. Çünkü birkaç iyi şaka yapabilirsiniz ama üç şakanın yanında bir tane yanlış ya da çok çalışmayacak bir şaka da yapabilirsiniz. Bunları görebilecek insanlarla çalışıyor olmanız, "Bence orası çok çalışmıyor" diyebilecek insanlarla, öyle oyuncularla çalışıyor olmanız, itiraz edebilen ve bunu da hoşgörüyle kendi içinde konuşabilen bir ekip olmanız çok önemli.

        Hakan Yılmaz: Bireysel egoların kenara bırakıldığı, herkesin tamamen film için çalıştığı bir iş oldu bu.

        Cem Gelinoğlu: Ve bütün bunları bir araya getiren bir yapım şirketiyle çalışmak da çok önemliymiş çünkü o kafadan başlıyor gerçekten. Yapım şirketi sana nasıl bir alan açıyorsa sen de çalışmak için öyle bir alan açabiliyorsun ve günün sonunda iyi işler çıkabiliyor.

        Melis Babadağ: Bir karakter için o andaki o durum herkesin çok güldüğü bir yerse mesela o an yazıldığı gibi oynanmadığı oluyor, üstüne bir şey koyuluyor ve onun orada bir daha doğuşunu seyrediyorsunuz. Herhangi başka bir sahne için, sahne yazılıyor ama o sahne, insanlar ve yönetmenle bir daha doğuyor, her sahne tekrar tekrar bir daha doğuyor, o konuda da çok şanslıydık.

        Cem Gelinoğlu: Onur çok özel bir yönetmen bence zaten yaptığı işlerle her seferinde daha da iyi işler çıkarıyor. Ben ilk defa bir filmimde hayal ettiğim şeye bu kadar yakın bir şey izledim, hep bir şekilde bir şey hayal ediyorsun o sahne asla öyle olmuyordu tabii ki yaklaşılıyordu çok iyi ve yetenekli insanlarla çalıştım ama bir şekilde bir şey oluyor ve hayal ettiğiniz dünyayı çok iyi anlatabiliyor olmanız gerekiyor yönetmene.

        Onur'un egosuz bir yönetmen olmasından kaynaklandığını düşünüyorum.

        Cem Gelinoğlu: Egosuz ama ego da değil mesele.

        Hakan Yılmaz: Komedi çekmek çok zor bir iştir. En zorudur. Oynamak da çekmek de zordur. Şuradan düşeriz herkes üzülür ama bir şaka yaparsın herkes ayrı şeye güler.

        Melis Babadağ: Belki de güzel olan şey biraz işi rahat bırakmış olmaktı, kendimizi günün sonunda böyle bir şey çıkacak noktasına sıkıştırdığımızı hatırlamıyorum ben. Evet, iyi bir iş çıksın stresi herkeste vardı ama belli bir şey için "Bu çıkacak, bu olacak" baskısından öte "Ne kadar güzel oluyor, bir de şöyle mi yapsak" gibi durumlarla ilerledi bu iş.

        Hakan Yılmaz: Bu iş güvenle oluyor. Oyuncu; yönetmene, yönetmen; oyuncuya, set ekibi birbirine güvenecek. Herkes birbirine güvendiği zaman sorun kalmıyor.

        'Bizim Aile', 'Neşeli Günler' ya da yeni dönemde 'Aile Arasında'nın tadını aldım.

        Hakan Yılmaz: Çok teşekkürler. İnşallah izleyiciler de o tadı alacak.

        Cem Gelinoğlu: İnşallah seyircimiz de sever, bütün gayretimizle çalıştık, yeri geldi stres olduk, yeri geldi panik olduk ama bir şekilde elimizden geleni yaptık.

        Hakan, 'Talat' gibi birisiyle hiç karşılaştın mı?

        Hakan Yılmaz: Etrafta Talat gibi bir sürü insan var, karşılaştık ama alışverişimiz olmadı. Öyle insanları tanıyorum yani ama bir alışverişimiz olsa 'aa külodumuz yok' deriz. Herkesin etrafında vardır öyleleri.

        Başına öyle olaylar geldi mi?

        Hakan Yılmaz: Ufak tefek gönlümüzü kıranlar olmuştur ama bu kadar serti olmamıştır. 'Talat' özünde iyi insandır ama onu nereden bulduğunu karakteri yaratana soracaksın, mutlaka bir tanıdığı vardır. Bu karakter nereden çıktı Cem?

        Cem Gelinoğlu: Şöyle ki; benim tanıdığım çok tatlı bir 'Talat' var ama öyle üç kağıtçı biri değil, ismi oradan geliyor, Giray da "Benim eniştemin adı da Talat, öyle bir karakter yazdık ki duyarsa ayıp olur" dedi. Ben de "enişten sana gönül koyarsa ben üstlenirim, Cem'in bir tanıdığı varmış oradan aklına gelmiş o isim dersin" dedim. Böyle bir şakalaşmamız oldu.

        REKLAM

        Pandemi süreci bir oyuncuyu nasıl etkiler? Sizi nasıl etkiledi?

        Hakan Yılmaz: Öyle böyle etkilenmedik, bir kere ilk başta ne olduğunu anlayamadık, bir dönem vardı ki kapının önünde neredeyse soyunup eve giriyorduk, poşetler yıkanıyordu. Ben insanların paniğini şurada anladım; Sağlık Bakanlığı'nın ilk vakamızı açıkladığı gün, biz İzmir Bostanlı Açıkhava'da oyun oynadık, 980 seyirci vardı ve sadece bir iki kişide maske vardı, biz açıklamadan sonraki gün İzmir Kordon'da kolonya bulamadık.

        Cem Gelinoğlu: İlk vaka açıklandığında biz Giray Altınok ve Muammer Tali ile birlikte filmi yazıyorduk, şöyle yazıyoruz; şu anda bir vaka tespit edildi, Çin'de metroda düşen adamlar var. Biz "bu pandemi herkesi öldürecek mi?" acaba diye düşündük. Neyle karşılaşacağımızı bilmiyorduk dolayısıyla çok korkmuştuk. Yazmaya devam etmeyelim, filmin sırası mı şimdi diyerek 3 kere senaryoyu durdurduk.

        Ölüm riskinin olduğu bir dönemde sanat üretmek çok zor olsa gerek, bu açıdan nasıl etkilendiniz?

        Hakan Yılmaz: Zor tabii. Belirli bir akışın var ve bir anda değişiyor, ben ayda ortalama 14 - 15 oyun oynuyordum ve dizi de çekiyordum, hep bir temponun içerisindeydim ve bir anda eve gir dediler. Eve girince diyorsun ki; 15 gün beni eve kapattılar, benim bunu faydalı bir şekilde geçirmem lazım, ilk gün ekmek yapıyorsun, yaş maya arıyorsun. Markette bana yaş mayayı gizlice verdiler. Eve yaş mayaları koyduk, ekmek yapıyoruz ama markette de ekmek var, ne oluyor? Bir anda gerçekten manyaklaşıyorsun, poşet yıkıyorsun, ekmek yapıyorsun.

        Cem Gelinoğlu: O dönem benim başıma şöyle bir şey geldi; filmi yazıyorsunuz, söz veriyorsunuz, bir tarih var ve o tarihe kadar yetiştirmeniz lazım, bir yandan bu psikolojik mücadeleyle birbirimize "ne yapacağız?" diye soruyoruz, fikir bulmamız lazım diye düşünürken stresten kalp çarpıntıları, bağırsak kilitlenmesi, ne ararsan yaşadım. Artık bir gün bu durum abarttı ve ambulansı aradım, 112 beni almaya geldi, Kartal'a götürdüler, o gün de sokağa çıkma yasağı var, en gaddar uygulanan gün, gittik, muayene ettiler, bir şeyiniz yok dediler, elimde evraklarla gecenin 2'sinde Kartal'da kaldım. Taksi yok, tanıdık yok, tek başıma kaldım öyle, ben de o geceyi hiç unutamayacağım.

        Melis Hanım, siz de evde mutlaka uzun zaman geçirmişsinizdir. Bu dönemde kendinizde hangi yönlerinizi keşfettiniz.

        Melis Babadağ: Ben hiç öyle şeyler yaşamadım. Ben o açıdan çok şanslıydım, yalnız olmak gerçekten çok riskli bunu anladım, seçilmiş yalnızlıkla yaşayan bir insanım, bununla çok mutluyum ama seçmediğimiz bir yerde yalnız kalmak biraz zor oldu. Benim Pandemi'yi algılamam bir tık geç oldu çünkü kendi dertlerimle çok meşguldüm, sıkıntılı bir dönem geçiriyordum, olayın ciddiyetini algılamam herkesten daha uzun sürdü. Ben güzel sanatlar mezunuyum, yıllardır resme dönmeye çalışıyordum, çiziyordum, olmadı deyip atıyordum, sonra Pandemi döneminde öyle bir gece oldu ki ben çizmeye başladım ve ondan sonra da film koptu. Küçükken de öyleymişim, annem hep 'yemek yemeyi unutuyorsun' derdi, gerçekten de öyle oldu, yine evdeki zamanımı 16 saat boyunca bir bardak suyla resim yaparak geçirdim.

        Cem Gelinoğlu: Öyle şeyler olmuyor dediği de şu; 16 milyon noktadan oluşan bir resim çiziyor ve haftada 4 tane tablo bitiriyor falan yani. Nasıl bir sabır, nasıl bir psikopatlık bilmiyorum.

        Melis Babadağ: Bu konuda annem çok mutlu, 'senin bir gün döneceğini biliyordum' dedi. O beni kurtardı. Herkesin zaman algısı da gitti zaten, herkes deli gibi yemek yiyip kilo alırken ben hastalık derecesinde kilo verdim, o kısım bende yok, zaman yok, yemek yok, ben dünyadan koptum gittim. Zaten yalnız yaşayınca bir yerden sonra sofra kurmuyorsunuz, haşlanmış suyun içine kabağı atıyorum, çıkarıyorum, zeytinyağı, limon koyup yiyorum, böyle bir hayat. O dönem benim için geçmek bilmedi ama bir yandan da böyle geçti.

        Bu dönemde hepimiz yeni öğretiler edindik, hayatlarımızı sorgulayıp geleceği daha fazla hayal ettik. Sizlerin bu konudaki düşüncelerinizi merak ediyorum.

        Hakan Yılmaz: Ben artık hayatımı yönlendirmiyorum. Yönlendirdim de ne oldu, günün sonunda pandemi patladı. İleriye dönük çok fazla hayal kuruyoruz ama dünyada ne olacağı çok belli olmuyor o yüzden çok büyük planlar yapmamak lazım. Bu dönem bize düşünme fırsatı verdi ve bize "çok büyük planlar yapma" dedi, "kısa planlar yap, büyük planlar yapıp olmayınca üzülüyorsun" dedi. O yüzden "kısa kısa gününü yaşa, kimseyi üzmeden, kırmadan üretmeye devam et" bence. Benim mottom budur.

        Melis Babadağ: Ben biraz alternatifler üretmeyi, biraz daha fazla kendime seçenekler sunmayı öğrenmiş oldum ve tabii ki planlarımın % 100'ünün olmayacağını görmüş oldum. Bir de planlarımın ve hayallerimin arasından eleme yapmak durumunda kaldım ki bu da iyi oldu. Çünkü sağ kalanlar daha olası ve gerçek olanlar oldu, geriye daha bana ait olanlar kaldı. İnsan oturup kendine "Gerçekten bunu istiyor muyum? Gerçekten buna ihtiyacım var mı? Hayatım gerçekten oraya mı gitsin istiyorum?" diye soruyor, o boşluk bunları hepimize düşündürmüştür, o dönemde benim hayatımda bir eleme oldu ve faydalı oldu.

        Cem Gelinoğlu: Sağlıklı ve zinde kalmaktan başka benim de büyük planlarım yoktu.

        Hakan, Pandemi'den önce Türk filmleri yabancı filmlerden daha çok izleniyordu, bu 2001'den beri böyleydi. Sence bu durumun pandemiden sonra da devam edebilmesi için neler yapılması lazım?

        Hakan Yılmaz: Sektör olarak zaten tüm önlemler alınarak işler çekiliyor. Bir de şimdi sinemalarda da artık % 100 kapasite var, tam açıldı yani, bir de aşılanmalar da var, belki gün gelecek ülkenin % 90'ı aşılanmış olacak ve her yere girip çıkabileceğiz. Sinemalara şu anda da tam kapasiteyle giriyorsun, bu durmayacak. Hâlâ çekilmiş olan ve bekleyen filmler var, onlar da zamanı gelince vizyona girecek diye düşünüyorum. Sektör ölmez ve devam da edecek. Dijital var, sinema perdesi var, bunlar devam edecek. İstediğin PR yap, o ilk on gün içindir, eğer sana birisi bir şeyi öneriyorsa asıl PR odur. Filmden ya da tiyatrodan çıktıktan sonra birisine "yani" diyorsan, o "yani" adamı durduruyor.

        Melis Babadağ: Bir de bu olay katlanarak gidiyor, fikrine güvenilen birisi "iyi" dediyse o an mükemmele doğru gidiyor ya da fikrine güvenilen birisi "eh" dediyse berbat bir filmmiş algısı yaratıyor. Bu durum geniş bir skalada dolanıyor o yüzden "iyi" ve "gidin" lafı her şeyi değiştiriyor.

        Tiyatro çalışmaları devam ediyor mu?

        Hakan Yılmaz: Oyunlarımız ve turnelerimiz devam ediyor, şu anda neredeyse eskiye döndük. Pandemi öncesine döndük sayılır, seyircimiz geliyor, salonlarımız doluyor, artık insanlar kendilerini dışarıya atmaya başladı, sinemaya gitmeye başladı çünkü önlemler alınıyor. Uçakta yan yana oturuyorsan sinemaya da gidebilirsin. Hiç çekinmesinler, sinemaları ve tiyatroları boş bırakmasınlar.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ