Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Sağlık Çığır açacak teknoloji! Türk bilim insanı Canan Dağdeviren 12 milyon kişiyi hayatta tutacak | Sağlık Haberleri

        "Dünyaca ünlü Türk bilim insanları kimdir" diye merak edip araştırırsanız Cahit Arf, Hulusi Behçet, Oktay Sinanoğlu, Aziz Sancar gibi isimlerin yanında Canan Dağdeviren adına da rastlayacaksınız. Ödüllere doymayışı ve durmayışı boşuna değil. Eğer bilim dünyasına katkı sağlamasındaki bu hızı olumsuz algılayacak olsaydık "Biri onu durdursun (!)" dememiz gerekirdi. Oysa isteğimiz hiç durmaması. Durmasın ki yeni keşiflerle insanlığa katkı sağlamayı sürdürsün. Durmasın ki erkekler liginde bir kadın olarak başardıklarıyla kızlarımız için ilham kaynağı olsun. Durmasın ki bizi gururlandırmaya devam etsin. Tanımayanlar, adını duymuş olsalar da çalışmalarını bilmeyenler, hayranı olanlar, daha fazla tanımak isteyenler aşağıdaki satırlarda okuyacaklarından sonra onu daha çok sevecekler.

        HER ŞEY TAŞLARLA BAŞLAR

        Bilime olan ilgisi taş hayranlığıyla başlamış. En çok da çakıl taşlarına hayranmış. Taşı parçalayıp içinde atomu bulmaya çalışan küçük bir çocukken bile bunun imkânsız olduğunu söyleyenlere inanmazmış. Bu merakını fark eden ailesinin kendisini desteklemesi en büyük şansı olmuş. Ev hanımı bir anne ve muhasebeci bir babanın kızı Canan Dağdeviren. Evin en büyük çocuğu olarak büyümüş. Kendisinden küçük iki erkek kardeşi olmasına karşın aile içinde pozitif ayrımcılık gördüğünü düşündüğü anlar olmuş. Ailesinin desteğini sağlamada kendi payının da hafife alınmaması gerektiğine inanıyor. Çok soru soran, kolay ikna olmayan, üstelemekten vazgeçmeyen bir çocuk olunca anne babası da kızlarını ciddiye almak zorunda kalmış. Dünyanın dikkatini çekip milyonları ilgilendiren buluşlara imza atmasını en çok “Neden” sorusunun peşinde koşmasına borçlu olduğunu düşünüyor. Çocukluğunda, ailece gittikleri pikniklerde babasının bulduğu taşları birbirine sürttüğünde çıkan elektriğin de, yaprakların mevsimlere göre renk değiştirmesinin de nedeni onun için merak konusuymuş.

        Fizik kadar kimya da ilgisini çekiyormuş. Annesi turşu yaparken hangi malzemelerin birbiriyle tepkimeye girdiğine, nasıl fermente olduğuna, yemekler pişerken renklerinin değişme nedenlerine kadar günlük hayatta üzerinde düşünmediğimiz çoğu şeyi merak edip araştırırmış. Başarı sinyallerini çocuk yaşlarda vermişse de, dünyanın dikkatini çeken ve milyonları etkileyip sağlığın yönünü değiştiren prestijli ödüllerin sahibi bir bilim insanı olmadan önce umutlarını söndüren olumsuzluklar da yaşamış. Böyle zamanlarda kurtarıcısı, pes etmeyen yapısı ve ayağa kalkma gücü olmuş.

        Canan Dağdeviren son olarak Türkiye Sağlık Bilimleri Enstitüsü  (TÜSEB)tarafından verilen Aziz Sancar Bilim Ödülü’nün sahibi oldu. Aziz Sancar kendi adına verilen ödülü kazanan Dağdeviren’e mesajında şöyle diyor:” Sevgili Canan, ödülü onurlandırdın ve çıtayı epey yükseğe koydun.  Tebrik ve teşekkür ederim.
        Canan Dağdeviren son olarak Türkiye Sağlık Bilimleri Enstitüsü (TÜSEB)tarafından verilen Aziz Sancar Bilim Ödülü’nün sahibi oldu. Aziz Sancar kendi adına verilen ödülü kazanan Dağdeviren’e mesajında şöyle diyor:” Sevgili Canan, ödülü onurlandırdın ve çıtayı epey yükseğe koydun. Tebrik ve teşekkür ederim.

        Canan Dağdeviren Harvard Üniversitesi Genç Akademi Üyeliğine seçilen ilk Türk bilim insanı. BBC’nin İlham Veren 100 Kadın, Forbes Dergisi’nin 30 Yaşından Küçük 30 Bilim İnsanı ve MIT Technology Review Dergisi’nin 35 Yaş Altı 35 Yenilikçi listelerinde yer alıyor. Geçtiğimiz ay Acıbadem Üniversitesi’nin 2024-2025 akademik yılı açılış törenine katılan ve yılın “İlk ders” konuşmacısı olarak çok önemsediği üniversiteli gençlere seslenen Dağdeviren, son olarak Türkiye Sağlık Bilimleri Enstitüsü TÜSEB’in 10.sunu düzenlediği Türk Tıp Kurultayı’nda, Aziz Sancar Bilim Ödülü’nü kazanarak dünyanın en prestijli ödüllerinin yanına Türkiye Cumhuriyeti’nden aldığı ilk ödülünü de eklemiş oldu.

        HAYATINI ETKİLEYEN O AN

        Bu satırları okuyanlar arasında Canan Dağdeviren hakkında araştırma yapmış olanlar, bu bilim insanının yaşamını etkileyen iki kitap olduğunu bilirler. Bunların ilki gençlik yıllarında babasının hediye ettiği bilim insanı Marie Cuire’nin hayatını anlatan kitap. Diğeri ise çoğu kişinin siyasetçi olarak tanıdığı ama aslında çok başarılı bir teorik fizikçi olan Erdal İnönü’nün kaleme aldığı "Anılar ve Düşünceler" kitabı. Öyle ki: “Oğlum Tayga Can’a okuyup anladığı yaşa geldiğinde hediye edeceğim ilk kitap Anılar ve Düşünceler’in ilk cildidir. Bu kitap benim için çok değerli bir taş gibidir” diyerek hem çok sevdiği taşlara atıfta bulunuyor hem de İnönü ile tanışma hikâyesini anlatıyor; “Annem ve erkek kardeşimle Kocaeli Kitap Fuarı’na gitmiştik. Annem 3. çocuğuna hamile olduğu için kendisini bir sandalyeye oturtmuşlardı. Fuarda bulunan Erdal İnönü kalabalık içinde bizi fark edip yanımıza gelerek erkek kardeşim ve benimle konuşmaya başladı. Ne üzerine eğitim almak istediğimi sorduğunda çalışmak istediğim konulardan bahsettim. Bunun üzerine bana ‘Anılar ve Düşünceler’ isimli kitabını imzaladı. Bu kitabı okuduktan sonra fizik alanını seçme arzum daha da kuvvetlendi.”

        KÜÇÜK DOKUNUŞLAR BÜYÜK SONUÇLAR

        Canan Dağdeviren üniversite dönemine geldiğinde tahmin edeceğiniz gibi tercihini fizik mühendisliğinden yana kullanmış. Babası başlangıçta tercihi nedeniyle kızının iş bulmakta zorlanacağını düşünse de annesinin seçimini desteklediğini söylüyor. Yaşamına dokunan anlardan biri üniversitede kimsenin dizüstü bilgisayarı yokken babasından kendisine almasını istemesi üzerine gerçekleşmiş. “O zaman çok pahalıydı ve ben o dizüstü bilgisayar ile harika araştırma ve sunumlar yapıp birçok başvuruda bulunarak çok sayıda ödül kazandım” cümlesi bunun kendisi için değerini gösteriyor. O bilgisayarın marifetleri bu kadarla da kalmamış. Üniversiteyi bitirdikten sonra, malzeme mühendisliği alanında yüksek lisans yapmaya karar vermesi, o dizüstü bilgisayarla yaptığı araştırmalar sonucunda, katı hal fiziğinin malzemeler kısmını öğrenmesi gerektiğini kavramasıyla gerçekleşmiş. Bu küçük adımların yaşamına olan katkısını: “O dönem küçük dokunuşların böyle büyük sonuçları olabileceğini bilmiyordum artık biliyorum” cümlesiyle açıklıyor.

        BİLİMSEL AŞKI: PIERRE CURIE

        Canan Dağdeviren’e, "Bilimsel çalışmalarına hayran olduğunuz isimler kimlerdir" diye sorduğumda, "Pierre Curie benim bilimsel aşkımdır. Kendisini çok beğenirim ve büyük hayranlık duyarım. Tanışmış olabilmeyi çok isterdim. Geçmişte hiçbir maddi destek almadan şahsi parasıyla kardeşiyle birlikte kurduğu laboratuvarında yaptığı malzeme keşifleri beni çok etkilemişti” diyor ve devam ediyor: “Eşi Marie Curie ile tanışma ve evlenme hikâyelerini de çok beğenmiştim. Erdal İnönü’yü de çok takdir ediyorum. Ben Frederick Seitz’ın laboratuvarından mezun oldum. Seitz, Macar asıllı Eugene Wigner’in öğrencisidir. Çok yakın arkadaş olan Wigner ve İnönü’nün kendi adlarıyla anılan denklemleri var. Hatta Wigner-İnönü-Frederick Seitz – Dağdeviren dörtgeni gibi bir hikâyemiz bile bulunmakta. Bu isimlerin dışında hem kadın hem de farklı alanda iki Nobel alan tek insan oluşu nedeniyle Marie Curie’yi çok başarılı buluyorum. Bir de Rozalin Franklin’i anmak isterim. DNA sarmallarını bulmasına rağmen Nobel ödülü kazanamamış çok değerli bir bilim insanıdır kendisi. Çok genç yaşta yumurtalık kanserinden ölmesi ve onun bilgilerini alıp kendi bilgileri gibi sunan inanların Nobel ödülü kazanmaları, bana göre bilim dünyası adına çok büyük bir adaletsizlik örneğidir.

        Canan Dağdeviren öğrencileriyle beraber laboratuvarda
        Canan Dağdeviren öğrencileriyle beraber laboratuvarda

        KADIN OLMAK HER YERDE ZOR

        Başarılarını çok genç yaşta dünyaya kabul ettiren bu bilim insanı, kadın olmanın zorluklarıyla karşılaşmış mı? soruma verdiği yanıt cinsiyet ayrımcılığının her yerde ve her şekilde yaşandığını gösteriyor: “Kadın olmak dünyanın her yerinde zor. Türkiye’de öğrenciliğim sırasında bir soru sorulunca erkek öğrenciler o soruyu bildiğinde hocalardan alkış alırken bana, ‘Kimden yardım alıyorsun?’ derlerdi. Amerika’ya gittiğimde ise 100 kişilik gruptaki tek kadın öğrenciydim. İhtiyacım olduğu halde kimse yardım eli uzatmak istemediği için dışlanmış hissediyordum. Türkiye’de çok iyi bir teorik eğitim almama karşın pratik bilgim çok kötüydü. Umutsuzluğa kapılıp geri dönmek yerine hiçbir projem çalışmadığı halde bir sandalye üzerinde 3 yıl boyunca herkesin ellerini inceleyip nasıl çalıştıklarına baktım ve kendimi geliştirmeye odaklandım. Bu noktada doktora hocamdan çok destek gördüm. Karşısına her zaman nerelerde yanlış yaptığım ve nereleri düzelteceğim konusunda çok iyi ve ayrıntılı hazırlanmış sunumlarla çıkıyordum. Sunumum iyi geçtiğinde herkes “Tabii iyi geçer, kadın olduğun için çok duygusalsın ve hoca sana kötü bir şey söylediğinde ağlarsın” diye cinsiyet ayırımı yaparken ben tam tersini düşünürdüm. Sunumumun başarılı geçmesinin tek nedeni benim o konuya çok başarılı şekilde hazırlanmamdı.

        EN BÜYÜK SIRRIM

        Hiçbir projemin çalışmadığı 3 yıllık bekleme süresinden sonra projelerim birden çalışmaya başladı. Doktoramın son iki yılında harika işlere imza attım. Üniversitem bunu fark ederek bana 10 bin dolarlık bir ödül verdi. Erkek arkadaşlarımdan birinin: “Sana bu ödülü vermelerinin nedeni başarılı olman değil kadın olman. Kadınların sayısını artırmaya çalışıyorlar” dediğini hiç unutmuyorum. Çok sinirlenip “Bu para senin olabilir. Git cinsiyetini değiştir ki sana da iyi davranıp ödüller versinler!” tepkim üzerine bir daha bu tür bir yorumda bulunmadı. Hâlâ cinsiyetçi muamelelere maruz kaldığım oluyor ama dert etmiyorum. Biri bana ‘Yapamazsın!’ dediğinde, ‘Demek potansiyelim var ki böyle diyorlar’ diye düşünüp daha büyük bir hırsla çalışıyor, olumlu veya olumsuz yorumlara, yaptığım işlerle cevap veriyorum. Başarının pek çok sırrı var. Benim en büyük sırrım pes etmemek. Bir şeyi yapamadığımda bu olumsuzluğa neden olan gerekçeleri iyi tespit ettiğimi ve sonraki adımda ayağa kalkıp devam edebilme konusunda iyi olduğumu düşünüyorum.

        DÖNÜM NOKTALARIM

        Canan Dağdeviren hayatını etkileyen dönüm noktalarını saymasını istediğimde daha önceki satırlarda okuduğunuz İnönü etkisi ile fizik okuma kararını bir kez daha hatırlatıp devam ediyor; “En önemli dönüm noktalarımdan biri Türkiye’den Amerika’ya gitmem oldu. Fulbright doktora bursunu, kendi alanımda ilk sırada kazanmamı çok önemsiyorum. Amerika’da John Rogers ile birlikte esnek ve çekilebilir elektronik cihazlar üzerinde çalışmam ve bunu piezoelektrik malzemelerle birleştirmem de bence bir dönüm noktasıdır. Çünkü grubumda bu işi yapan kimse yoktu. Doktora hocam bu isteğime çok şaşırsa da burstan aldığım finansal destek nedeniyle bunu gerçekleştirmeme izin vermişti. Dönüm noktalarımdan bir tanesi de dünyanın en önemli üniversitelerinden Massachusetts Institute of Technology’e (MIT) başvuru yapmadığım halde profesörlük teklifi alarak burada çalışmaya başlamam oldu. Harvard Üniversitesi’nin genç akademi üyeliğine seçilmemi de bir dönüm noktası olarak görüyorum. Tarihte kazanan ilk Türk olduğum için bu ödülün bugüne dek aldığım ödüller arasında bendeki yeri çok özel. Bu sayede kendi kişisel başarımın yanında yalnız ve güzel ülkemi temsil etme görevimi yerine getirdiğim için de çok mutlu olmuştum. Harvard’da harika bir 2.5 yıl geçirdim ve o dönemde çok güzel işlere imza attım.”

        UNUTAMADIĞI O 29 EKİM GÜNÜ

        Bilimsel yolculuğunda “Başardım” dediği o en özel anın hangisi olduğunu soruyorum. Bu hedefe ulaştığını düşündüğü çok an olsa da birini diğerlerinden ayrı tutuyor, “Doktoramın 3. yılının sonunda hiç ilerlemeyen işlerin düzelerek yoluna girmeye başlaması üzerine kendime ‘Başardın!’ dedim. Bunun olacağını biliyordum. Pes etmemiş ve ailemden aldığım destekle yoluma devam etmiştim. Hâlâ dün gibi hatırlarım. Günlerden 29 Ekim idi. O sırada hayvanlar üzerinde bir deney yapıyordum. Aleti hayvanın üzerine koyup ilk sinyali aldığımda sevinç ve heyecandan gözlerim dolduğu için konuşamamıştım. Arkadaşım ‘Ne oldu çalışmadı mı?’ diye sorunca ‘Hayır gözyaşlarımdan ekranı göremiyorum’ diye cevap vermiştim.”

        .png
        .png

        TESADÜFLER DEĞİL MUCİZELER

        Peki ya medikal teknoloji ürünleri üzerine çalışması? Tesadüfler üzerine mi gerçekleşiyor yoksa önceden çizilmiş bir yol mu? Yanıt çarpıcı: “Ben tesadüflere değil mucizelere inanırım. Yaptığım çalışmaların çoğunu aile fertlerimin ya da arkadaşlarımın yaşadığı sağlık sorunlarından yola çıkarak gerçekleştirdim. Kalp hastaları için yaptığım kendi kendini şarj eden pil, 28 yaşında ölen ve hiç tanımadığım Hüseyin dedemin hayatından etkilenmem kaynaklıydı. Bu projemle dedemin öldüğü yaşa gelene kadar harika ödüller almıştım. Meme kanseri konusunda yaptığım çalışma bu hastalık nedeniyle kaybettiğim teyzemin anısınaydı. Böbrek kanseri için yaptığım çalışmayı ise küçük kardeşim Caner’in Covid-19 sırasında bu hastalığa yakalanması nedeniyle gerçekleştirdim.

        HEDEF KADIN SAĞLIĞINA KATKI

        Canan Dağdeviren şu an MIT Media Lab’de 16 kişiden oluşan kendi ekibiyle çalışıyor. Hedefi unutulmuş kadın sağlığında ihtiyaç duyulan konulara katkı sağlamak. Konu başlıklarını; meme kanseri, yumurtalık kanseri ve tüp bebek olarak sıralıyor. Ekip arkadaşlarının uzmanlık alanlarını sorduğumda her birinin çok önemli farklılıklar gösterdiğini söylüyor. Fizik ve kimyacılar, dizayn çalışan öğrenciler, tıp doktorları, mekanik mühendisleri, elektrik mühendisleri, uzay bilimi konusunda çalışanlar, işin matematik kısmı ve yapay zekâ ile ilgilenenlerden kurulu oldukça geniş ve dinamik bir ekibe sahip. Peki bu başarılı bilim insanını dünyaca ünlü hale getiren projeler neler? soruma kronolojik sırayla anlattığı çalışmalarıyla yanıt veriyor:

        GERÇEKLEŞEN PROJELERİ

        “Doktora sırasında yaptığım ve 2014 yılında bitirdiğim ‘Giyilebilir kalp teknolojisi’ projelerimin ilkini oluşturuyor. Özellikle kalp yetmezliği olan insanların kalp pilleri kullanmaları ve bu pillerin 7-8 yılda bir değiştirilmesi gerekiyor. Yaptığımız projede, bant şeklinde esnek çekilebilir bir alet, hareket eden kalbin üzerine yapıştırılıyor ve kalp esneyip gevşedikçe voltaj üretiyor. Bu voltaj pili tekrar şarj etmeye yarıyor. Böylelikle kalp pillerinin değişmesine gerek kalmıyor.

        Bir diğer projemiz, ilk projemizden esinlenerek elde ettiğimiz bilgiyle ve bir çip teknolojisiyle deri kanserini dedekte eden bir cihaz. Bu çalışmayı 2015 yılında gerçekleştirdik.

        Sonrasında Parkinson hastalarının tedavisinde kullanılabilecek iğne biçiminde bir alet üzerinde çalışmaya başladık. Hem beyne voltaj verip hem kimyasallar göndererek kırık devreleri tamir eden bu alet, doktora sonrası araştırmalarım zamanında, 2016 yılında gerçekleşti.

        Yakın zamanda ise meme kanserini teşhis eden bir cihaz yaptık. Ultrason teknolojisine dayanan ve sütyenin bir parçası olan bu alet memenizin içindeki herhangi bir problemi birkaç saniye içinde görmenizi sağlıyor. Bu projemizde birinci prototipi bitirdik ve insan deneylerine geçtik. Ürünümüzün en fazla 3 ya da 4 yıl içinde insanlara ulaşacak hale geleceğini öngörüyoruz.

        ŞİRKETLEŞME SÜRECİNE DOĞRU

        Dizaynını ve fabrikasyonunu bitirdiğimiz aletimizin insan deneyleri kısmında gerekli dataları toplayıp FDA izinlerini aldıktan sonra şirketleşme sürecine başlayacağız. Şirketleştikten sonra meme kanseri ile ilgili ürünümüzü tüm insanların ulaşabileceği bir platform haline dönüştürme amacındayız. Bu noktada en büyük isteğim, ihtiyaç duyduğumuz araştırma parasına sahip olmak. Ürünlerimizin insanlar üzerinde denenmesi ve sonuç alınması için gereken şartlardan biri bu. İkinci isteğim ise farkındalık yaratmak. Özellikle büyük şirketlerin ve hükûmetlerin kadın sağlığı üzerine daha fazla fon ayırmaları ve bu alanda çalışan insan sayısını artırmaları gerektiğine inanıyorum. Her şeyi tek başımıza yapmamız mümkün olmadığı için yeni neslin bu konuda eğitilmesi gerektiğini düşünüyorum.”

        .png
        .png

        YILDA 12 MİLYON İNSANIN HAYATI KURTULACAK

        Canan Dağdeviren’in bundan sonra kurduğu her cümle gururumuzu artırmakla kalmayıp bu teknolojinin sonuçlarını görmeye dair istek ve umudumuzu da canlandırıyor: “Yaptığımız hesaplamalara göre elektronik sütyen teknolojisi yılda 12 milyon insanın hayatını kurtaracak. Aileleriyle birlikte düşünür ve her aileyi 4 kişi olarak hesaplarsak bu teknoloji ile mutlu olacak insan sayısı her yıl 48 milyonu bulacak. Çünkü geliştirdiğimiz ve meme kanserini erken teşhis eden bu sütyen ile hayatta kalma oranı yüzde yüze kadar çıkabiliyor. Bu teknoloji ile sadece ABD özelinde meme kanserine yapılan harcamaların yarıya düşeceğini ve bu sayede yıllık 16 milyar dolar tasarruf sağlanacağını öngörüyoruz.”

        TIP ALANINDA ÇIĞIR AÇACAK TEKNOLOJİ

        Bunun tıp alanında çığır açacak bir teknoloji olduğuna inanan Dağdeviren, bu teknolojinin sadece meme kanseri özelinde değil, yumuşak doku ile ilgili pankreas kanseri, yumurtalık kanseri, böbrek kanseri ve prostat kanseri için de uygulanabileceğini ve birçok insanın yaşamına dokunabileceğini öngörüyor. Dağdeviren’in en yeni buluş projesi yumurtalık kanseri konusunda. Bunun, üzerinde yeterince çalışılmamış, bazı çalışmalar yapılsa da efektif sonuç alınamamış bir kanser türü olduğunu söyleyen Canan Dağdeviren, yumurtalık kanserine yakalanıldığında son evrede olunduğunu, bu nedenle hayata tutunma olasılığının çok düştüğünü belirtiyor. Amacı ultrason teknolojileri kullanıp yumurtalıkların daha iyi direnmesini sağlayarak literatüre katkıda bulunmak.

        BAŞKA BİR CANAN DAĞDEVİREN

        Evli ve bir erkek çocuk annesi olan Canan Dağdeviren’in laboratuvarı dışında da bir hayatı var. İşte merak ettiğimiz bazı sorular ve aldığımız yanıtlar:

        * Bu yoğun tempo içinde mutfağa girer misiniz?

        Evet girerim. Elimdeki malzemelerle çok güzel uydurma yemekler yapar, ilginç tatlar elde ederim. Annem Adanalı olduğu için sarma ve dolmada da iyiyimdir.

        * Oğlunuz gastronomi alanında çalışmak istediğini söylese onu destekler misiniz?

        Desteklerim elbette. Çok da başarılı olacağını düşünürüm. Sevdiği işi yapan bir insanın çalıştığı alan ne olursa olsun başarısız olacağına inanmam.

        * Alışverişle aranız nasıldır?

        Alışverişi sevmiyorum. Alışveriş sırasında strese girdiğimi bile söyleyebilirim. Minimalist olduğum için bu eylem beni sıkıyor. Az eşya severim.

        * Hobiniz var mı?

        Eskiden tuz paketleri biriktirir ve her tuzun farklı bir yapısı olduğu için bunları mikroskop altında incelerdim. O hobimi şimdilik askıya aldım. Müzeleri çok severim. Boston’da harika müzeler var. Onları gezmek, geliştirdiğim cihazların diyaznı açısından da ilham veriyor.

        .png
        .png

        * Amerika’da Türkiye’ye dair en özlediğiniz şey nedir?

        Amerika’da en çok Türkiye’deki suyun tadını özlüyorum. Bir de simit yemeyi.

        * “Olmazsa olmazım” dediğiniz bir şey var mı?

        Olmazsa olmazım Türk kahvesidir. Önemli işlerimin öncesinde ve sonrasında mutlaka Türk kahvesi içerim. Bu benim için neredeyse bir totemdir.

        * Nelerden korkarsınız?

        Deneylerimi yapmadan önce endişe ve korku duyarım. Sahnede yapacağım sunumların öncesinde de büyük panik yaşarım. Deneyime başladığım anda ise benim de anlamadığım şekilde tüm korkularım geçer ve her şey süt liman olur. Bu korku ve heyecan fırtınası sonrası çok güzel bir sunum gerçekleştirdiğimde hâlâ şaşkınlık yaşıyorum.

        * Eğer sosyal bilim alanında çalışmayı tercih etseydiniz hangi dalı seçerdiniz?

        Sosyal bilim alanında bir dal seçmem gerekseydi o dal edebiyat olurdu. Büyük olasılıkla da Türk Dili ve Edebiyatı veya Amerikan Dili ve Edebiyatı okurdum. Yazılı dile çok önem veririm. Bu özelliğim yaptığım işleri en ince ayrıntısına kadar yazıyor olmamdan da anlaşılabilir. Bazı insanlar benim makalelerimi okuduklarında bu kadar ayrıntılı bilgi karşısında şaşırıp ‘Bundan dört makale daha çıkar’ der. Hatta makalemi ismimi görmeden okuyup bana ait olduğunu tahmin edebilirler. Bu yazım şekli benim tarzım haline geldi. Gelecek neslin duygu ve düşüncelerimizi daha iyi anlayabilmesi ve sonraki adımları daha kuvvetli değerlendirmesi için yazılı dilin çok önemli olduğunu düşünüyorum.

        * Bilimsel zihniyet için en gerekli gördüğünüz şey nedir?

        Bilimsel zihniyet için en gerekli gördüğüm özellik özgürlük. Bir toplumda özgürlük yoksa, insanlar soru soramıyorsa veya liyakata dayalı bir denetim mekanizması bulunmuyorsa orada bilimsel zihniyetten bahsetmenin mümkün olduğuna inanmıyorum. Ben özgürlüğü çok önemsiyor, soru sormanın teşvik edildiği ve diyaloğun önemli olduğu bir ekosisteme inanıyorum. Türkiye’nin bu noktada eksikleri olmasına karşın coğrafi olarak ABD’den daha küçük bir ülke olmamız nedeniyle işlerin daha hızlı ilerlemesini ve genç nüfusumuzun varlığını pozitif yönümüz olarak görüyorum.

        ÖNERİLEN VİDEO
        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ