Doğal afet değil, insan eliyle afet
Habertürk yazarı Kemal Öztürk, Karadeniz'deki sel felaketlerinin sonuçlarını yerinde izlediği yazı dizisinin son bölümünde dere yataklarına yapılan müdahalelerin sonuçlarını uzmanlarından dinledi
Duyduğum rakama inanamadım. Bu yüzden birkaç defa sordum DSİ Bölge Müdürü Emre Akçalı’ya. Evet doğru anlamışım.
14 Temmuz 2021 günü Rize’de 1292 heyelan olmuş. Bir günde. Evet siz de şaşırmışsınız sanırım bir günde nasıl olabilir diye.
Daha da şaşırtayım sizi, heyelan olan bölgelerin tamamı ağaçların sökülüp çay ekildiği araziler.
O topraklar kaydı, dereleri doldurdu, sular taştı ve sele dönüştü.
Şimdi buna doğal afet mi diyeceğiz?
Emre Akçalı yaşadıklarımızı doğal afet olarak görmüyor, insan eliyle yaşanan afetler olarak görüyor. Bunun ne kadar doğru bir tespit olduğunu sahada ben de gördüm.
İki gündür Trabzon ve Rize’nin köylerini, dağlarını, şehir merkezlerini, derelerini, nehirlerini, sel felaketi olan yerleri, köprüleri, menfezleri dolaşıyorum.
Aklımın almadığı şeyleri Prof. Mikdat Kadıoğlu’na, bölge müdürüne ya da başka bir yetkiliye soruyorum.
Vardığım sonuç aynı: Biz doğal afet yaşamıyoruz, insanın neden olduğu afetleri yaşıyoruz.
Doğu Karadeniz Bölgesi’nde 74 bin dere var. Sadece Rize’de 9 bin dere bulunuyor.
DSİ bu derelerin taşmaması için yeni teknikler geliştiriyor ve sahada uyguluyor. Bunların önemli bir kısmını gösterdiler bana.
Ancak bu kadar çok dereye “perdeleme, ağ örme, süzme benti” gibi teknikleri uygulamak ve taşkınları önlemek imkansız.
İyi de bu dereler neden taşıyor, evleri, yolları yıkıyor, su doğal seyrinde neden gitmiyor?
Bunu nasıl önleyeceğiz?
Sakin haliyle Bölge Müdürü cevaplıyor:
“Derelere yaklaşmayacak insan. Yakınında yapılaşma olmayacak. Ev, bina yapmayacaksınız. O kendi yatağında akıp, taşmadan, kimseye zarar vermeden aslında denize dökülür. Ama insan bozuyor bu düzeni.”
Mikdat Hoca:
“Şimdi derenin etrafına beton duvarlar yapıyorsun, ‘Oradan akma buradan ak, oraya gitme buraya git, şöyle kıvrıl, buradan dön’ diye emir veriyorsun. Ama derenin bundan haberi yok! Sonra dağlardan sular geldiğinde o duvarı devirir, önüne yaptığın evleri yıkar tabii. Yapma buraya ev, duvar kardeşim.”
Dağlar taşlar çay dolu. Koca koca ormanlar kesilip çay ekilmiş. Sonra yoğun yağış olduğunda o toprak tutunacak ağaç bulamadığı için kayıp evlerin başına yıkılmış, çok can almış.
Eskiden çay ekilen yerlere “ark” denen drenajlar yapılırdı. En azından yağmur suyu oradan akıp giderdi. Şimdi o da yapılmıyor. Böylece her yıl, yüzlerce heyelan oluyor.
İşin garibi devlet heyelanla yok olan çay bahçelerinin parasını ödüyor vatandaşa.
Peki “Ağaç kesilmesine, çay ekimi yapılmasına bir sınırlama getirilmiyor mu?” diyorum. En önemli geçim kaynağı bu olduğu için kimse ses çıkarmıyor diyorlar.
“Bari drenaj yapılmasını zorunlu kılsa devlet, drenajı yapılmayan bahçelerden çay alımı yapılmasa?” diyorum. Herkes sessizce siyasilere topu atıyor.
Siyasiler ise halkı kızdırmak, zorlamak istemiyor. Oy alamaz yoksa.
Sonra toprak kayması olup, dereler dolup sele dönüşünce ve can kaybı olunca suçu doğal afet diye toprağa, küresel ısınma diye havaya atıyoruz.
Muradiye’de, derenin içine biri ev yapmış. Derenin içi deyince abartılı sandınız. Hayır derenin suyu evin duvarına çarpıp yön değiştiriyor. O derece içinde.
Hem de iki katlı. Alt katı dere manzaralı olduğu için kahve yapmışlar. Üstü henüz boş. Evin sahibi bize buranın aslında ne kadar sağlam olduğunu, kayaların, taşların üzerine evi yaptığını anlattı sürekli.
Oysa kısa süre önce biraz aşağısındaki ev dere taşması sonucu yıkılmış. Bunun üzerine burası için de yıkım kararı verilmiş. Ne zaman uygulanır bilinmez.
Yüzlerce ev, iş yeri, bina hatta resmi devlet kurumu gördük böyle dere yataklarında. Bunların büyük kısmı kaçak.
İyi de nasıl kaçak bina yapabilirler?
DSİ, “Dere yatağına, yakınına ev yapanlara izin vermiyoruz” diyor. Belediye de DSİ raporu olmadığı için inşaat ruhsatı veremiyor. Ama bu ev dere yatağına bir şekilde yapılıyor. Evler yapılırken derelerin yolu değişiyor, daraltılıyor, akla zarar köprüler, menfezler, ‘büzme’ler (dereyi yerin altına alan beton boru) yapılıyor.
Kim göz yumuyor? Tabii ki yerel yönetimler, il özel idareleri. Çünkü herkesin bir tanıdığı var illa ki.
Sonra bir imar affıyla bu kaçak evler birden imarlı, tapulu evlere dönüşüyor. Bir kısmı da yeni af bekliyor.
Bir gün sel olunca ve bu evler su altında kalınca bu kez devletimiz yardıma koşuyor! Enkaz kaldırılıyor, evi yıkılanlara yenisini yapıyor, Kızılay, AFAD, arama kurtarma ekipleri büyük fedakarlıkla çalışıyor ve devletimiz krizi başarıyla yönetmiş oluyor!
Sonra, “Allah bir daha böyle büyük doğal afet göstermesin” diye dualar ediliyor.
İşte burada Mikdat Hoca deliriyor:
“Krizi önlemek yerine, kriz olduktan sonra onu yönetmeye kalkmak akla zarar.”
Bugüne kadar ihmaller, göz yummalar yüzünden Karadeniz sahillerinin büyük kısmında kaçak ve yanlış yapılaşmalar oldu. Su Yönetimi Genel Müdürlüğü’nün raporlarında bir sel anında Trabzon’da, Rize’de nereleri su basacak, hangi evler, binalar su altında kalacak, hangi yollar suyla kaplanacak belli.
Peki bunu önlemek için kim harekete geçecek? Kargaşayı anlatayım.
Dağlarda bir derenin önüne yapılan çelik kafesi gösteriyor bize DSİ yetkililer. Taşkını önlemek için yapılmış başarılı bir çalışma. O kafesten akan su kara yoluna gelip, yolun altına girmesi gerekiyor. Ancak büzme denen sistem bunda yetersiz kalıyor.
Burada duruyor DSİ. Zira karayoluna müdahale etmek sadece Karayolları Genel Müdürlüğü’nün yetkisinde.
Şehir merkezinde taşkın tehlikesi yaşanan bir derenin yanlış şekilde üzeri kapatılmış, kenarında da ev kondurulmuş. Su Yönetimi Genel Müdürlüğü bunu tespit ediyor ama bir şey yapamıyor. DSİ bunu düzeltmek istiyor ama yetki devri bekliyor. Belediye bunu yıkmak istiyor ama Şehircilik Bakanlığı’nın alanına giriyor. Şehircilik Bakanlığı’nın bunu alıp başka yere taşıması lazım ama bütçesi yok…
Bürokrasinin çıldırtan labirentinde kayboluyor insan. Kurumlar arasındaki yetki kargaşası, iletişimsizlik deliriyor adeta.
Sonra bir sel gelip tüm bu rezaleti süpürüp denize döküyor. Tıpkı Bozkurt’ta olduğu gibi. Sonra devlet o nehir yatağındaki evleri kamulaştırıp yıkıyor, dere yatağını genişletiyor, bölgedeki imarı iptal ediyor. Bunun için 80 insanımızı kaybetmemiz mi gerekirdi?
Siyaset, Karadeniz bölgesinde artık can kaybı olmaması için radikal kararlar almak zorunda. Evleri, işyerlerini, okulları, camileri, köprüleri yıkacak, güvenli yerlere yapacak.
Evet çok eleştiri alabilir, belediyeleri de kaybedebilir ama can kaybetmez.
Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu acil olarak, Deprem Yönetmeliği gibi, Sel Yapı Yönetmeliği’nin de çıkarılması gerektiğini söylüyor. Ayrıca Orman Yapı Yönetmeliği’nin de çıkması gerekiyor diyor.
Yani bir kişi ev yapacağı zaman nasıl depreme dayanıklı yapmak zorundaysa, sele ve yangına karşı da dayanıklı ve uygun yapmalı.
Bunun için tüm bakanlıkların ortak çalışma yapması gerekiyor. Bu yetki karmaşasından, saha kapışmasından, bürokratik kaprislerden, popülizmden, vatandaş yağcılığından vazgeçmesi gerekir siyasilerin.
Aksi takdirde her yıl onlarca, yüzlerce insanımızı kaybedeceğiz, milyarlarca dolar zarar edeceğiz, bir arpa boyu da yol alamayacağız.
Bu satırları Trabzon’da yazarken, Gümüşhane ve Giresun’dan çok ürkütücü sel görüntüleri geldi. Çok şükür ki henüz can kaybı yok…
İki günlük yazımız bugün son buldu.
DSİ Trabzon’da dünyanın ilk taşkın müzesini açtı. Müzeyi gezerken, şaşırdığım şey şu oldu. Köylerde, dağlarda heyelan ve taşın alanlarını gezerken gördüğüm yerlerin aynısını burada maketlerle yapmışlar.
Yani burayı gezen biri, “Evinizi dere yatağına yaparsanız ne olur?” diye bir simülasyon maketini izleyip, sonra gerçeğinin olduğu bir yerde evine gidebilir.
Müze böyle bir çelişkiyi yansıtıyor.
Maketler, fotoğraflar, videolarla yapılmış müzede, biraz daha selde hasar görmüş araç, ev gereçleri, ağaç malzemeleri olsaydı daha etkili olabilirdi.
Yine de çok dikkate değer, ziyaret edilmesi gereken bir müze olmuş.
Dünyada ilk olması da ayrıca takdire şayan.
Daha fazla detayı videoda izleyebilirsiniz.
3500 yıllık Hitit taş tableti: “Ahmaklar evini dere yatağına yapar”Bunca yıl yurt dışında eğitimler aldı, profesör oldu, ülkenin en önemli afet yönetim uzmanı oldu, çok önemli kurumlara danışmanlık yaptı ama hiçbiri, Trabzon Maçka’daki evine dadanan ayı olayı kadar onu meşhur etmedi!
“Hocam olacak iş mi bu?” diyorum.
Gördüğüm en kompleksiz, tatlı dilli ve insan canlısı profesörün yaşadıklarını, Maçka’da evinde dinledim.
Hoca, ayı meselesini bile kriz yönetimi mevzusuna bağlamış.
Aşağıdaki videoda bizzat kendisinden bu komik ve ilginç ayı hikayesini dinleyebilirsiniz.