GDO’lu gıda geleceğin en önemli tartışma konusu
Habertürk yazarı Kemal Öztürk, ABD'deki tarımı birçok yönüyle kaleme aldığı yazı dizisinin son bölümünde dünyanın en çok tartıştığı konulardan GDO'lu gıdalara yaklaşımı inceledi
ABD’deki çalışmalar esnasında bize ikram edilen (ki çok az şey ikram ettiler, hatta Tarım Bakanlığı’nda su bile vermediler) her yiyeceğe, “GDO’lu mu?” diye espri yaptık. Onlar da “Oo yeah” diye gülerek karşılık verdi.
GDO meselesi bizim ülkemizde ve Avrupa’da çok hassas bir konu ama burada öyle değil. Hele tarımla uğraşanlar için sıradan bir mesele. O kadar yaygın yani anlayacağınız.
ABD'de mısır, soya fasulyesi, keten, pamuk gibi ürünlerin % 95’i artık GDO’lu olarak üretiliyor ve tüm dünyaya ihraç ediliyor. GDO’suz üretilenler de aynı silolarda tutulup, aynı gemilerle taşındığı için onlarda da bulaşı var.
NEDEN GDO’YA YÖNELDİ AMERİKA?
1990’lı yıllarda başlayan genetiği değiştirilmiş tohumların kullanımı bugün çok yaygın şekilde kullanılıyor artık.
“Neden buna yöneldiniz?” diye üniversitede, araştırma merkezlerinde ve bakanlıkta sürekli sorduk.
Başka türlü bu kadar nüfusun beslenmesinin mümkün olmadığını, daha iyi verim alındığını, bu sayede tarımın da daha kolay olduğunu söylüyorlar.
Ben ise sürekli daha çok kazanmanın asıl motivasyon olduğunu iddia ettim onlara. Kısmen katıldılar tabii.
Yani soya fasulyesi ya da mısırın genetiğini değiştirip, zararlı böceklere, bitkilere, kuraklığa karşı dayanıklı hale getirip, verimlerini çok büyük oranda arttırıyorlar ve daha çok kazanıyorlar tabii.
Peki ya insan sağlığı?
GDO VE AR-GE İÇİN BÜYÜK BÜTÇELER AYRILIYOR
Genetik çalışmaları ortalama 13-15 yıl sürüyor. Bu kadar zaman zarfında yatırımcılar sürekli para harcıyor. Sonunda gen aktarımını tamamladıklarında bunu Tarım Bakanlığı ile Gıda ve İlaç İdaresi (FDA) denetimine sunuyorlar.
İzin alınırsa bu 15 yıllık araştırma artık ticari bir ürün olarak piyasaya sürülüyor.
Hem devletin hem de özel sektörün GDO ve AR-GE konusunda ayrı ayrı çalışmaları var.
Özel sektör gıda alanında, özellikle tohum konusundaki biyoteknoloji çalışmalarına 1990 yılında 500 milyon dolar harcarken 2010 yılında yaklaşık 3,5 milyar dolar bütçe ayırdı.
Devlet ise daha çok tarım ürünleri, hayvan, çevre, doğal kaynaklar, beslenme, gıda güvenliği alanlarında çalışıyor ve 2 milyar dolar AR-GE çalışmalarına bütçe ayırıyor.
Ortaya devasa bilgi ve gelişmiş ürünler çıkıyor doğal olarak. Bunlar da bakanlık ve çiftçi birlikleri aracılığı ile çiftçilere ulaştırılıyor.
BİYOTEKNOLOJİ NEDİR?
Biyoteknoloji kavramının tanımı biraz karışık. ABD’de daha çok GDO çalışmaları için kullanılıyor bu kavram.
ABD Tarım Bakanlığı’nın resmi tanımı ise şöyle:
“Geleneksel ıslah yöntemleri dahil olmak üzere, spesifik tarımsal amaç için bitki ve hayvanları ıslah etmek veya mikroorganizmaları dönüştürmek ya da modifiye etmek için canlı organizmaları veya organizmaların bir bölümünü değiştiren bir dizi araç. Günümüzde modern biyoteknoloji, genetik mühendisliği ve genom düzenleme araçlarını içermektedir.”
Türkiye’de biyoteknoloji çalışmaları (tohum ıslahı, yeni çeşitlerin geliştirilmesi vb.) Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürlüğü (TAGEM) ve bazı üniversitelerde başarılı bir şekilde yapılıyor aslında. Ancak Türkiye’de GDO’lu ürün üretmek ve ekmek yasak. Sadece soya fasulyesinde GDO’lu ürün ithalatı belirli oranda serbest. Geri kalanları yasak.
GDO İNSAN SAĞLIĞINA NE KADAR ZARARLI?
ABD Tarım Bakanlığı, Missouri Üniversitesi, Gıda ve İlaç İdaresi (FDA), birlikler ve çiftçilere hep sorduğumuz soru şu oldu: Genetik müdahalede bulunduğunuz gıdalar insan sağlığına zararlı değil mi?
ABD dünyadaki en büyük GDO’lu üretim yapan ülke olsa gerek. Doğal olarak GDO’lu gıdaların insan sağlığına zarar vermediğini söylüyorlar ısrarla.
Sadece ABD değil, dünyanın en büyük soya fasulyesi üreten diğer ülkeleri olan Arjantin, Brezilya da artık GDO’lu üretim yapıyor.
Soya fasulyesi hayvan ve tavuk yeminin en büyük katkı maddesi. Dolayısı ile tüm dünya çoğunlukla bu üç ülkeden GDO’lu ürünleri ithal etmek zorunda. Yoksa et, tavuk, süt, yumurta fiyatları çok yükseğe fırlayacak. Yem için soya fasulyesinden daha besleyici bir ürün bulunamıyor. Dolayısı ile en büyük soya fasulyesi üreten ülkeler yem konusunda dünya pazarında etkinler.
GDO’lu yemleri Türkiye dahil belki de dünyadaki önemli ülkeler kullanıyor. Ama biz soya fasulyesini insan gıdası olarak kullanmıyoruz.
Peki yemdeki GDO havyana ve oradan insana geçmiyor mu?
Buna da “hayır” diyorlar.
- “Peki madem zararının olmadığını düşünüyorsunuz neden Avrupa’da bunun üretimi yasaklanıyor?" diye sordum FDA yetkilisine.
- “Bizce bilimsel bir altyapısı yok. Tamamen politik ve sivil toplum baskıları yüzünden. Ayrıca Avrupa bizden insan gıdası olarak kullanılanlar da dahil tüm GDO’lu ürünleri ithal ediyor.”
- “Bu çelişki değil mi?”
- “Evet. Bunu biz de soruyoruz Avrupalılara ama cevap alamıyoruz."
.pngBiyoteknoloji, moleküler genetik gibi alanlarda Ar-Ge finansmanında kamu(mavi sütun) ve özel sektör dağılımı.
GDO KONUSU GELECEĞİN EN BÜYÜK TARTIŞMASI
Heyetimizde GDO çalışmaları konusunda uzman isimler var. “Gelecekte biyoteknoloji öylesine gelişecek ki, bizim yaptığımız testlerle GDO’lu ürünleri tespit etmemiz mümkün olmayabilir. Çünkü bu teknolojiye sahip değiliz. Bu yüzden Türkiye’nin biyoteknoloji çalışmalarını arttırması ve GDO teknolojisine hakim olması, acilen şart” diyorlar.
Türkiye’de bu konuda çok büyük hassasiyet var. İnsan sağlığı söz konusu olduğundan bu hassasiyeti göstermede insanlar haklı.
Fakat bunu bilimsel olarak da desteklememiz gerekiyor.
TAGEM yetkilileri tohum ıslah çalışmalarını bile GDO zannedilmesinden şikayetçi olmuşlardı geçmişte bana.
Toplum bu konuda daha çok kulaktan dolma bilgiyle hareket ediyor.
Çok geniş ve önemli bir konu olduğundan GDO meselesini uzmanlarla ayrı bir araştırma yazısı yapmakta fayda var.
Şimdilik burada noktalıyorum.
.pngTohum sektörü için harcamalar
ABD VE TÜRKİYE’DE TARIM KARŞILAŞTIRMASI
Yazı dizisinin en başında konu mankeni olarak kullandığımız Adam Jones’un 3 bin 500 dönüm arazisi olduğunu ve ABD standartlarına göre “küçük” kabul edildiğini öğrendiğimiz anda, şunu dedik heyettekilerle: “Bizim ABD ile tarımsal büyüklük açısından yarışmamız mümkün değil”.
Ancak toprağımızın küçük olmasına rağmen ABD’nin de bizimle yarışamayacağı konular var tarım alanında.
Fındık, kuru üzüm, kayısı, kiraz, incirde dünya lideriyiz.
Antep fıstığı, kurutulmuş meyveler, nohut, mercimekte ise dünyada söz sahibiyiz.
Meyve-sebze konusunda da ABD’nin dev çiftliklerinden daha çok kazanç elde ediyoruz. Hem de ihracat yoluyla.
Buğdaydan elde edilen un, makarna, bisküvi ve benzeri ürünlerde yine dünyada en büyük oyuncu biziz…
Kendi tarım birikimimizi, insan kaynağımızı, pazarımızı ve coğrafi avantajlarımızı hiç de hafife almayalım.
Lakin eksiğimizi de görelim.
ABD’deki araştırmalar esnasında aldığım başlıca notlar şunlar:
TARIMDA YAPILMASI GEREKENLER
1. Devletimiz neden sütün, etin, buğdayın vb. ürünlerin fiyatını belirler? Pazara neden müdahale ediyor? Bunu yaptığı için üreticiler az kazanıyor ve bu yüzden de, “Fiyatı sen belirliyorsan sorunlarımızı da sen çöz” diyor çiftçi.
2. Pazarı serbest bırakırsa tekelleşme olacağı korkusu ya da fiyatların aşırı artacağı iddiası tarım ekonomistlerine göre gerçekçi değil. Serbest pazar oto kontrolü sağlayacaktır diyorlar.
3. Tarımı desteklemek demek alım yapmak, çiftçiye ektiği ürüne göre para vermek, mazot sağlamak olmamalı sadece. AR-GE, inovasyon, biyoteknoloji, dijital teknoloji ve makineleşme asıl destek verilmesi gereken alanlar.
4. Tarım politikamızın hala dünya ile rekabet edecek düzeyde olmadığını, siyasetçi gözüyle hazırlandığını, tarım sektörünün tepkisini almamak için yanlış uygulamalar yapıldığını birinin artık söylemesi gerek.
5. Üniversitelerimiz, tarım uzmanlarımız ve özel sektörden daha çok faydalanmamız gerekiyor. Üniversitelerimiz de “tarımpolitik ve biyopolitik” konularını artık müfredata daha güçlü geçirmeliler.
6. Çiftçi topraklarının parçalanmasını acil olarak önlemeliyiz. Parçalanmış toprakların birleştirilmesi için de projeler geliştirmeliyiz.
7. Tarımın aileler düzeyinde yapılması için sektörün ticari kazançlarının artırılması ve insanların cezbedilmesi gerekir.
8. Çiftçiliğin saygınlığının artması, insanların tarıma teşvik edilmesi, özel sektörün yatırım yapması için iletişim, sosyoloji ve ekonomik alanda projeler üretilmeli.
9. Tarım ve Orman Bakanlığı 32 genel müdürlükten oluşuyor. Bu denli farklı alan, yoğun bürokrasi, tarıma odaklanmasını zorlaştırıyor. Bakanlığın yeniden yapılandırılması gerekir.
10. Türkiye’de tarım istatistiği sorunlu. Veriler sağlıklı değil. İstatistiği TÜİK yayınlıyor ama verileri Tarım ve Orman Bakanlığı topluyor. Sahadan veri toplama, bunun analizi, tahminlerin yapılması ve yayınlanması sadece bakanlık tarafından yapılmalı. Ancak bakanlığın altyapı ve veri toplam yöntemleri sağlıklı değil şu anda. Bunu acilen düzeltmeliyiz.
11. Tarımın, geleceğin en önemli güvenlik alanı, en stratejik konusu olduğunu artık kabul edelim ve buna göre bir paradigma kuralım.
-son-