Ziyaüddin Serdar: Aslında tüm Sünniler Şii, tüm Şiiler de Sünni
İngiltere'nin en önemli 100 entelektüeli arasında gösterilen Prof. Ziyaüddin Serdar, DAEŞ, İslam dünyası ve siyasal İslam'la ilgili Afşin Yurdakul'a konuştu...
Afşin YURDAKUL / GAZETE HABERTÜRK
Fotoğraflar: Sinan BİLGENOĞLU
Brüksel’den İstanbul’a, Berlin’den Londra’ya kadar dünya gündeminin ilk sırasında DAEŞ tehdidi var. Örgüt, akıllı telefon ve tablet neslinin, kimlik bunalımı ve anlam krizinden mustarip mensuplarını kendine çekiyor. Bu kaos içinde, pek çok Müslüman entelektüel, İslam’ın geleceğine dair kafa yoruyor. Onlardan biri de İngiltere’deki Londra Şehir Üniversitesi’nden Prof. Ziyaüddin Serdar. Geçtiğimiz günlerde Sakarya’da Serdivan Fikir ve Sanat Akademisi tarafından düzenlenen ve moderatörlüğünü Süheyb Öğüt’ün yaptığı “İslam, Terörizm ve Müslümanların Durumu” başlıklı konferansta konuşmak için Türkiye’ye gelen Serdar’a göre, dünya “post-normal” zamanlardan geçiyor ve İslam dünyasının acil reforma ihtiyacı var. Serdar ile DAEŞ’i, İslam dünyasındaki mezhep çatışmalarını, siyasal İslam’ı ve İslam’ın geleceğini konuştuk.
-“Post-normal zamanlar” fikrinizi sorarak başlamak istiyorum. Zika virüsünden DAEŞ’e, küresel resesyondan en büyük mülteci krizine, dünyada birçok şey ters gidiyor. Nasıl zamanlardan geçiyoruz?
Bu, aslında dünyada olup biten farklı şeylerin birikmesi... Her şey çok hızlı değişiyor. Artık karmaşık bir dünyadayız, her şey birbiriyle bağlantılı. Küreselleşmiş ve karmaşık bir network dünyasında yaşıyorsanız, pozitif geri bildirim var demektir. Yani, kaos riski hep daha fazla. Buna “post-normal” diyorum. Normal olduğunu düşündüğünüz şey, artık işlevsel değil. Normalin ötesindeki dünyadayız ve bu hal üzerinde çok ciddi düşünmek durumundayız.
-DAEŞ adlı örgüt tüm bunların neresinde?
Daha önce İslam tarihinde hiç böyle bir şey görmemiş olmamız sebebiyle, DAEŞ de tam bir post-normal fenomen. Çok hızlı çıkış yaptılar. 2 yıl önce ortada DAEŞ yoktu. Birden ortaya çıktılar, büyük toprak parçaları kontrol ederek devlet gibi davranmaya başladılar. Ya da Zika virüsü. 20-30 yıl önce sadece Meksika’daydı. 2 hafta içinde küresel bir fenomene dönüştü. Çünkü insanlar seyahat ediyor, hastalıkların bulaşması kolay. Post-normal zamanların bir özelliği de çelişkilerle dolu olması. DAEŞ’in çelişkilerinden biri şu; Müslümanların daha önce böyle davrandıklarını hiç görmedik. Bu yüzden çok yeni... Ama bir taraftan da çok eski. Çünkü DAEŞ dediğiniz şey aslında Suudi Arabistan... Aynı hukuku ve teolojiyi takip ediyorlar. Suudi Arabistan’la DAEŞ’in farkı şu; biri perde arkasında yapıyor, DAEŞ ise korku ve terör üretmek için medyayı kullanıyor.
'TRUMP DA KİMLİK KRİZİNİN SONUCU’
Her şey bu kadar hızlı değişirken, hayatın size anlam ve amaç veren yönlerini kaybediyorsunuz. Her şey çok hızlı değişiyorsa, parçalanmak bir kural haline gelmişse, toplum da çöküyor. 20. yüzyılın başında alışkın olduğumuz toplum yapısı bugün artık yok. İnsanlar arasındaki bağ yok oluyor. Çok sayıda genç Müslüman kimlik krizi yaşıyor. Ancak söylenecek birkaç şey var. Birincisi, DAEŞ, Müslümanların çok küçük bir bölümünü temsil ediyor. Dünyada 1.3 milyar Müslüman var ve hepsinin gayeleri DAEŞ’ten farklı. İkincisi, kimlik krizi sadece Müslümanlar için geçerli değil, neredeyse küresel bir fenomen. Amerikan seçimlerine bakın, o da kimlik krizi ve anlamla ilgili. Cumhuriyetçilerin başkan adaylarından Donald Trump’ın söylediklerine neden o kadar çok insan kulak veriyor? Çünkü Amerikalı olmakla ilgili bir kimlik krizi yaşıyorlar. Amerikalı olmayı dünyadaki en büyük güç olmak varsayıyorlar, ancak güç el değiştiriyor. Çin’e, Hindistan’a, Brezilya’ya kayıyor. Artık tek kutuplu değil, yine çok kutuplu bir dünyadayız. Ekonomik ve siyasi güç Amerika’nın elinden kayıyor. Mesela Rusya 1 hafta içinde Kırım’ı ilhak ettiğinde, ABD hiçbir şey yapamadı. Amerika da sağ, çok sert bir süreçten geçiyor. Bu yüzden bu kadar yabancı karşıtlığı var. Bütün Meksikalıları “tecavüzcü” ve Amerikalıların işlerini elinden alan insanlar gibi görüyorlar. “Öteki” korkusu var. Kriz zamanlarında hep “öteki”nden korkarsınız. Donald Trump o korkuyu kullanıyor.
-Trump, bir korkunun ürünü mü?
Tabiiki, aynı zamanda Amerikan rüyasının bir ürünü. Kimse geçmişine bakmıyor, herkes Trump’ın imajına, markasına bakıyor. Günümüz dünyasında markanın, gerçeklikten çok daha büyük bir gücü var. İnsanlar bir şeyi markası için satın alıyorlar ve güveniyorlar. Gerçek insanlardansa, markalara güveniliyor.
-Peki ya Avrupa’daki İslamofobi?
Aynı şey; anlam ve kimlik kaybı. Mesela Fransa’ya bakın. Her zaman, medeniyeti kendilerinin tanımladığını varsayarlar. Fakat şimdi birden kendilerini şöyle bir dünyada buldular; Fransa ve Kuzey Afrika’daki bazı eski sömürgeler dışında Fransızca konuşan yok. Eski emperyal güçleri yok. Bu kriz “öteki” korkusunu da doğuruyor. Biz Fransa’yı çok medeni bir ülke olarak kabul ediyoruz ancak Fransız toplumunun yüzde 25’i faşist Ulusal Cephe’ye oy verdi. Paris sokaklarında dolaşan ve Gucci fular takan bir kadın modanın zirvesinde görünüyor, aynı fular Müslüman bir kadının üzerinde olduğunda medeniyete tehdit olarak algılanıyor? Burada çok büyük bir çelişki var ve post-normal zamanlarda insanlar çelişkileri uzlaştıramazlar. Bu belirsizlik, korku ve cehalet doğurur. Post-normal zamanlarda cehalet de ayrı bir konu. Bilgiyi çalışıyoruz, ancak cehaleti çalışmıyoruz. Öyle bir zaman geldi ki, artık cehaleti çalışacak, bunu tanımlayacak akademik disiplinler oluşmalı. Bunun birçok çeşidi var. Bilgisizlerin cehaleti, bilgililerin inşa edilmiş cehaleti... Tarihte buna “oryantalizm” diyorduk, şimdiyse Müslümanlar açısından adı “İslamofobi”. İslam karşıtları aslında İslam dünyasının çeşitliliğini biliyor, tüm Müslümanların terörist olmadığını da biliyor, ama bu algıyı sürdürüyorlar.
'TÜRKİYE'DEKİ MODERNİSTLER ADETA BATI'NIN KÖLESİ'
-İslam geleneğinin reforma ihtiyacı var mı?
İslam’ın çağdaş zamanlarda ne anlama geldiğini konuşmalıyız. İslam sadece bir inanç sistemi değil, aynı zamanda bir sorun çözme yöntemidir. Mesela şeriat ilk doğduğunda, amacı toplumun sorunlarına çözüm getirmekti. Bugün İslam bizim çağdaş sorunlarımıza nasıl çözümler getirebilir, bunu düşünmeliyiz. Mesela anlam kaybı, kimlik krizleri, Şii-Sünni ayrımı ve diğer yeni sorunlar. Bu açıdan, İslam’ı tekrar düşünmeliyiz. Müslümanlar da eleştirel düşünce açısından aydınlanmalı. Genelde pek çok konuya eleştirel yaklaşmıyoruz. Batı fikriyatını da eleştirmeden kabul ediyoruz. Bu bir çeşit zihinsel sömürgeleştirme... Mesela Türkiye’yi çok seviyorum ama Türkiye’de modernistlerin büyük bölümü Batı’ya tamamen köle olmuş halde. Batı’ya eleştirel bakmıyorlar. Onlar da fanatik Müslümanlar gibi dogmatikler.
'MÜSLÜMAN'IN ASIL GÖREVİ SİVİL TOPLUMA KATIKI'
Siyasal İslam, aslında yanlış bir adlandırma. Her Müslüman’ın sosyal vicdanı olmalı, sosyal adalet istemeli. Çünkü İslam’ın anlamı bu. Peygamber yetimdi, Kuran’da yetimlere sahip çıkmakla ilgili çok ifade var, bu sosyal adaletin parçası. İslam, siyaset teokrasi anlamına gelmiyor. Endonezya’da bir formül buldular, “deformalizasyon” diye. “İslam çok formel oldu, kalıpların dışına çıkıp düşünmemiz gerekiyor, ulema yönetmemeli, vatandaş yöneticilerden hesap sorabilmeli” dediler. Dolayısıyla İslam ve siyaset, sivil toplumda bir araya geliyor. Bir Müslüman’ın asıl görevi sivil topluma katkıda bulunmak, toplumu değiştirmek, yönetenleri hesap verebilir kılmaktır.
‘HEM SUUDİLER HEM İRAN SÜPER GÜÇ OLMAK İSTİYOR’
-İslam dünyasında mezhep çatışması neden yükseliyor?
Bu, dinle ilgili değil, güçle ilgili bir konu. Suudiler de İran da bölgede süper güç olmak istiyor. Bu yüzden kavga ediyorlar. Bence tüm Sünniler Şii... Çünkü Hz. Muhammed’in ailesini sevmek, Şiiler kadar Sünniler için de önemli. Tüm Şiiler de Sünni... Çünkü inandıkları temel prensipler aynı. Aralarındaki ayrımlar siyasi ve yapay. Bu da belirsizlik, cehalet ve “öteki” korkusuyla ilişkili. Sünniler Şiileri, Şiiler de Sünnileri ötekileştirdi.
‘HZ. MUHAMMED ÇOĞULCU BİR TOPLUM ÖNGÖRMÜŞTÜ’
-Hz. Muhammed nasıl bir İslam toplumu öngörüyordu?
Birçok Müslüman, Peygamber’in hayatına dair çok şey bilmiyor. Sünneti takip etmeliyiz ama nesini? Peygamber’in giyindiği gibi giyiniyorlar. Peygamber yaşadığı döneme uygun giyiniyordu. Parfüm vardı o zaman, o da kullanıyordu. Ama önemli olan Peygamber’in değerleri ve düşünceleridir; nasıl göründüğü değil. Mesela Mekke’den Medine’ye hicret ettiğinde ilk işi Medine Anayasası’nı oluşturmak oldu. Çoğulcu bir belgedir. Müslüman, Ensari, Muhacir, Yahudi; herkese temsil hakkı veren bir dokümandır. Peygamber çoğulcu bir toplum oluşturmak istedi. Ancak bugün Medine Anayasası’ndan bahseden kim? Peygamber’in biyografilerinde en fazla iki paragraf ayırırlar bu konuya. Peygamber’i bir model olarak takip edeceksek, bu değerleri takip etmeliyiz. Çoğulculuğunu, affediciliğini, vizyonerliğini... Onun hayatını önemsiz detaylara indirgedik.