Hayatınızla ne yapmak istiyorsunuz?
"Hayatın amacı var mı ve biz bunu biliyor muyuz?" İşimiz, kurduğumuz ilişkiler, eğitim, sevgi, mutluluk, dönüşüm ve benlik gibi kavramlar üzerine düşünerek sorular sorduk mu? Jiddu Krishnamurti'nin "Hayatınızla Ne Yapmak İstiyorsunuz?" kitabı, size bu soruları sormaya ve hayatınızı farkındalık ile yaşamaya davet ediyor.
Jiddu Krishnamurti'nin "Hayatınızla Ne Yapmak İstiyorsunuz?" adlı eseri, modern dünyanın hırs ve rekabetle dolu yapısını incelerken, insan ilişkilerinden eğitime yaşamımızda karşılaştığımız kavram ve olguları masaya yatırıyor. Kitap, kişisel gelişim içeriğinden ziyade insanlara kendi potansiyellerini gerçekleştirmeleri için cesaret vermeyi amaçlıyor. Kitap bizlere hırs, korku ve bağımlılık gibi olumsuz durumların döngülerinden çıkmaya davet ediyor. Sevgi, anlayış ve bilgelik yolunda yeni bir bakış açısıyla ilerlemeye yönlendiriyor.
HAYATI ANLAMLANDIRMA YOLCULUĞU
Krishnamurti, hayatı anlamlandırmak için öncelikle bireyin kendini tanıması gerektiğinin altını çiziyor. “Benlik nedir” diye soruyor. Düşünüre göre “benlik” dediğimiz; düşünceyi, deneyimi, bilinci, bilinçdışının birikmiş hafızasını, adlandırılabilen veya adlandırılamayan niyetleri, grup aidiyetini kapsıyor. Aslında bu bir süreç olarak karşımızda duruyor. İşte bu sürecin kendisi “benlik” oluyor. Benliğe olumsuz bir anlam yükleyen Krishnamurti, onun hayata karşı “çabalama” hissini kamçıladığını, kuşatıcı (baskıcı) ve ayrımcı olduğunu vurguluyor. Çünkü bu şekilde “an”ın farkına varamıyor, sevgiyi keşfedemiyoruz. Krishnamurti, içsel yaşadığımız sefaletin ya da karmaşanın dışarıda kendiliğinden oluşmadığını belirtiyor. Aksine, bu durumların bireylerin içsel durumlarının bir yansıması olduğunu savunuyor.
Ona göre biz ne isek dünya da o oluyor. İçimizdeki; düzensizlik, bencillik ve dar görüşlülük dış dünyada kaos olarak kendini gösteriyor. “Dünyayı anlamak ve dönüştürmek” için önce kendi iç dünyamızla yüzleşmemiz gerektiğini hatırlatıyor. Bu açıdan kitap, kendimiz ve dünya ile kurduğumuz ilişkilerde varoluşu da irdeliyor. Toplumun nasıl olduğunu anlamak için onun en küçük yapı taşı olan bireyin nasıl inşa edildiğine eğiliyor.
Öte yandan hayatın anlamına değinen Krishnamurti, “Hayatın anlamı yaşamaktır. Gerçekten yaşıyor muyuz? Korku olduğunda tüm yaşamımız bir taklit etme, kopyalama olarak eğitildiğinde hayat yaşamaya değer mi (…) Yaptıklarınızı gözlemlerseniz başka birisini veya başka bir şeyi izlemekten başka bir şey yapmadığınızı göreceksiniz. Bu izleme süreci ‘yaşamak’ dediğimiz şeydir ve sonra en sonunda ‘Yaşamın anlamı nedir?’ dersiniz. Sizin için yaşamın anlamı yoktur. Anlam sadece otoriteyi bir kenara koyduğunuzda ortaya çıkar (…) Yaşam olağanüstü bir şeydir. Birisi ‘Yaşamın anlamı nedir?’ diye sorduğunda, bir tanımlama istemektedir. Öğreneceği ise sadece sözcüklerdir; yoksa yaşamın daha derin anlamı, olağanüstü zenginliği, güzelliğe olan hassasiyeti, enginliği değil.” diyor.
Kitap yaşamın amacını da tartışmaya açıyor. Krishnamurti'ye göre, yaşamın amacını tartışırken 'yaşam' ve 'amaç' kavramları üzerinde durmamız gerekiyor. Bu kavramların yalnızca sözlük anlamlarını değil, bizlerin bu sözcüklere yüklediği kişisel anlamları da açığa çıkarmalıyız. Düşünür, yaşamın amacının belirli bir kalıba sokulamayacağını ve her bireyin kendi yolculuğunda bu anlamı keşfetmesi gerektiğini vurguluyor.
Öte yandan yaşamın amacını anlamak için içinde bulunduğumuz karmaşalardan, korkularımızdan, günlük eziyetlerden kaçmamamız ve onları anlamamız gerektiğinin altını çiziyor. Peki bunu nasıl yapabiliriz? Zihnimizi şartlandırmalardan arındırıp, ön yargılarımızdan kurtularak. Krishnamurti’ye göre yaşamın amacını bulmaktan ziyade özgürlüğümüzü kazanmalıyız.
“Zihnimiz ayrıntılar ve batıl fısıltılarla dolu olduğundan yaşamımız bu kadar boştur ve onun içindir ki kendimizin ötesinde bir amaç ararız. Yaşamın amacını bulmak için kendimizin kapısından içeriye girmeliyiz; bilinçli ve bilinçdışı olarak şeylerle olduğu gibi yüzleşmekten kaçınırız ve onun içinde Tanrının bize daha ötelerde bir kapı açmasını isteriz. Yaşamın amacıyla ilgili bu soru sadece sevmeyenlere sorulur. Sevgi sadece eylemde bulunabilir; eylem de ilişkidir.”
Kitap bizlere; sevgi, ilişki, yalnızlık, rekabet, öz saygı gibi kavramların anlamlarını yeniden değerlendirmemize imkan sağlıyor. Öyle ki “Bildiğimizi sandığımız kavramları ne kadar biliyoruz” sorusunu sorduruyor. Kitaptaki şu örnek tüm bu saydığımız kavramları anlatıyor nitelikte: “Resim yapmaya ilgi duyuyorum, resmi seviyorum, en iyi ressamla rekabete girmek veya en ünlü ressam olmak istemiyorum, sadece resim yapmayı seviyorum. Sen benden daha iyi resim yapıyor olabilirsin, ama kendimi seninle kıyaslamıyorum. Resim yaparken, yaptığım şeyi seviyorum; bu da başlı başına benim için yeterli.” Bu durumu Lacan’ın eksiklik kavramı üzerinden okuyabiliriz. Eksiklik kavramı, modern öznenin sürekli arzu halinde olduğunu ve bu yaşamda tam bir tatminin mümkün olmadığını anlatıyor. Krishnamurti de "Sen benden daha iyi resim yapıyor olabilirsin, ama kendimi seninle kıyaslamıyorum” diyerek bu eksikliğin farkında olma fakat onunla barışık olma durumuna işaret ediyor. Kıyaslama ve hırsın dışında sadece resim yapma sürecinden duyulan keyif, eksiklik hissini aşmanın bir yolu ve ona bir meydan okuyuş diye de yorumlanabilir. Düşünür sevgi için “Sevgi, benliğin davranışlarını ortaya çıkardığı bir arınma sürecidir” diyor.
EĞİTİM ŞART!
Kitap, kendimizi tanımamız noktasında eğitimin önemine de değiniyor. Hatta “eğitim şart” temasını güçlü bir biçimde işliyor. Peki nasıl bir eğitim? Krishnamurti’ye göre doğru tarzda bir eğitim sadece cehaleti giderme amaçlı yapılan bir eğitim değildir. Aslında kendini anlama sürecidir. “Cahil insan okuma yazma bilmeyen değil, kendini tanımayan insandır, eğitimli insan ise anlayış sahibi olmak için kitaplara, bilgiye ve otoriteye bel bağladığı zaman aptaldır. Anlayış sadece insanın tüm kendi psikolojik sürecinin farkındalığı olan kendini tanıma ile gelir. O nedenle, gerçek anlamda eğitim insanın kendisini anlamasıdır” diyor Krishnamurti…
Kendini tanımaya yönelik eğitimin temel amacı ise “özgürlüğün” korunmasına yöneliktir. Peki “özgürlük” ile “kendini tanıma” edimi arasındaki ilişki nedir? Özgürlükle psikolojik engellerimizi aşarız. Psikolojik engelleri aşarken, zekayı ve yaratıcı düşünceyi harekete geçiririz. Bu da bizi zihni özgürleştirerek ön yargılarımızı yıkarız.
Günümüz eğitiminin tekniği öne çıkararak “insanı” göz ardı edişine eleştiri getiren Krishnamurti, “Yaşamı anlamadan, düşüncenin ve arzunun hareket tarzlarını tam olarak kavramadan yetenek ve verimlilik öğretmek bizi sadece daha acımasız yapacak, bu da savaşlara yol açarak fiziksel güvenliğimizi tehlikeye düşürecektir. Tek başına tekniğin öğretilmesi bilim adamları, matematikçileri, köprü inşa edenler, uzay fatihlerini yaratmıştır; ama bunlar yaşam sürecini anlıyorlar mı? Herhangi bir uzman hayatı bir bütün olarak yaşayabilir mi? Herhangi bir uzman hayatı bir bütün olarak yaşayabilir mi? Evet, sadece uzman olmaktan vazgeçtiği zaman.” diyor.
Kitap, yaşama ve kendimizi tanımaya ilişkin felsefenin ışığında bakış açıları sunarak güncelliğini korumaya devam ediyor.