Bir inci tanesi: St. Petersburg!
Her yıl haziran ayında Saint Petersburg'un ünlü 'beyaz geceleri' başlıyor ve gün boyunca hava yalnızca 2 saat çok az kararıyor. İşte böyle büyülü bir zaman dilimine şahit olacağınız St. Petersburg hakkında bilinmeyenler!
Dostoyevski’nin şehri
1869 yılının sonbaharında, ünlü Rus yazar Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, gönüllü bir sürgün olarak yaşadığı Almanya’dan Petersburg’a çağrılır. Mutsuz ve öfkeli yazar, alacaklılarına yakalanma tehlikesine, gizli polisten korkmasına rağmen sahte bir ad kullanarak döner St. Petersburg’a. Üvey oğlu Pavel’in gizemli ölümüdür dönüş nedeni. İşte, Nobel Edebiyat Ödüllü yazar J.M. Coetzee’nin ‘Petersburglu Usta’ adlı kitabı böyle başlıyor. Dostoyevski’nin diliyle anlatıyor onu sanki...
Okur-yazar bir Türk için Saint Petersburg, klasik romanın babası Dostoyevski’nin kaleminden çıktığı gibi yaşamaktadır. Yoksulluk, izbe bir avluya bakan küçük, bakımsız, köhne odalar, parke taşlar üzerinde tıkırdayarak ilerleyen faytonlar, kanal kıyılarında değişen manzaralar... Dostoyevski’nin daima anlatacak çarpıcı bir hikâyesi olmuştur. O insanı, insan öykülerini anlatır ama kenti de asla es geçmez. Çoğumuzun kafasındaki Saint Petersburg imgesi onun satırlarının eseridir. Leningrad bizim için hiç var olmamış gibidir. Aradaki 100 yıla yakın zaman yaşanmamıştır sanki hiç. En nihayet yine Saint Petersburg bugünlere gelir.
Rusya’nın 2. Avrupa’nın 4. büyük bu şehrini kafamda canlananların ötesinde yeniden keşfetmeye başlıyorum. Kısa yazılışıyla St. Petersburg, kalabalık turist kitlelerini ağırlıyor. Avrupa’nın kültür merkezlerinden biri olması dolayısıyla ilgimi çeken kentin elbette en önemli özelliği bir su kenti olması. Baltık Denizi kıyısında, Neva Nehri üzerinde 42 adaya yayılmış 5 milyon nüfuslu St. Petersburg 1703’te Çar Petro tarafından kurulduğu günden bu yana ülkenin Batı’ya açılan penceresi olmuş. 200 yıl boyunca Çarlık Rusya’sının başkenti olan kent, İkinci Dünya Savaşı sırasında 900 gün Alman kuşatmasına direnç göstermişti.
Hermitage Müzesi: Çarların özel sanat koleksiyonlarına ev sahipliği yapan Hermitage Müzesi, hayatta en az bir kez dolaşılması gereken bir mekân. Bu tarihi bina Çarlık döneminde Kışlık Saray olarak kullanılıyormuş. Müzenin öyküsü 1764 yılında II. Katerina’nın Berlin’den 225 parçalık çok değerli bir resim koleksiyonu getirmesiyle başlıyor. Takip eden yıllarda koleksiyona Rembrandt, Leonardo da Vinci, Michelangelo, Van Gogh, Raphael, Renoir ve Picasso’nun eserleri ilave oluyor. Koleksiyon zamanla heykel, gravür, silah, sikke, madalya, kitap ve arkeolojik eserlerle zenginleşmiş.
St. Isaac Katedrali: Şehrin sembolik yapılarından biri, hem dışarıdan hem de içeriden etkileyici bir görünüme sahip. Colonnade'a çıkma şansınız varsa şehir merkezinin harika manzarasını izleyebilirsiniz.
Bir büyük yazarla başladık bir büyük şairle bitirelim. Adı bu kentle anılan bir diğer şair ve yazar Puşkin’den söz edelim. 18 yaşında kente yerleşen Aleksandr Puşkin, Dışişleri Bakanlığı’nda çalışırken yazdığı bir şiirinden dolayı sürgüne gönderilir. Çar tarafından affedilerek kente geri döner. Duygusal şair, 1837’de eşinin onurunu korumak üzere girdiği bir düelloda yaşamını yitirir. Şiirlerinden birinin dizesi olan ‘Çizmeyi aşma’ sözü dilimize bir deyim olarak yerleşmiştir.