Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Öne Çıkanlar Onur Buldu: Bir sertifika da olur bana, çerçeveletip asarım
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Onur Buldu ile üç hafta sonra her şeyi değiştirecek olan pandemi sürecinden bihaber şekilde 2020'nin şubatında bir araya gelmiştik.

        Rol aldığı 'Bayi Toplantısı'nın yakında gösterime girecek olmasından dolayı heyecanlıydı.

        Bir heyecanı daha vardı; yakın zamanda Duygu Koz ile evlenecekti.

        Sadece birkaç hafta gösterimde kalabilen 'Bayi Toplantısı', pandeminin kurbanı olan filmlerden biriydi.

        Sinema salonlarının kapanması nedeniyle zorunlu olarak film heyecanı yarım kalmıştı ama özel hayatındaki heyecanından kopmamak elindeydi.

        Nikâhını, ne zaman sona ereceği belli olmayan pandemiye kurban etmedi.

        Hayalindeki gibi bir düğün töreni yapamasa da sevdiği kadınla yaşayacağı mutluluğu ertelemedi.

        Onur Buldu; biri iş, diğeri özel hayatında olmak üzere iki heyecanı biraz buruk yaşasa da, sinema adına üretimin neredeyse durduğu bu süreçte 3 filmde rol alarak mesleği adına üretime katkıda bulunmanın heyecanını yaşadı.

        O filmlerden biri aksiyon - komedi türündeki 'Kim Bu Aile'...

        Diğerleri ise görmeye alıştığımız, güldürme konusunda uzmanlığını sergilediği yapımlardan farklı olarak 'sanat yapımları'. Onlarla oyunculuk yeteneğinin diğer yüzünü de gözler önüne serdi.

        O yapımlardan biri 'Tebessüm'...

        Diğeri ise Tokyo Uluslararası Film Festivali'nde 'En İyi Erkek Oyuncu' ödülü kazandığı 'The Four Walls'...

        Tokyo Uluslararası Film Festivali'nde 'En İyi Erkek Oyuncu' ödülü kazandın. Neler hissediyorsun?

        Ödülü tek başıma almadım, 4 kişiye verildi; Amir Aghaee, Barış Yıldız, Fatih Al ve ben. Çok gurur verici, çok hoşuma gitti, takdir edilmek güzel. Hatta biraz da şaşırdım çünkü benim rolüm diğer oyunculardan daha azdı. Böyle bir başarının parçası olmak çok gurur vericiydi.

        'Tebessüm'
        'Tebessüm'

        Ödül heykelciği ulaştı mı yoksa yolda mı?

        Ödül kazandık ama öyle bir heykelciğimiz olacak mı bilmiyorum. Bir sertifika da olur bana, çerçeveletip asarım.

        REKLAM

        Pandeminin başlarında evlendin. Bu nedenle sessiz - sedasız bir nikâh töreni oldu. Töreni anlatır mısın, neler yaşandı?

        Gönül, davullu zurnalı bir düğün olmasını isterdi. Gerçi daha sonra arkadaşlarımızın ve ailemizin olduğu küçük bir tören yaptık. Poşetlerin bile yıkandığı dönem bizi çok korkuttu, tam o dönemdi. 'Birinde virüs olur, başka birine bulaşır, vicdanen biteriz' diye küçük bir tören yaptık amadaha özel daha hikâyesi olan bir tören oldu.

        Halay çektiniz mi?

        Yok, çekmedik. Zaten nikâhımızı kapının önünde yaptık. Sağ olsun, komşularımız ve 2 - 3 arkadaşımız geldi, herkes maskeliydi. Kapının önünde evlendik. Kapıyı açıp, düğün alayına girer gibi evlendik.

        Baba olma arzusu ne durumda?

        Çok istiyorum. Nasip olursa baba olmayı çok isterim. Umarım iyi bir baba olurum.

        Olursun tabii ki, yakın zamanda mı düşünüyorsunuz?

        Eee tabii, artık yaşımız geçmeden istiyoruz.

        Daha kaç yaşındasın ki?

        40 yaşıma geldim. Umarım 40'tan sonrası daha güzel gider tabii ki ama biliyorsun artık bir düşüş başlayacak güç, kuvvet olarak. Umarım güzelce yetiştirebiliriz kızımızı. Sağlık olsun tabii ama kız olursa çok sevinirim.

        Neden özellikle kızın olsun istiyorsun?

        Kız çocuk çok güzel bir şey, evin içinde bir güneş gibi parlıyor. Mesela iki yeğenim var; biri erkek, diğeri kız. Erkek olan 'amca ne haber?' deyip hemen saldırıyor ama kız öyle mi? Cilveli, gelir senin gününü güzelleştirir, erkeği hep zapt etmen gerekiyor.

        REKLAM

        Sağlıklı ve hayırlısıyla olsun... Bu arada birinci evlilik yıl dönümünü unuttuğun için eşinden sosyal medya üzerinden özür diledin. Bu unutkanlığın başına iş açtı mı?

        Açmadı, hiç öyle bir ilişkimiz yoktur. Hatta bana 'sanki ben sana kızdım da sen bunu yayınlıyorsun, ne gerek vardı' dedi.

        Vicdanını rahatlatmak için mi paylaşım yaptın yoksa akşam eve gidince Duygu Hanım surat asmasın diye mi?

        Kendim için yayınladım. Yayınlarken eşimle zaten yan yanaydık. Evlilik yıl dönümümüz olduğunu nasıl öğrendim biliyor musun? Eşim Duygu Instagram'da evlilik yıl dönümümüzü kutlamış ve ben de orada gördüm.

        Önemsemediğimizden değil, neden öyle olduğunu da bilmiyorum ama erkekler ne yazık ki özel günleri fazla hatırlamazlar.

        Aslında kaçırmamak lazım, o benim eksikliğim oldu. Bundan sonrası için tabii ki alarmlar kuruldu, takvim yapraklarına çentikler atıldı. Kadınlar bu günlere daha çok özen gösteriyor. Bizde de öyle olması gerek.

        Fıtratımızda daha az var diyelim...

        Benim yok. Hayatım, emin ol benim yok. Mehmet Ağabey'in fikri bu.

        REKLAM

        Peki peki senin yok. Duygu Hanım! Şahidim, Onur bir daha özel günleri unutmayacak. O ışığı ben buradan aldım... Bu esnada konuyu değiştirmenin tam sırası. Pandemi dönemi çalışmalarını aksattı mı?

        Biz 'Güldür Güldür Show'a küçük bir ara verdik ama sonra devam ettik. Yani pandemide de çalıştım. Aşı yokken sık sık test olduk, BKM, o konuda çok özenliydi. Her hafta test oluyorduk, 'ne olur ne olmaz' diye bazen haftada iki kez test yaptırdık. Bir kere vaka yaşandı ama hemen 10 günde halloldu. Hastalık, testlerin sayesinde ekibe yayılmadı.

        Nostalji rüzgarları estirip biraz geçmişe dönelim. Oyunculuğa nasıl yöneldin? Ne oldu da 'ben oyuncu olacağım' dedin?

        Ben biraz yönlendirildim. Hayatta biraz şansa inanırım. Şansa inanırım fakat şans güldükten sonra da çalışmaya inanırım. Selim Taylan Ertuğrul diye bir ağabeyim vardı; Menemen Belediye Tiyatrosu'nu çalıştırıyordu. Hasbelkader ben de oraya gittim, o bana yeni bir hayat verdi. 'Seni okulun sınavına sokacağım' dedi ve aldı götürdü beni, evinde bir hafta boyunca besledi, gece gündüz çalıştırdı.

        'Niye ben?' diye sordun mu?

        Bir şey gördü demek ki... Özel bir adamdır, gözü çok iyidir. Bir de çok yardımseverdir, birilerine bir şey vermeyi çok sever, maddi ve manevi her anlamda çok bonkördür. Demek ki bende bir şey gördü ve yeni bir hayatı avucumun içine koydu.

        Oraya gitmemiş olsan belki de bambaşka bir hayatın olacaktı... Nasıl olacağını hiç hayal ettin mi?

        Bambaşka olurdu. Kesinlikle tahayyül edemiyorum. Oyuncu olmasaydım ne yapacağım konusunda hiçbir fikrim yok. 9 Eylül Üniversitesi Tiyatro Bölümü'nü kazandıktan sonra çok çalıştım. Çünkü arkadaşlarımdan bir tık daha gerideydim, kırsal kodlarımı, kabuğumu kırmam biraz daha fazla sürdü. 2 sene sürdüğünü söyleyebilirim.

        Neden?

        Karşılaşmadığım, aşina olmadığım bir hayat, aşina olmadığım bir yoğunluktu. O yoğunluğun içinde var olabilmek gerçekten çok zorluyordu. Örneğin dans dersi vardı. Ben nereden bilirim dans dersini?

        Babanın görevi sebebiyle taşrada büyüdüğünden dolayıdır değil mi? Asosyal bir çocuk olduğundan değil...

        Hayır, asosyal değildim ama bunlara karşı bir ön yargım vardı. 'Erkek dans eder mi?' gibi ama onlar kırılıyor, çekiç ve çiviyle kırdılar.

        REKLAM

        İstanbul'a belli bir iş için mi yoksa ezbere mi geldin?

        Ben orada da işi kadere bırakmıştım. Aslında Doğu'ya gidip Devlet Tiyatrosu'nda görev yapmak istiyordum. Bir sene İzmir Devlet Tiyatrosu'nda çalıştım. Sonra Devlet Tiyatrosu'nun bana göre olmadığını hissettim, yani o kurumun bana göre olmadığını hissettim. Tabii ki çok özel bir kurum ama ben galiba onun içinde mutlu olamayacaktım, onu anladım. Sarp Apak benim okuldan çok samimi bir arkadaşım. 20 yıllık arkadaşım, o bana 'yarın valizini topluyorsun ve hemen buraya geliyorsun' dedi. Sarp, o dönem 'Avrupa Yakası'na başlamıştı. 'Valizini topla gel' dedi, ben de geldim. 4 kişi bir evde kalıyorduk, Sarp Apak, ben, Cem Aksakal ve Erkan Tunç... Hepimiz okuldan arkadaşız. Evde üç tane oda vardı, ben de salonda yatıyordum. Sarp'ın, Cem'in ve Erkan'ın yaptıklarını nasıl öderim bilmiyorum. Ödeyemem büyük ihtimalle... Hep bir vefa vardır aramızda, bugün 'Onur koş' deseler dünyanın öbür ucuna giderim ve eminim onlar da benim için gider.

        Onur Buldu - Sarp Apak - Uğur Bilgin
        Onur Buldu - Sarp Apak - Uğur Bilgin

        Sonra ilk filmin 'Organize İşler'de rol aldın. O işi nasıl buldun?

        'Organize İşler'de tabut taşıyanlar vardı ya, onlardan biriydim. Hatta bir deneme çekiminde 'Nerede oynadın?' diye sordular, 'Organize İşler'in adını verdim. Kadın da 'ben o filmi çok severim, ne oynadın?" dedi. İki saat onu anlatana kadar çok zorlandım.

        'Organize İşler'de ne hissettin? Sonuçta ilk defa bir sinema filminde rol alıyordun.

        Çok heyecanlandım. Yılmaz Erdoğan'ı ilk defa görmüşüz, görüntü yönetmeni var, devasa bir ekip var. Bizim okulun arkasında çektiler, İzmir Alsancak Stadyumu'nu bilirsin, onun arkasındaki mahallede çekildi. Filmi çekmek için gelmişler, Rıza Kocaoğlu da 'figürasyonu bizim okuldan arkadaşlar oynasın' demiş. Sağ olsunlar onlar da bizi çağırdı, gittik, ben başta o kadar insanı görünce inanamamıştım. Suzan Kardeş, sana hemen orada bir imaj yapıyor, acayipti. İlk defa öyle bir şeyle karşılaşmıştım.

        Film 2005'te çekilmişti, üzerinden 16 yıl geçti. 16 yılda katettiğin yolu nasıl yorumlarsın?

        Ben çok memnunum. İşler benim için çok yolunda gitti. Şansım yaver gittikten sonra çok çalıştım. Buraya gelip benim 10 - 20 katı yeteneğimde olan, 20 katı disiplinde olan insanlar, sadece doğru yerde ve doğru zamanda, karşılarına doğru iş çıkmadığı için tekrar memlekete dönmek zorunda kalıp, başka işler yapmak zorunda kaldı. Hayatlarına başka alanlarda devam etmek zorunda kaldılar. Bu açıdan kendimi çok şanslı hissediyorum.

        Sadece şans mı? Şansa bağlamakla kendine haksızlık etmiyor musun?

        Sadece şans değil tabii ki ama doğru proje karşıma çıkmayabilirdi. Şansım güldükten sonra çok çalıştım, şansım güldü dediğim nokta; doğru projenin karşıma çıkmasıydı. 'Güldür Güldür Show' benim yapabilirliğime çok uygun bir proje. Yetkin olduğum ve kendimi yetkin gördüğüm bir alan. Birçok tip yapabiliyorsun, o kadar açık bir mecra ki sana 'buyur sen ne yaparsan kabulümüz ama bir şey yap' diyor.

        Çok çalışmanın yanı sıra belirli yeteneklere de sahip olmak gerekiyor değil mi?

        Tabii, zaten okulda sıkı bir eğitimden geçtik, komando eğitimi gibiydi. Her sabah koş, parça hazırla, müzik çalış, kısa oyun provası, uzun oyun provası vs... Ciddi bir tedrisattan geçtik bu sebeple daha antrenmanlıydım.

        Çok çalışmayı biraz açar mısın? Bir oyuncunun çok çalışmasının içeriğinde neler vardır?

        Metin üzerine çok kafa yorup denemek, benim için budur. Çok sıkı ve hazır bir şekilde sete gitmektir. Benim için çalışmak budur. 'Güldür Güldür Show'a başladığımda 6 skeç çekiyorduk, 6'sında da oynuyordum. Bu ciddi bir ezber demek, yani 3 gün odaya kapanıp, ezberini yapıp, üstüne tip çalışıyorsun. O dönem Şahin Irmak, ben ve Uğur Bilgin birlikte kalıyorduk. 3 gün çalışıp giderdim. Oyunu oynadıktan sonra da o kadar enerji sarf ederdim ki bir gün boyunca uyurdum.

        'Güldür Güldür Show'un 9'uncu sezonu. Sence 9 yıldır ilgiyle izleniyor olmasındaki alamet-i fârika nedir?

        Sahne arkası diye düşünüyorum. Sahne arkasında ego yok, çatışma yok, kavga yok... Herkes işin salahiyeti için bir şeyler söylüyor, birbirimizi çok uyarabiliyoruz, kimse kimsenin söylediğinden, yorumundan alınmıyor. Seyircilerin ve izleyicilerin bize karşı öyle bir müsamahası var ki bununla çok gurur duyuyorum. Bazen kötü gittiğini, oyunun düştüğünü hissediyoruz, o sırada seyirciler devreye giriyor.

        REKLAM

        O esnada ne yapıyorsunuz?

        Çırpınıyoruz. Enerjiyi tekrar yükseltebilmek için çırpınıyoruz. O anda seyirciyi fark ediyorum, biz yükselelim diye gülüyor. Bence bu çok özel bir şey.

        O kadar anlatılmaz bir şey ki... Demek ki seyirci tarafından çok çalıştığımız görülmüş. Bazen olur ya, bir an sahnede işler yolunda gitmez. O anlarda izleyiciler, 'ben sana destek olurum, hadi düzelt' diyor.

        Kariyerinin bu döneminde kendini nasıl hissediyorsun? Yaptığın işler sana yeterli geliyor mu yoksa 'şunu da, bunu da yapmam lazımdı' şeklinde iç burukluğu yaşıyor musun?

        İç burukluğu değil ama bana yeterli gelmiyor. Şu anlamda yeterli gelmiyor; ben kendimle o konuda çok barışık bir adam değilimdir, hep kendimden daha fazlasını beklerim. Şöyle ifade edebilirim; 40 yaşıma gelmek üzereyim ve kariyerimin bu döneminde artık karakter oynamak zorundayım. Hep gişe filminde, yüzeysel karakterler değil, altı daha dolu, daha meselesi olan karakterler oynamak zorundayım.

        Yüzeysel karakter tanımına katılmıyorum. Sonuçta orada da büyük bir emek harcıyorsun, deneyimini, bilgilerini ve yeteneğini ortaya koyuyorsun.

        Tabii ki sonuçta onu da ben yapıyorum ama maharetten, kendimi geliştirebilmekten bahsediyorum. Kendimi geliştirebilmek için hep oynadığım şeyler değil, altı daha dolu şeyler oynamalıyım ki gelişebileyim. Sen benden daha iyi biliyorsun; sektörümüzde gişe filmi oyuncusu, sanat yapımı oyuncusu, tiyatro oyuncusu ve TV yapımı oyuncusu diye bir yaftalama vardır. Adı üstünde hepsinin sonunda bir oyunculuk var, hepsinin ortak noktası oyunculuk ve bunları bölmenin, bunları kademelendirmenin, sınıflandırmanın, doğru olmadığını düşünüyorum. Aslında şunun gibi bir şey; 'İş tecrüben var mı? Yok. 'Biz iki sene iş tecrübesi olanları arıyoruz.' Kimse vermezse o iş tecrübesi nasıl olacak? Kendi açımdan bunun yavaş yavaş kırıldığını hissediyorum. 'Tebessüm' diye bir film çektik, daha önce de ‘Martı' diye bir film. Bir de 'Saf' var. Kafamı hep oralara da sokmaya çalışıyorum.

        'Tebessüm', çevresi tarafından asık suratlı olması ve asosyalliği ile bilinen 'Mustafa'nın bir gecede değişen yaşamını hikâye ediniyor.
        'Tebessüm', çevresi tarafından asık suratlı olması ve asosyalliği ile bilinen 'Mustafa'nın bir gecede değişen yaşamını hikâye ediniyor.

        'Sanat yapımları' seni daha mı tatmin ediyor yoksa farklı bir iş yapıp oyunculuğa farklı bir pencereden bakmanın heyecanını mı yaşıyorsun?

        Gelişmek istiyorum, yeterli değilim. Altı daha dolu olduğu için gelişebileceğim roller de onlar. Gelişebilmem için karakter oynamam gerekiyor.

        35 yaşında bir adam olan 'Mustafa', İstanbul'da bir devlet dairesinde arşiv bölümünde çalışır. Asosyal ve asık suratlı bir adam olan 'Mustafa'nın bir katile olan benzerliği onun sık sık polis kontrolüne takılmasına neden olur.
        35 yaşında bir adam olan 'Mustafa', İstanbul'da bir devlet dairesinde arşiv bölümünde çalışır. Asosyal ve asık suratlı bir adam olan 'Mustafa'nın bir katile olan benzerliği onun sık sık polis kontrolüne takılmasına neden olur.

        Gelelim kız isteme meselesine. Bilmeyenlere anlatır mısın ve hâlâ kız isteme merasimlerine çağrılıyor musun?

        Şakalar yapıp ortamı yumuşatmak için çağırıyorlardı. Ben nasıl görev ediniyorsam, çırpınıyordum. İnsanlar kız istemek için mevzuya giremiyor, ben hâlâ orada şakalar yapıyordum. Bitti artık, ben kendime kız istedikten sonra dükkan kapandı.

        Sadece çevrenden mi çağrılıyordun yoksa tanımadığın kişilerden de talep geliyor muydu?

        Instagram'dan 'kız isteyeceğiz ağabey, gelir misin?" diye mesajlar hâlâ geliyor.

        Özellikle pandemiyle beraber dijital platformlar ve içerikler arttı. Dijital platformların günümüzdeki hali ve gelecekte ne olabileceği konusunda ne düşünüyorsun?

        Dijital platformların hepimiz için büyük bir şans olduğunu düşünüyorum. Az önce bahsettiğim, oyuncuları sınıflandırma konusunda bize ihtiyaçları olacak. Çünkü çok proje var. İyi örnekler verirsek dünyaya açılmamıza da vesile olabilir. Çünkü 'Türk filmleri yurt dışında izlenmiyor' durumu ortadan kalktı.

        REKLAM

        Belki hayatın boyunca senin farkına varamayacak, bir yapımını izleyemeyecek bir yabancı yapımcı seni orada görecek ve ilgilenecek.

        Neden olmasın? İlla ki bir film yapıp festivalde bunu dolaştırarak birilerinin dikkatini çekmek gerekmiyor. Bunun yerine artık böyle bir şansımız da olacak. Eğer İyi örnekler verirsek orası bizim için bulunmaz bir nimet. Belki de hayatı boyunca senden haberdar olmayacak yabancı bir yapımcı dijital platformda bir işini izleyip seni bir projede düşünecek.

        Bir de sürekli çalışma imkânı vereceği için kendini geliştirme adına bir fark yaratacak.

        Kesinlikle ve sadece bizim için de değil. Bunu oyunculukla sınırlandırmak çok doğru değil. Yönetmeni, yazarı, sanat yönetmeni ve görüntü yönetmeni, herkes için bir tecrübe alanı olacak. Çünkü iyi bir örnek vermek zorundasın. O platformda yükselebilmek ve kendini izletebilmek için beklentiyi yukarı çekmen gerekiyor.

        Sosyal medyayla aran nasıl?

        Çok iyi değilim, kullanmak yerine daha çok takip ediyorum.

        Sosyal medyanın güncel hayata etkisinin neler olduğunu söylersin?

        İnsanları biraz delirttiğini düşünüyorum. Pilav alacaksın, adam pilavı şov yaparak döküyor. Yani pilavı sade bir şekilde ver, nohutu koy ve pilavı ver. Her şey bir şova dönüştü hatta geçen günlerde onunla ilgili bir skeç yaptık; bir tane şırdancı çıkıyor, şırdan döküyor. Öbürü amuda kalkıp bir şey getiriyor. Sosyal medyanın dikkat çekme konusunda insanları aşırı bir yere götürdüğünü düşünüyorum. TikTok diye bir uygulama var; anneler, babalar eve halay çekerek giriyor ve bunu yayınlıyor. Büyük bidonların içine girip birbirlerinin üzerine salça döküyorlar. Nineler, dedeler bile tuhaf şeyler yapmaya başladı.

        Sosyal medyanın genellikle gerçek hayatları değil de öykünülen hayatları yansıttığını düşünüyorum. Tabii bir de dediğin gibi dikkat çekme arzusu, hastalık ölçüsüne ulaştı.

        Çok güzel bir tespit. Olmadığımız ama olmak istediğimiz şeyleri yapıyoruz.

        Hiçbir zaman sahip olunmayacak hatta kendilerinin hayrı için hiç olmaması gereken hayatlar sunuluyor. Bu da insanları psikolojik olarak çok fazla olumsuz şekilde etkiliyor.

        Ofansif mizah diye bir şey var, Twitter'da bir tweet'e bakıyorsun aslında 10 yaşında ama 'herhalde bu kişi 50 yaşında' diyorsun. Sen o değilsin, sen bir çocukluğunu yaşa, bir gençliğini yaşa... Tabii ki hayatımız boyunca biri olmak isteyeceğiz ama tuhaf tuhaf şeyler de yapmayalım.

        Mesleğin gereği çok gözlem yapıyorsun, en çok etkilendiğin ve seni en çok şaşırtan gözlemin ne oldu?

        Buna nasıl cevap vereceğimi bilmiyorum. Geçenlerde bir fotoğraf görmüştüm, beni çok etkilemişti. Çöp toplayan bir çocukla babasının birbirlerine baktıkları çok güzel bir an vardı. O fotoğraf beni çok etkilemişti. Benim için o da bir gözlem, oradan kendimce bir hikâye geliştirebiliyorum. Onun hissettirdiği bir hikâye oluyor ve mutlaka günün birinde bunu bir yerde kullanabiliyorsun. Tabii ki dur şuna bakayım da bir hikâye çıkarayım değil, seni bir şey etkiliyor.

        Senaryo yazmayı düşünüyor musun? O yetenek sende var ama sanki biraz onu arka plana atıyormuşsun gibi hissediyorum.

        O ayrı bir mesai. Eskiden skeç tarzı, şiir ve deneme tarzı şeyler karalardım fakat bu kesinlikle bir mesai işi. Mesela; İbrahim Büyükak bir oturuyor, 10 günde bir tane film yazabiliyor. Çünkü sabah oturuyor ve çalışıyor. Bir sayfa da olsa bir şeyler yazıyor ama ben öyle bir mesai oluşturamadığım için çok geriye gittim. Vakitsizlikten mi yoksa ötelemekten mi bilmiyorum ama şu an daha az okuyorum, odaklanamıyorum. Bunları tekrar yerine getirebilirsem veya tekrar mesai oluşturup yazıp, okumayı da artırabilirsem neden olmasın? Belki günün birinde olur.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ