Orkun Olgar 'Karanlık Madde'yi Habertürk'e anlattı
Orkun Olgar, milli takım düzeyinde tenisin de yer aldığı birçok dalda profesyonel sporcu olmasının yanı sıra belgesel film yapımcısı ve iş insanı olarak tanınıyor. Olgar, gösterime cuma günü girecek olan 'Karanlık Madde' ile sinema sektörüne de adım atarak filmin türü, senaryosu ve karakterleri adına Türkiye'de bir ilke imza attı. Orkun Olgar, Habertürk HT Stüdyo'da 'Karanlık Madde' ile ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu
Orkun Olgar…
Nam-ı diğer ‘Macerasever’.
• Yüzmeyi, yürümeyle eş zamanda öğrendiğini söylemek yanlış olmaz.
• 10 yaşında tenise başladı.
• 16 yaşına geldiğinde birçok turnuvaya katılma başarısı gösteren milli tenisçi olarak dikkatleri üzerine çekti.
• Kazandığı tenis bursuyla ABD’de öğrenim gördü.
• 1997’de Üniversiteden mezun olup Türkiye’ye döndükten sonra 15 yaşından itibaren yarı zamanlı olarak çalıştığı aile şirketi Olgar Şirketler Grubu’nda tam zamanlı olarak görev yapmaya başladı.
Kendini spora, Türkiye’nin doğal güzelliklerini gözler önüne sermeye adayan Orkun Olgar, misyonunu üç ana başlık altında topladı. Olgar, 'Karanlık Madde' ile girdiği sinemada farklı filmler üretmeyi de kendine misyon edindi.
Orkun Olgar, türü nedeniyle Türkiye’de bir ilk olan yapımcılığını üstlendiği oyuncu olarak kamera karşısına da geçtiği ‘Karanlık Madde’yikonuk olduğu Habertürk HT Stüdyo’da anlattı.
‘Karanlık Madde’ ile sinemaya adım attınız. Aslında pandemiden önce bir aksiyon filmi için sete çıkmıştınız. O filmi iptal mi ettiniz?
İptal etmedik, “park ettik” diyelim. Çünkü pandemide öyle bir filmi çekmemiz çok zordu. Devlet kurumlarının ve TSK’nın da içinde olduğu bir projeydi. Tahmin edeceğiniz gibi güvenlik ve sağlık sebebiyle devlet kurumlarını ve TSK’yı pandemide böyle bir işin içine sokmak mümkün değildi. O sırada tamamen doğada geçen, içinde kuantum fiziği öğelerinin, sanrıların ve biraz da senaryo matematiğinin, zihin oyunlarının barındığı ‘Karanlık Madde’ projemiz vardı. Biz de “bu fırsatı değerlendirelim” dedik. Çünkü tamamen izole, kimsenin olmadığı mekânlarda çekeceğimiz bir filmdi. “Tam fırsatı” dedik ve ‘Karanlık Madde’yi tam da pandeminin zirve olduğu 2020 yılında çektik.
Siz birçok belgesel filme imza attınız. Sinema filmi çekme fikri nasıl oluştu?
Aslında benim belgeselcilikten önceki hayalim sinema filmi çekmekti. Beni o yıllardan tanıyanlar; annem, babam, kardeşim ve yakın arkadaşlarım, hepsi bilirler. Cümlelerim hep şöyleydi; “İlerde öyle bir film çekeceğiz ki… O film hiç yapılmamış, kategorisinin ilki olacak.” İzleyicilerimiz, işte bu anlamda ‘Karanlık Madde’de karakterleri ve senaryoyu ilk kez görecek. Bunu daha 19 yaşında söylüyordum. Bundan neredeyse 30 yıl önce söylüyordum. Hakikaten öyle de oldu.
Siz milli tenisçiydiniz ve kayakla uğraştınız, ABD’de öğrenim gördünüz sonra iş insanlığına yöneldiniz. Çocukluk hayalinizi günümüzde gerçekleştirmiş olmanın yarattığı duygular nelerdir?
Müthiş… Şu anda sizinle konuşurken bile çok heyecanlıyım. Herkes hayal kurar, aslında otururken bile bir sürü hayal kurarsınız. Bazı hayallere ulaşmak için birçok etmenin bir araya gelmesi gerekir. En başta sağlık, enerji, zaman ve gerekli ölçüde maddiyat bir araya gelmeden o hayali gerçekleştirme yolculuğuna bile başlayamazsınız. Benim hep birkaç tanesi vardı ama hep birkaç tanesi de eksikti. Örneğin zamanım yoktu, operasyon olarak çok fazla iş hayatının içerisindeydim. Ne zaman ki artık biraz önce saydığım her şeyi bir araya getirdiğimi hissettim o zaman direkt düğmeye bastım. Tahmin edeceğiniz gibi “bir sinema filmi çekelim” dediğiniz zaman dışarıdan gözüktüğü gibi olmuyor. İçerisinde ciddi bir operasyon var. Ben sinemaya olan ilgimden dolayı tahmin ediyordum. Çünkü belgeselcilik de gözüktüğü gibi değildir. Bazen “Dağın o yamacından ben de yürürüm” diyenler oluyor, tabii ki yürürsünüz. Zaten konu o değil. Konu; onu orada, o ortamda, o rüzgârda, o kar yağışında çekebilmektir.
Bir de bekleme süresi vardır değil mi?
Tabii… Sinemanın içine girenler biliyor; bunun yüzde 90’ı beklemektir. Rejisi de bekliyor, yönetmen de bekliyor, oyuncu da bekliyor. Doğru an, doğru ışıkta herkesin bir sırası var. İş akışı konusunda hakikaten zorlanmadık. Çünkü hayatımız iş insanı olarak hep bir iş akışı yönetmekle geçti. O zamanlama, bütçe, planlama dolayısıyla sinemayı yaparken bize bunlar çok faydalı oldu. Bir yandan da vizyon anlamında iyi bir gözüm olduğunu düşünüyorum. Ekip arkadaşlarımın da öyle olduğunu düşünüyorum. Zaten yönetmenimiz İman Tahsin dâhil olmak üzere aynı kafada olduğumuz için bir araya geldik. O yüzden benzer vizyonda, benzer pencereden bakarak, işi de doğru sevk idare yaparak istediğimiz zamanda istediğimiz insanla istediğimiz planlamayla bir film çektik. Tabii ki izleyicilerimiz karar verecek ama istediğimiz filmi de yaptık.
Karanlık MaddeBelgesel film çekmenin kazandırdığı refleksi sinema filminde de yeterince kullanmışsınızdır değil mi?
Çok kullandık. Türk sinemasında ilk olarak bir filmin yüzde 100’ü kanyon, mağara, dağ, taş, tepede geçiyor. Bir macera filmi, dolayısıyla maceraseverden edindiğimiz tecrübeleri aktarıyoruz. Lokasyonları tamamen ben belirledim. Çünkü şu an Türkiye’nin bilinmeyen, insanların hâkim olmadığı doğal lokasyonlarına çok hâkimim.
‘Karanlık Madde’yi Aladağlar’da çektiniz. O bölgeyi neden seçtiniz?
Niğde Aladağlar’da Çukurbağ köyünde çekildi. Orada 35 gün kaldık, tek bir restoran ya da bir otel falan yoktu, bir köyde kaldık. Çok keyifliydi, ekibimiz çok güzeldi. Şu ana kadar filmi kritik anlamda herhalde 100 kişi izlemiştir, bunlar sektörden olan insanlar. Herkesin verdiği ilk tepki; “Burası neresi?” oldu. Çünkü hakikaten baktığınız zaman “görüntü ve renk olarak burası Türkiye değil” diyorsunuz. Çok vahşi bir görüntü var. Biz buraları belgeselcilik tarafımızdan biliyoruz, sinema filmimizde kullandık ve çok faydalı oldu.
İman Tahsin’in yönettiği ‘Karanlık Madde’de böşrolleri Orkun Olgar, Ahmet Yıldırım, Nihan Aşıcı, Ahmet Pınar ve Dilek Serbest paylaştı.Çekimlerini ertelediğiniz filmin hikâyesi nedir?
O aslında eski SAT komandosu iki adamın geçmişteki, bayraksız, ülke adına yaptıkları bir operasyonla görevdeyken başlayan ve sonrasında başlarına gelen korkunç bir olayla öç hikâyesine dönüşen bir film. O da yine kendi içinde birçok ilki barındırıyor, onu tamamen çektiğimiz zaman göreceğiz. Film, kendi içerisinde aksiyon adına çok fazla ilk barındırıyor. O şu anda ‘Karanlık Madde’yi bekliyor.
Çekime başlama tarihiniz belli mi?
Doğru planlamayı yaparsak 2022 bitmeden başlamayı düşünüyoruz.
Karanlık MaddeSiz asker bir aileden geliyorsunuz; annenizin babası Çanakkale Savaşı’nda, babanızın babası Kore Savaşı’nda gazi oldu.
Babam da Kıbrıs’ta gazi oldu. Hepsinin gazi madalyaları var çok da gurur duyuyoruz, bir bizim yok.
'Karanlık Madde'Siz askerliğe yönelmek istemediniz mi?
Anneyle babaya bağlı. Anne - baba sizi nasıl yönlendirirse, neyin içinde büyürseniz öyle oluyor. Babam spor delisi bir adam. Biz çok küçüktük, ben 10 yaşında bile değildim. Bir tane Murat 131 vardı. Onun üstüne sörf tahtasını koyar, babamla birlikte sörf yapacak yer arardık. 1980’lerden bahsediyorum. O gün için çok uç ve aykırı bir olay. Bugün bile şuradan üstünde sörf tahtası olan bir araba geçse dönüp bakarız. Düşünün o zaman sörf tahtası bile yok, savaş gemisine koyup getiriyor. Böyle bir adam yani. Ben ne zaman yüzdüğümü hatırlamıyorum, kendimi bilmezken yüzdürülmüşüm, kendimizi bilmezken sırt çantasını omzumuza koyup ağzımızda emzikle kayak yaptırmış. O yüzden biz öyle büyüyünce ister istemez hayatımızda hep spor oldu. Tersini düşünemedik bile.
ABD’de üniversiteden tenis bursu aldınız, orada öğrenim gördünüz, tenise neden devam etmediniz? Bir sakatlık mı geçirdiniz?
Evet, tenis de sinema gibi dışarıdan gözüktüğü gibi değil. Sinema da dışarıdan kolay gözükür, inanın ben bile bir ara öyle düşünüyordum. Mesela Burak Özçivit… İyi arkadaşım diye onu örnek veriyorum. Bakıyorsun Burak’a çıkıyor, orada iki kılıç sallıyor, para kazanıyor ama öyle değil. Onun arkasında olağanüstü bir emek var. Hatta Burak Özçivit ile Engin Altan’a, “Siz ağır işçisiniz” diyorum. Haftada 6 gün, sabahtan akşama kadar yoğun mesai yapan insanlar ama dışarıdan bu böyle gözükmüyor. Tenis de biraz öyle, dışarıdan daha lay lay lom gözüküyor ama çok sert bir spordur. Ben 10 yaşımdan 24 yaşıma kadar tenis oynadım, bakın şu kolumda ve bacaklarımda sakat olmayan yerim kalmamıştı. Neredeyse son 100 oyunuma ağrı kesiciler ve soğutucu spreylerle çıktım. Bıraktığımda da son maçımdan sonra “Bana daha tenis oynatamazlar” dedim. Çünkü tenis benim için eşittir acıya dönüşmüştü. O yüzden de yıllar sonra bir ara yeniden tenis oynamaya başladım ve yine sakatlıklarım ve acılarım başlayınca “Bu artık benim geçmişimin bir parçası” dedim ve raketi bir kenara koydum, odamda duvarda duruyor.
Eski milli tenisçi olmanız vesilesiyle size sormak istiyorum; ülkemizde uluslararası platformlarda maç oynayan tenisçilerimiz var ama kademe yükselmesi görülmüyor. Sizce bunun nedeni nedir?
Bu aslında çok derin bir tartışma konusu ve bana da çok soruluyor. Bunu aslında tenise, kayağa ve daha birçok ferdi spor dalına uyarlayabiliriz. Bu tamamen o ülkenin bu işe ayırdığı paradan öte o ülkenin bu işle ilgili mentalitesine bağlı. “Siz tenisçi bir ülke misiniz?” Soru bu. Bizim voleyboldaki ve basketboldaki başarılarımıza bakın. Burada bir inanç oluştu, bununla ilgili emek var. Kulüpler buna hem para harcıyor hem de imkânlar sağlıyor. Aileler de buna inandı. Dolayısıyla bu bir bütün ve orada o başarı geliyor. Tenis ve ferdi sporlarda hâlâ bu yok. Ben ABD’yi hem lise hem üniversitede yaşadığım için ve Türkiye’yi de bildiğim için ikisini kıyaslayabiliyorum. ABD, teniste ve birçok spor dalında en başarılı ülkelerden biri. Orada ortaokullardan, sonra liselerden, sonra da üniversitelerden makine şeklinde oyuncular yetişir. Buz hokeycisi yetişir aynı sistem içerisinden, ortaokul takımında oynar, sonra lise takımına geçer ama müthiş bir ciddiyetle. Lise takımları maç yapıyor ama 8 bin seyirciyle. Öyle bir ciddiyet... Bölgenin eyalet kanalı maçı canlı yayınlar. Lise maçından bahsediyorum… Oranın en iyileri, en iyi üniversitelere giriyor. UCLA’yı bilirsiniz, ESPN maçlarını canlı yayınlıyor. Ben buna sporcu fabrikası diyorum, şöyle düşünün; filtrelere aşağıdan yüz bin sporcu giriyor en sonda elli tane elit atlet çıkıyor. En tepede Michael Jordan çıkıyor, Andre Agassi çıkıyor. Türkiye’de böyle bir sistem yok, Türkiye’de teniste toplasanız 30 tane belki federe kulüp var, bunlarda da veliler ceplerinden para vererek çocuklarını oynatmaya çalışıyorlar. Çevremde sürekli görüyorum, gençlere lise çağına geldiği zaman üniversite imtihanına hazırlık için “Aman kızım - oğlum sen enerjini buraya ayır” diyorlar. Geriye zaten bu işe adanmış yüz tane oyuncu kalıyor. Şimdi adam yüz bin mermi atmış, siz yüz mermi atmışsınız. Hanginizin şansı daha fazla? Adam yüz binin içinden dört kişiyi hedefliyor, siz yüz kişide dört kişiyi hedefliyorsunuz. Adam yüz bin bilet almış, siz yüz bilet almışsınız, adamın şansı bin katı fazla, bu kadar basit.
İnşallah bir gün biz de tenis ülkesi oluruz.
İnşallah, doğruyu söylemek gerekirse çok isterim.
'Karanlık Madde', bir grup arkadaşın Aladağlar’da yaşadıklarını konu ediniyor.Sizin kuantum fiziğiyle ilgili merakınızın kaynağı nedir?
Kuantum fiziği ile ilgili benim merakım aslında filmimizde de kullandığımız bir kitapla başladı. Aynı zamanda benim başucu kitabımdır, ‘Holografik Evren’ kitabı… Michael Talbot’un 1991’de yazdığı ve bana göre Wachowski kardeşlerin ‘Matrix’ filmini yaparken esinlendiği bir kitap. Bu benim yorumum, hiçbir yerde yazmaz. Çünkü Michael Talbot 1991’de yazdığı ‘Holografik Evren’ kitabında aslında ‘Matrix’ filminde o ‘software’i anlatıyor. Bir hayalin, bir hologramın içerisinde yaşıyoruz ve gördüğümüz her şey kodlar diyor ve orada bunun ucunu da kuantum fiziğine dayandırıyor ve bunu da size aslında kitapta kuantum fiziğini kullanarak bilimsel gerçeklerle ispatlıyor. Benim ilgim bu kitapla başladı. Ağır bir kitap, bazı sayfaları beş kere okuyordum, orada sicim teorisi gibi konulardan bahsediliyor. Sicim teorisini anlayabilmem için sicim teorisini gerçekten öğrenmem gerekti. Holografik evren aslında benim kuantum fiziğine olan ilgimi başlattı. Paralel evrenler, alternatif gerçekler, karanlık madde, evrenin nasıl oluştuğu... Bütün bunların cevabını Newton fiziğiyle bulmamız mümkün. Madde altında büyüteçle bir yere mikroskopla baktığınız andaki bütün kanunlar da kuantum fiziği. Aslında Newton fiziğinden çok o benim daha çok ilgimi çekti. O kitapla başladı ve ‘Karanlık Madde’ filmiyle de aslında hepsi bir araya gelmiş oldu.
Zaman zaman belgeselleri izliyorum karanlık maddeyle ilgili bilgiler veriliyor, karanlık madde var mı? Bilim insanları hâlâ bir karara varmış değiller.
Bir kuantum fizikçisi değilim, sadece ilgisi olan sıradan bir vatandaşım. Yanlış anlaşılmasın, profesörlerden, uzmanlardan, bilim insanlarından okuduklarımdan, dinlediklerimden ve NASA’nın resmi verisine göre karanlık madde evrenin yüzde 24’ünü oluşturuyor. Bildiğimiz evrenin sadece yüzde 4’ü madde. Gezegenler, meteorlar, yıldızlar... Bunlar sadece yüzde 4’ü. Karanlık madde ise yüzde 24’ünü oluşturuyor. Ve filmimiz “Karanlık maddenin tanımı ve kaynak NASA” diye başlıyor. Ve NASA’nın “Bilim insanları evrende açıklayamadığımız birçok olayın sebebinin karanlık madde olduğunu düşünüyor” diye bir cümlesi var. Böyle de ucu açık bir şey bırakıyorlar, biz de filmimize onunla başlıyoruz.
‘Karanlık Madde’ filmi için İman Tahsin’den size teklif geldi değil mi?
İman Hoca çekemediğimiz aksiyon filminde bizim görüntü yönetmenimizdi. O filmi park edince tam da pandemi başladı, sokağa çıkma yasakları çok sertti, o dönemde boğaz köprüsünde bir kişi bile yoktu. İman Hoca, “Ben size bir senaryo yollayacağım, bunu bir okuyun” dedi. Oradan çıktı ortaya, ilk başta aslında ben çok sıcak bakmadım. Çünkü aksiyon filmimize çok odaklıydım ama baktım bu iş sürecek onun üzerine ‘Karanlık Madde’ üzerinde tartışmaya başlayınca bir baktık ki tam kuantum fiziği, paralel evrenler, sanrılar, bulmaca şeklinde, biraz insanın zihniyle oynayan bir senaryo ve yüzde 100’ü doğada geçiyor. Tabii doğada nerede olduğu belli değil, lokasyonları biz belirledik, replikleri biz yazdık, bütün diyalogları biz yazdık dolayısıyla ben sadece yapımcı değildim. İnsanlar bazen “Yapımcı, parayı vermiş filmi yaptırmış.” olarak algılayabiliyorlar ama öyle değil.
Anladığım kadarıyla siz parayı veren adamdan sette eşya taşıyan adama kadar filmde birçok görev yaptınız…
Ben omzumda kamera da taşıdım. Senaryonun üzerindeki diyalogları da İman Hoca ile birlikte yazdık. Ahmet Pınar, o da yapımcı ortağımız, oyuncu arkadaşımız. Biz ekip olarak filmin her yerinde vardık. Kamera önünde de vardık, kamera arkasında da… Bu hakikaten bir takım işi oldu, öyle yola çıktık ve öyle bitirdik.
Karanlık Maddeİzleyicinin filmden hangi izlenimlerle ayrılmasını umuyorsunuz?
Emin olduğum şeyi söyleyeyim, sonra da emin olmadığımı söylerim. Bir kere izleyicilerimiz çok farklı bir film izleyecek, bundan yüzde 100 eminim, bu çok net. Çünkü filmin çekiminden, görüntü yönetmenliğinden, senaryosundan, kurgu masasına kadar ve özellikle ses mühendisliği çok sıra dışı, çok farklı, çerçevenin çok dışında. Bundan eminim. ‘Karanlık Madde’ye giden biri çok farklı bir film izleyecek, çok farklı bir senaryo matematiğiyle filmden çok farklı algılarla çıkacak. Yani sizin algılarınızla benim algılarım ve şu anda bizi görüntüleyen kameraman arkadaşımızın algıları çok farklı olacak. Üçümüz birlikte izlersek üçümüze sorulduğunda da farklı şeyler anlatacağız. Çünkü senaryo matematiği buna göre kuruldu, farklı şeyler sanmamız, farklı sorular sormanız için kuruldu. Yanımızdakini dürtüp “Bir dakika ya ne oldu şimdi?” dememiz üzerine kuruldu. Fakat şunu bilmiyorum, beğenip beğenmeme ayrı bir konu. Çünkü o çok kişisel ve değişken bir şey ama dediğim gibi farklı bir şey yaptığımız yüzde 100 ve şu ana kadar izleyenlerden aldığımız yorumlar da çok çok olumlu. Filmin konusunu Türkçeye gerilim olarak çeviriyorlar ama aslında bu bir gerilim filmi değil. Gerilim biraz daha korku ama bu heyecan veren bir macera filmi. Sizi yükseltiyor ama bakın burada şeytan yok, peri yok, ruhlar yok, katil yok, sizi biri elinde bıçakla kovalamıyor, öcüler çıkmıyor, bunların hiçbirisi yok. Siz film boyunca devamlı yükseliyorsunuz, filmin böyle giden bir grafiği var ama bu saydıklarımın hiçbirisi yok.
Karanlık MaddeBu anlattıklarınız filmin fragmanında da net bir şekilde anlaşılıyor…
Fragmanımız aslında filmin hakikaten bir yansıması. Ben hep bunu sordum. Herkese önce fragmanı seyrettirdim. Fragman bir beklenti yaratır ya, yönetmenler, sinemacılar izledi. Sonra hep şunu sordum; “Fragmandan beklenti oluştu kafanızda, peki film neydi?” Hepsi “Fragmanın yarattığı beklentiden daha iyiydi” dedi. Bu benim için çok değerli.
Bazı filmler vardır, çıktığınızda konuşamazsınız, zihniniz sürekli filmle kurcalanıyordur. Anladığım kadarıyla ‘Karanlık Madde’, öyle bir film.
Evet, bulmacalı bir film. Entelektüel olarak biraz iddialı bir film. Film ‘Can’ karakterimizin gözünden anlatılıyor, bunlar 10 kişilik bir grup, Aladağlara kampa gidiyorlar ama orada aslında bütün olayları filmin en başından itibaren 'Can' karakterinin gözünden yaşıyoruz. Fragmanın sonunda gözünü açan bir arkadaş var, onun gözünden yaşıyoruz ve aslında seyirci sürekli şunu sorguluyor; ‘Can’ her gözünü açtığında “Bunlar sadece onun yaşadıkları mıydı yoksa bunlar gerçekten yaşandı mı? Diğer gördüğümüz herkes bu işin içinde mi değil mi? Yoksa bunlar paralel gerçeklikler mi?” gibi devamlı soru işaretleriyle gidiyorsunuz.
Dilek Serbest‘Karanlık Madde’nin çekimlerini çok önceden tamamladınız. 3 Haziran’ı beklemenizin özel bir nedeni var mı?
Var. Bir kere kurgu masamız çok uzun sürdü, biz bu filmi 11 kez değiştirdik. Film 101 dakikayla başladı 90 dakikaya indirdik. Bazı sahneleri çektiğimiz halde tamamen attık, bunlar tabii karar süreçleri, bir anda olmuyor. Bir de tabii pandeminin etkilerinin geçmesini bekledik. Diğer taraftan sinemada 200’e yakın salonda gireceğiz, bu bir ilk film için, yapımcının, yönetmenin ilk filmi ve oyuncu kadrosunun ilk uzun metraj filmi, böyle baktığınız zaman böyle bir filmin 200 salonda girmesi çok iddialı. Türkiye’de örneği çok azdır. Tabii bunun arkasında dağıtım şirketi Mars ekibinin çok inanması var.
Nihan AşıcıDağıtımcı şirket bir şeyler görmüş ki o kadar salonda gösterime çıkaracak…
Hakikaten öyle, yoksa kimse kaşınıza gözünüze böyle bir şeye girmez. Dağıtımcı dâhil filmi gören herkesin söyledikleri şu; “Bu filmi bir insanın beğenmemesi kesinlikle mümkün değil, izleyiciler kesinlikle beğenerek çıkacak ve arkadaşlarına anlatacak ama önemli olan en baştan girmelerini sağlamamız.” Çünkü biliyorsunuz Türk filmleriyle ilgili çok büyük bir ön yargı var, ben onu görüyorum. Bu kategori hiç yapılmadığı için de ayrıca bir ön yargı var. Türkiye’de ne var? Dram var, komedi var, biraz tarih var, korku var. ‘Karanlık Madde’ ise hiçbiri değil, bu yepyeni bir kategori. Birçok sinema uzmanından duyduklarım; Hollywood’da bile yapmaya zorlandıkları bir film türü bu. Çünkü “çok iddialı” diyorlar. Senaryonun içinde hem kuantum fiziği hem de zihin oyunları olacak hem de yüzde 100’ü doğada çekildi. Birçok kişi bana “Orada bile çok cesaret edemezler böyle bir şeye, büyük bütçeli işlerle girerler, siz iyi cesaret etmişsiniz ve başarmışsınız” dedi. O yüzden umuyorum izleyicilerimiz burada bir ön yargıya kapılmadan gelip filmi izleyerek bize bir şans verir. Çünkü baştan bakıp “Türkler bu işi yapamaz.” demek çok kullanılan bir kalıp.
Gayet de her şeyi yapıyoruz aslında...
Ben buna çok inanıyorum, görüyorsunuz; İHA’larımız, SİHA'larımız ve birçok konuda başarılarımız var. Bizim bir sürü şeyi yapabileceğimize de çok inanıyorum ama etrafımda “Biz bunu yapamayız” cümlesini de çok duyuyorum.
“Biz yapamayız onlar yapar” düşüncesini eskiden beri ne yazık ki bize aşılamışlar ama biz her şeyi yapabiliriz.
Aynen öyle. Ben çok inanıyorum ama bu lafı çok duyuyorum. Ne yazık ki entelektüel kesimde daha fazla var. “Biz yapamayız, bizden olmaz” diyorlar. Mesela tasarım, sırf kıyafet tasarımında o kadar başarılı modacılarımız o kadar başarılı tasarımcılarımız var ki önce bu insanlara Türk halkının inanması lazım ama en başta kendi halkımız peşinden gitmiyor. Dolayısıyla bu film bariyerleri kırmak için de bir vesile olur diye umuyorum. Umarım “Türk sinemasında bu da yapılabiliyormuş” derler.
Türk filmlerine karşı eskiden olan ön yargılar kalmadı artık. Türk filmleri yabancı filmlerden daha çok izleniyor. Tek eksiğimiz yurt dışında yeterince gösterilmemeleri...
Evet, bir de kategori olarak yeni bir şeyi yapmak hep zordur ya bu ilk olduğu için bu ön yargıların olacağını düşünüyorum. İki yıldır çevremde bu filmin sohbetini yapıyorum ve insanlardaki o ön yargıyı algılayabiliyorum, onu hissediyorum. Fragmanı izledikleri gün bir anda suratlarındaki ifadeyi gördüm. “Nasıl yani?” dediler. Görüntü yönetmenliği, renkler, oyuncuların seçimi, kıyafetler, senaryo, bunları görünce “Nasıl yani, bu Türk filmi mi?” dediler. Ben de “Evet, sadece siz Türk sinemasında böyle bir şey görmeye alışık değilsiniz ama bu bir Türk filmi” diyorum.
Bu tür filmler çekmeye devam edecek misiniz?
İstiyoruz, ben bundan sonraki hayatımın geri kalanında bu tarz şeyler üretip miras bırakmayı çok istiyorum. Çünkü hayatım boyunca iş insanlığı yaptım ve iş insanlığı ne aslında biliyor musunuz? Cem Yılmaz’ın deyimiyle ‘çokomel para’… Kendimi o ‘çokomel para’ eğrisinden çıkarmak istiyorum. İsterseniz dünyanın en büyük şirketini kurun, gerçekten insanlığa katacak bir mucit değilseniz aslında yaptığınız ayakkabı alıp satmak, daha fazlası değil. İsterseniz beş milyar dolarlık ticaret hacmine ulaşın, ayakkabı alıp satıyorsunuz. Benim çocukluğumdan beri miras bırakmak hayalimdir. Mimar olup Barcelona’da gördüğümüz Gaudi’nin yaptığı o binayı bırakabilmek, bu bence gerçek bir miras. Bir sinema filmi de gerçek bir miras, müzisyenseniz yaptığınız müzik gerçek bir miras. Hedefim bundan sonra hem sinema tarafında hem de belgeselcilik tarafında gerçek miraslar bırakmak. Bu tabii kendi tatminim için onu da söyleyeyim çünkü her zaman önce kendinizin o hazzı duyması lazım, kendiniz o hazzı almıyorsanız yaptığınız işten zaten iyi bir miras çıkartabilmeniz mümkün değil. Şöyle düşünün; bir yemek yapıyorsunuz, zorla yapıyorsunuz, istemeden, görev gibi yapıyorsunuz, o yemeğin lezzetli olması mümkün değil.
Başka söylemek istediğiniz neler vardır?
3 Haziran Cuma günü Türkiye genelinde yaklaşık 200 salonda vizyona giriyoruz. Türk sineması için birçok anlamda ilkleri barındıran bir film yaptık. Belli bariyerleri, belli ön yargıları kırmak için yola çıktık. Kendi yaptığımız işi önce kendimizin beğenmesi bence çok önemli ama bugüne kadar seyreden otoriteler de çok güzel şeyler söylediler. Umuyorum 3 Haziran’dan itibaren herkes bize bu yeni kategoriyle ilgili bir şans verir, gelip filmimizi izlerler.