Ozan Ayhan: Jason Statham göründüğü gibi biri
Jason Statham ile Hugh Grant gibi küresel şöhrete sahip oyuncuların yer aldığı 'Servet Operasyonu'nun bir bölümü Antalya'da çekildi. Guy Ritchie'nin yönettiği filmde 8 Türk oyuncu kamera karşısına geçti. O oyunculardan biri olan Ozan Ayhan, HT Stüdyo'da Habertürk'e verdiği röportajda 'Servet Operasyonu'nun seti ve karşılıklı rol aldığı Jason Statham hakkında çarpıcı açıklamalarda bulundu
ABD yapımı ‘Servet Operasyonu’nun bizim için önemi, filmin bir bölümünün Türkiye’de çekilmiş ve 8 Türk oyuncunun kamera karşısına geçmiş olması.
Türkiye ile birlikte ABD ve Çin’de çekilen filmin yönetmeni Guy Ritchie…
Başrol oyuncuları ise; Jason Statham, Aubrey Plaza, Josh Hartnett, Cary Elwes, Bugzy Malone ve Hugh Grant…
Aksiyon - komedi tarzındaki ‘Servet Operasyonu’nunda ‘Sergi’ karakterini canlandıran Ozan Ayhan, HT Stüdyo’da Habertürk’e verdiği röportajda teklifin nasıl geldiği, filmin setinin nasıl, Jason Statham’ın nasıl biri olduğu hakkında çarpıcı açıklamalarda bulundu.
Hollywood yapımı yeni filminiz hayırlı olsun. ‘Servet Operasyonu’ndan teklif geldiği zaman neler hissettiniz? Teklif size nasıl ulaştı?
Öncelikle büyük bir seçme açıldı ve çok fazla oyuncu katıldı. Sadece bana değil, birçok oyuncuya da teklif geldiğini gördüm. Böyle çok kalabalık seçmeler olduğu zaman fazla umutlanmıyorum. Bir de özellikle Hollywood prodüksiyonu olduğu zaman umutlanmamaya çalışıyorum. Önce seçmelerine katıldık. Teklif edilen rolün seçmelerine katıldım. Çünkü bazen teklif edilen değil, başka bir rolün seçmelerine de alabiliyorlar. Rolüm Ukraynalı bir silah kaçakçısıydı. Önce biraz aksan çalıştım. YouTube’da İngilizce - Rusça aksanıyla ilgili bir çok içerik var. Sonra kendi kendime “Bu bir Rus değil sonuçta. Ukraynalı ve bunun arasında bir fark var mı?” diye düşündüm. O ara ilginç bir video buldum. Hollywood’da Peter Stormare diye bir aktör vardır. Aslında İsveçli ama bütün Balkan rollerini, Rus rollerini oynar. Onun ilginç bir videosunu buldum. “Farkı bilmiyorlar zaten. ‘Macar’ diyorlar aynısını yapıyorum, ‘Ukraynalı’ diyorlar, ‘Bulgar’ diyorlar aynısını yapıyorum” diyor. O beni rahatlattı ve bildiğim yerden devam ettim.
"ÖZELLİKLE YABANCILAR BUNA ÇOK DİKKAT EDİYOR"
Siz ajans vasıtasıyla mı davet edildiniz yoksa başka bir yolla mı?
Oyunculara ulaşmak için ister istemez ajans ya da menajer üzerinden ilerleyen bir sistem var. Özellikle yabancılar buna çok dikkat ediyor. Hep buradan ilerlemeye çalışıyorlar. Çünkü işler, profesyonel olarak aslında böyle yürür ama sanırım bana ulaşma sebeplerinden biri de ‘Servet Operasyonu’nun benim aslında ikinci Hollywood işimin olması. Daha önce ‘Tom Clancy’s Jack Ryan’da oynamıştım.
"O MAİL BENİ ÇOK ETKİLEMİŞTİ"
‘Tom Clancy’s Jack Ryan’da rol alma hikâyeniz nedir?
Onun hikâyesi ilginç... Onlar bana ajanstan ulaşmadı. Arkadaşım Alican Yücesoy'a teklif gelmiş. Bana “Böyle böyle adamlar var. Şu anda oyuncu arıyorlar. Senin de İngilizcen iyi, sana mailini vereyim” dedi. Ben o zaman televizyon ve sinema yapımlarında çok oynamıyordum. Onlara yazdım; “Ben tiyatro oyuncusuyum esasında ama beni de bir deneyin” dedim. Onlar da “Bir deneme çekimi gönder, bakalım” dediler. Evde iki yönetmen arkadaşımla birlikte çektik. Bir de aksiyon sahnesi istediler. Artık aksiyon sahnesi evde nasıl çekilebilirse... Minderleri döverek öyle çekim yaptım. Bana ilk cevap olarak gülen surat yolladılar. Sonra “Sizinle çalışmayı çok isteriz. Şu tarihte gelin” dediler. O tarihte oyunum vardı. Onlara gelemeyeceğimi yazdım. “O zaman bir hafta sonra başka ufak bir rol var. Gelmek ister misin?” dediler. “Tabii ki gelirim” dedim. Onun çekimleri Fas’ta oldu. Burada ilginç bir ayrıntı var, bunu da anlatmak istiyorum. “Gelirim ama yakında benim çocuğum doğacak, şu tarihlerde dönmem gerekiyor” dedim. Gittik, çektik, bitti. Bir buçuk ay sonra evdeyken California’daki cast direktörü bana bir mail gönderdi. “Ne oldu, doğum nasıl geçti?” diye çocuğun durumunu soran uzunca bir maildi. Profesyonellik dediğimizde aslında bizim aklımıza hep soğukkanlılık, duygusuzluk gibi şeyler geliyor. O mail beni çok etkilemişti. Tamam, iş yaparken a’dan z’ye profesyonelliği iliklerinize kadar hissedebiliyorsunuz ama bunun robotluk ya da insanlığı aradan çıkarmakla alakası yok.
"ANTALYA'YA GİTTİĞİMDE AKLIM KAÇTI"
Hollywood yapımı filmlerin setlerinin bizimkilerden farklı olduğunu hep duyuyoruz. Öyle bir fark var mı? Nasıl bir farktan söz ediliyor?
Var ama her geçen yıl bizim setlerimiz o yapımlara aslında çok yaklaşıyor. Ancak arada maddi bir fark var. Hollywood filmlerinde gördüğüm hiçbir alet, araç - gereç bizde yok değil. Karavan aynı karavan, kamera aynı kamera... Yemek organizasyonu aynı şekilde. Sadece bunun x10’uymuş gibi düşünün. ‘Servet Operasyonu’nun çekimleri için Antalya’ya ilk gittiğimde aklım kaçtı. Çünkü uçsuz bucaksız bir karavan sırası vardı. Hatta o ara bir dizide oynayan arkadaşım bana “Sizin yüzünüzden biz karavan bulamıyoruz. Sizin orada herkes bir karavanda oturuyormuş” dedi. Hepsini almışlar. Şartlar böyle olunca her şey daha kolay oluyor.
"GUY RITCHIE 'NASIL YAPALIM? DEDİ"
Sonuçta 130 milyon dolar bütçesi olan bir film…
Evet… Guy Ritchie şöyle çalışıyormuş... Rolüme yaklaşık 1 - 1.5 ay rol çalışmıştım hatta daha bile fazla. Rolümü artık su gibi ezberlemiştim, tavrımı oturtmuşum, rolle ilgili her şeyi biliyordum. Sete gittim, benden önce sahne çeken oyuncular, “Bildiğin her şeyi unut, her şeyi değiştiriyor. Senaryoya hiç bağlı kalmıyor” dediler. “Eyvah eyvah... Ne yapacağız?” dedim. Bir de o ara pandeminin alevli olduğu zamanlardı. Guy Ritchie karavanından hiç çıkmıyor, filmi oradan yönetiyordu. “Benim için daha az gerginlik olur en azından” diye “tamam” dedim. Gittim sete, ilk sahnem Jason Statham’laydı. Onunla tanıştık, sonra birden Guy Ritchie geldi ve “Nasıl yapalım?” dedi. Ben şimdi Guy Ritchie’e ne diyeyim? “Aklımda böyle bir fikir var” mı diyeyim? Tabii ki öyle bir şey olmadı. Sonra bütün sahneyi bir anda değiştiriverdi. Bütün replikleri değiştirdi. Bana devamlı bir sürü şey söyledi ve sonra “Haydi çekelim” dedi. Karavana geçtim, yönetmen yardımcısı vardı, ona “Ben bir ezber yapayım, bir sürü cümlem var” dedim. Bana “Çok vaktimiz var” dedi. Bizde şöyledir: Bir çekim alırsınız, ikinci çekimi alırsınız. Sizin hatanızdan dolayı üçüncü çekimi almak zorunda kalırsanız yüzler biraz asılır. Biz aslında burada onların bir haftada çektiği filmin iki katını çekiyoruz. Bunların içinde aksiyon, atlı dövüşler, patlamalar da var. Dolayısıyla biz zamanla yarışıyoruz. Onlar günde iki sayfa çekiyorlarmış.
Bilmeyenler için sayfa konusunu biraz açabilir miyiz? Günde iki sayfa bize göre az değil mi? Sizin “Günde 17 sayfa çektiğimiz oluyor” dediğiniz bir röportajınızı okumuştum.
Evet, daha bile çok çekilebilir. Bizde çekilen sayfalar sadece “Merhaba, hoş geldin. Çay içelim mi?” falan gibi sayfalar da değil. 5 sayfada İnegöl kalesini fethediyorlar. Toplar atılıyor, mancınıklar... Atlar koşuyor. Bana sorarsanız oradaki kimsenin aklı bunları almaz.
"HAKSIZLIK YAPILDIĞINI DÜŞÜNÜYORUM"
Aradaki farkı görüyorsunuz, üzülmüyor musunuz?
Şöyle oluyor: Bana ve aslında tüm sektördeki dostlarıma ve arkadaşlarıma haksızlık yapıldığını düşünüyorum. Filmi izliyorlar, “Adamlar neler yapıyor?” diyorlar. O kadar paranız varsa o kadar zor bir şey değil. Bu, parası olan her şeyi yapar demek değil ama… Kesinlikle onunla alakası değil. İşte ikisi birleştiği zaman zaten aslında en üst seviyeye ulaşabiliyorsunuz. Şöyle bir gerçek var: Mesela benim Türkiye’de oynadığım dizi veya filmlerin birçoğunda “Yarın gel” vardır. Bir deneme çekimi yollamışımdır, “Yarın gel” derler. Gece ezberler yapılır, bunu bütün oyuncu arkadaşlarım da bilirler. Şimdi bir oyuncu için 1 - 1,5 ay öncesinden tüm tavrıyla, karakteriyle çalışmak var, bir de gece ezberleyip sabah sete gitmek var. İnsanlar oyunculuğa dair çoğunlukla şunu yanlış anlarlar: Oyunculuk ezber yapmaktır… Aslında o sadece bir parçasıdır, önemlidir muhakkak ama küçük bir parçasıdır. Rolün tavrı, rolün sesi, rolün bakışı, rolün durumu, rolün geçmişi, bunların hepsini oluşturursanız ortaya ayağı yere basan derinlikli bir karakter çıkarırsınız. Buna rağmen önceki akşam gecelere kadar çekip sonra senaryoyu alıp, ezber yapıp ertesi gün sete giden oyuncu arkadaşlarımın performansına baktığımda bence harikalar yaratıyorlar.
Jason Statham, 'Sevet Operasyonu'nda 'Orson Fortune'u canlandırdı.‘Taxi’ serisinin başrol oyuncusu Fransız Samy Naceri İstanbul’a gelmişti, onunla röportaj yapmıştım. “Türk oyuncuları çok yetenekli buluyorum” demişti. “Neden?” dedim. “Senaryo sete giderken geliyormuş, yolda okuyup kamera karşısına geçiyorlarmış. Bu müthiş bir şey, o zaman çok yetenekliler” dedi.
Sadece oyuncular da değil bu senaristinden yönetmenine, ışık ekibinden sesçisine kadar hepsi insanüstü bir gayret içindeler. Hemen uyum sağlıyorlar, çok hızlı düşünüyorlar, sorunları çok çabuk çözebiliyorlar. Şimdi bakıyorsunuz; Hollywood işi bir sitcom’u 20 kişi yazarken bizim onun 20 katı büyüklüğündeki işlerimizi 3 - 4 kişi yazıyor. Bu harika değil mi?
"RUSYA - UKRAYNA SAVAŞI ÇIKINCA FİLMİ YENİDEN EDİT ETTİLER"
‘Servet Operasyonu’na dönelim, filmde sizin de canlandırdığınız Ukraynalı karakterler var. Aslında film geçen yıl gösterime girecekti ama o esnada Ukrayna - Rusya savaşı başladı, filmin gösterimi de ertelendi. Ukraynalı karakterlerin rollerinin azaltıldığını duyduk. Öyle midir?
Biz bu filmi çekeli neredeyse 2 yıl oldu. Pandemi zamanında çektik. Film, geçen sene çıkıyordu aslında ve fragmanı da yayınlandı. Birden film gösterim programından kaldırıldı. Ben de çok önemsemedim. Siz daha iyi bilirsiniz, sinemalarda bazen rekabetle ilgili durumlar yüzünden program başka bir yere sarkıyor. Karşısına iyi bir film çıkıyor mesela, onu başka bir tarihe çekiyorlar. Öyle bir hareket zannettim. Film bir sene boyunca çıkmayınca ben de “Bizim film vardı, ne oldu?” dedim. Araştırdım, bir Daily Mirror haberi çıktı, “Filmde Ukraynalı gangsterler olduğu ve Ukrayna meselesi de hassas bir konu olduğu için film edit’e yollandı” diyordu. Ben tabii “Bizim roller kesin gitti” dedim ama nasıl yapacaklarını bilmiyordum. Bir yandan da, “Bu da Hollywood... Gerekirse bir daha çekerler” diyordum. Keza galaya giderken filmde olup olmadığımı bilmiyordum. Rollerin bir kısmı atılmış, doğrudur. Benim de sahnelerim çok az kısaltılmış ama çoğunluğu duruyor.
"JASON STATHAM GÖRÜNDÜĞÜ GİBİ BİRİ"
Jason Statham nasıl biri?
Sete gitmeden önce Hollywood setinde neler yaşandığıyla ilgili dedikodular duymuştum. Örneğin öyle Hollywood starları varmış ki karşısında oynayan oyuncunun sözleşmesine “Oynamadığımız sırada benim yüzüme bakmayacak” diye madde düşüyorlarmış. Siz böyle kul gibi yanından bakmadan geçiyormuşsunuz. Herhalde devamlı birileri onlara bakıyorsa rahatsız oluyorlar. Firavun gibi geziyorlar demek ki… O orada, siz de sultanın yanından bakmadan geçiyorsunuz. Ben bunları da duyunca herhalde böyle bir şey olacak sandım. Jason Statham’ı en iyi şöyle anlatabilirim. Herkese de öyle anlatıyorum, göründüğü gibi, nasıl görünüyorsa öyle.
Jason StathamBizler hiç görmedik. Samimi mi yoksa soğuk mu?
Bir İngiliz sokak tavrı var ya, devamlı üzerinde onu tutuyor. Öyle bir adam. Arada sıkıldığı zaman havaya yumruk atıyordu, biraz orada ısınıyordu, seviyor öyle şeyleri. Samimi biri olduğunu söylemeliyim. Zaten bana sorarsanız tavrı yönetmen belirler. Tiyatroda da aynı şekildedir. Yönetmenin tavrı neyse sete o tavır yayılır. Guy Ritchie bence bilinçli olarak devamlı sette bir espri havası yayıyor. Bir rolü tarif ederken bile beş kere şaka yapıyor. Beş kere şaka yaptığı için altıncısında Jason Statham’ın “Artık başlayalım mı?” dediğini bile duydum. O şaka durumu Jason Statham’da da var, bütün oyuncularda var. Fark ettiyseniz zaten filmlerin dokusunda bulunuyor. Filmlerin hissi de öyle, herkeste bir muziplik arama hali var.
"LONDRA VE PARİS'TE BİRER MENAJERLE ANLAŞACAĞIM"
‘Servet Operasyonu’nun kariyerinize nasıl bir etkisi olmasını umuyorsunuz?
Her ne kadar yüzde yüz uygulanması çok zor olsa da bizim meslekte bir kariyer planlaması yapılması gerektiğine inanırım. Uzun zamandır aklımda olan bir şeydi. Bundan sonra yabancı prodüksiyonları zorlamayı planlıyorum. Londra ve Paris’te birer menajerle anlaşma düşüncesindeyim.
Sizin zaten iyi seviyede İngilizceniz var.
Evet, iyi seviyede İngilizce ve Fransızcam var.
Türk oyuncuların yeteri seviyede İngilizce konuşamadığı için yurt dışına açılamadıklarını duyarız. Öyle midir?
Aslında bundan çok emin değilim. Tabii ki lisan çok önemli, hatta en önemli unsurlardan biri.
Ama yola çıkmak için en önemli unsur değil mi?
Evet, muhakkak öyle.
"GENELDE İNGİLTERE VE ALMANYA'DAKİ AJANSLARA BAKIYORLAR"
Lisan olmayınca yola çıkıp oraya varsanız ne olacak ki…
Tabii öyle… Benim gözlemim şu yönde: ABD ya da İngiliz prodüksiyonları Türk oyuncu aradıklarında genellikle baktıkları yerler Londra ve Almanya’daki ajanslar oluyor. Bunun sebebini tam olarak bilmiyorum. Buradaki oyuncular oradaki oyuncular kadar profesyonel, hatta bana sorarsanız onlardan daha tecrübeli.
"EN AZINDAN BİR TELEFON AÇSINLAR"
“Türkiye’deki oyuncular haftanın 6 günü sabahtan akşama kadar dizi çekiyor. Zamanları yoktur” diye düşünüyordır.
Ama en azından bir telefon açsınlar, “Boşta oyuncunuz var mı?” diye sorsunlar. Bu böyle bir önyargı, başka bir şey olduğunu düşünmüyorum. Yabancı yapımlarda rol aldıkça kapı daha da açılacaktır. Burada böyle bir endüstrinin varlığından haberdar olacaklardır. ‘Tom Clancy’s Jack Ryan’ da şöyle bir şey yaşandı: Sadece oyuncu desteği almadılar. Aynı zamanda teknik destek de aldılar ve oradaki Türk ekibi gerçekten canavar gibiydi.
"BİRAZ GEÇ OLDU AMA..."
Türk yapımı diziler uluslararası hale geldi. Birçok dizi, birçok ülkeye pazarlanabiliyor. Bizim yönetmenlerimiz yabancı ülkelere dizi çekmeye başladı. Onun da bir etkisi olacağını ve sizlerin de yurt dışına daha rahat bir şekilde açılabileceğinizi düşünüyorum. Yabancı yapımlarda rol aldıkça kapının daha çok açılacağı yönündeki düşünceniz ‘Servet Operasyonu’ ile mi başladı yoksa daha önceden de var mıydı?
Daha önceden de vardı. Sadece şöyle bir şey oldu: Biz oyuncular, 'showreel' deriz. Showreel şudur: Aslında bir oyuncunun kim olduğunu anlamak için öncelikle onun oynadığı yapımlardan kısa görüntüler karşı tarafa gönderilir, o görüntülerden izlenir. Ben de iki yıldır bu film çıksın da showreel’in başına koyayım istiyorum. Çünkü uluslararası bir projede rol oynadığım gözüksün. Aslında bunu bekliyordum. Biraz geç oldu ama bundan sonra yurt dışı için start alacağım inşallah.
"TABİİ Kİ BİR AN PANİKLEDİM"
Sette yaşadığınız ilginç bir olay oldu mu?
Aslında en ilginci benim rolüme 1,5 - 2 ay çalıştıktan sonra Guy Ritchie’in bana “Ne yapalım?” diye sormasıydı. Ben tabii ki bir an panikledim. Aslında bazı fikirlerim vardı. İlk Guy Ritchie filmini izlediğimde 16 - 17 yaşlarında bir lise öğrencisiydim ve filme bayılmıştım, hayran olmuştum. Adı; ‘Lock, Stock and Two Smoking Barrels'ti. Şimdi o adamla karşılaşınca ister istemez, kendisi her ne kadar istese de göz temasına aniden düşemiyorsunuz. Bir saat sonra hemen düşüyorsunuz ama ilk anda düşemiyorsunuz.
Hugh Grant, 'Servet Operasyonu'nda 'Greg Simmonds'u canlandırdıİlk Guy Ritchie filmini izlemeden önce de oyuncu olmayı düşünüyor muydunuz?
Evet, düşünüyordum. O dönem oyuncu olmak isteyen bir çocuğa “Sen ileride Guy Ritchie filminde oynayacaksın” dense herhalde çok sevinirdi.
Kökeniniz tiyatro oyunculuğu... Pandemiden önce tiyatro oyunlarına eski yıllara oranla çok daha fazla ilgi olduğunu gördüm. Pandemi etkisinin azalmasından sonra da tekrar tiyatro oyunlarına yine büyük bir ilgi olduğunu görüyorum. Sizce bunun ana nedeni nedir?
Bana sorarsanız birkaç sebebi var. Birincisi; öncelikle tiyatro oyunlarına ilgi neden azalmıştı? Çünkü hayatımıza televizyon girmişti. Televizyon bizim için yepyeniydi, ucuzdu, herkesin hayatında kolaylıkla ulaşabileceği bir araçtı. Yıllar geçti, özellikle bugünlere geldiğimizde artık ekranlar o kadar ilgi çekici gelmiyor. Çünkü hayatımızın her yerinde. Elimizde, cebimizde, duvarların üzerinde ekranlar var ve artık o kadar ilgi çekici, o kadar ilginç değiller. Biz onlara biraz alıştık.
Ozan Ayhan, 2017'de Yapı Kredi Afife Tiyatro Ödülleri'nde 'Gülünç Karanlık' ile 'Yılın En Başarılı Yardımcı Erkek Oyuncusu Ödülü'nü kazandıGördüğüm kadarıyla yapımlar daha çok canlı olarak seyredilmek isteniyor…
Ve daha da çok istenecek, göreceksiniz.
Konserlere olan ilginin artmasının nedeni de bu değil mi?
Evet, göreceksiniz daha da artacak. Ben böyle düşünüyorum. Bu kadar büyük konuşmayalım ama tiyatroya olan ilgi daha da artacak. Bizim ekranlara olan bağlılığımız yüzünden. Bu birinci sebebiydi. İkinci sebebi ise, Türk tiyatrosu 2000’lerin başında bir değişim yaşadı. Açık söylemek gerekirse biraz fazla muhafazakâr, gençlerin çok fazla içine giremediği, genellikle daha muhafazakâr, daha köşeleri tutmuş bir tiyatro anlayışı vardı. Başarısız demiyorum, yanlış anlaşılmasın, çok başarılılardı. Çok iyi hatırlıyorum, o zamanlar şöyle söylenirdi; “Bizim seyircimizin yaş ortalaması yüksek.” Aslında bu bizim sebep diye gördüğümüz şey, bir şeyin sonucuydu. Biz öyle tiyatrolar yaptığımız için seyircilerimiz öyleydi. 2000’lerde bir değişim yaşandı. Şu an Taksim’deyiz ve özellikle bu çevrede küçük tiyatrolar kurulmaya başlandı. Gençler artık seslerini duyurabilmek, kendi inandıkları tiyatroyu yapabilmek için alternatif çözümler üretmeye başladı. Ben de onlardan biriydim. Bu oda kadar salonlarda tiyatro yapıyorduk.
"DAHA DA FAZLA YAPILACAK"
“Biz yapıyoruz, böyle tiyatro oyunları da var” demeler çoğaldı…
O tiyatro oyunlarında ne değişti? Günümüz sorunlarına, bir nebze günümüz diline ve günümüz estetiğine dönüldü. Bunu yapan büyük tiyatrolar yok muydu? Vardı. Onlar hâlâ buradalar, hayatımızdalar. Zaten dolayısıyla bununla beraber gençler tiyatroyu sevmeye başladı. Tırnak içinde kullanıyorum, tiyatro havalı bir şeye dönüştü. Tiyatroya gitmek yeniden havalı bir etkinlik oldu. Şu anda da öyle, hatta şu anda bir tekelleşme olması söz konusuysa da artık büyük projelerimiz var. Devlet destekli olmayan yani tamamen seyircilere bağlı olan, bilet satışına güvenen büyük müzikaller yapılmaya başlandı. Gözlemlediğim kadarıyla çok da seyirci çekiyorlar. Bu şu demektir: Daha da fazla yapılacak.
Tiyatroya olan ilginin artmasında Türk yazarların oyunlarının daha çok sahnelenmesinin etkili olduğunu düşünüyorum…
Bunun da payı vardır muhakkak... Aynı durum, ‘Eşkıya’ ile beraber sinemada da yaşanmadı mı? Yanlışım varsa düzeltin lütfen. O zamanlarda sinemalarda daha çok Hollywood filmleri izlenirdi.
"DAHA KOLAY UYUMLANIYOR"
Aynen öyle… ‘İstanbul Kanatlarımın Altında’, yaklaşık üç yüz bin kişi tarafından izlenmişti. Oldukça şaşırmıştık. Çünkü en iyi izlenen filmlerin bile ortalaması elli bin civarındaydı. Sonra ‘Eşkıya’, ‘Her Şey Çok Güzel Olacak’ geldi. Sonra da ‘Vizontele’… Ki ’Vizontele’nin izleyicileri sinema salonlarına yoğun olarak çekme adına bir devrim yaptığını düşünüyorum.
Bir de şöyle bir durum var: Türk tiyatrosunda yıllarca popüler tiyatro diye bir janra vardı. Küçümsendi, küçümsendiği için aslında ehil olmayan kişilerin eline geçti. Ben yüksek lisans araştırmalarım için Fransa'daydım, uzun bir dönem orada yaşadım. En çok dikkatimi çeken şuydu: Popüler tiyatro diye bir kavram var ve çok meşhur oyuncular oynuyor ve çok iyi oyunlar yapılıyor. Bu ne demek? Bu, şu demek: Aslında tiyatroyla önceden haşır neşir olmamış insanlar, tiyatroya ilk adım attıklarında tabii ki popüler bir işte kendini daha iyi hissediyor, daha kolay uyumlanıyorlar. Seyirciler böyle 3 - 4 oyun seyretse ve sevse beşincisinde şöyle der; "Bunun bir de değişiği varmış. Bir de onu görelim." Biz küçümsediğimiz için bence yıllarca burada bir eksiklik yaşandı. Şimdi hakkını veriyoruz ama...