Batı’nın siyasetiyle bir kısım entelijansiya ve medyasında “İsrail’in kendini savunma hakkı”nı savunanların şöyle bir konforu var; kimse onları Filistinli düşmanlığıyla suçlamıyor. Ancak aynı habitatta “Filistin’in özgürlüğü”nü savunmak doğrudan Yahudi düşmanlığı ve İsrail’in varlığını inkar damgası yiyor. Çünkü politik söylemin paradigmaları “fikir özgürlüğü” temelinde değil, İsrail ve diaspora diktesiyle belirleniyor. Amerika’dan Britanya ve kıta Avrupası’na uzanan coğrafyada sorgusuz sualsiz kabul edilen dikte doğrudan sivil topluma yönlendiriliyor: “From the river to the sea, Palestine will be free” sloganı yasaktır hemşerim!
Yasaklar yayılarak bastırdıkça, tartışması da şiddetleniyor.
Siyasetten, akademiye ve sokaktaki protestocuya sırf bu slogan bağlamında müthiş bir cadı avı hüküm sürüyor. Kovalamacada yararlılık gösterenler bizzat İsrail Başbakanı Netanyahu tarafından tebrik ediliyor.
İsrail devleti ile American Jewish Committee ve ADL gibi Amerikan Yahudi kuruluşları ve Avrupa’daki merkezlere göre “Nehirden denize özgür Filistin” deyişi doğrudan Hamas’a özgü bir terör parolası; tam isimli açılımıyla “Şeria’dan Akdeniz’e özgür Filistin”i savunanlar İsrail’in imhası ve Yahudilere soykırım amacını güdüyor. Bu bahis, basit bir coğrafya algısıyla noktalanıyor. Malum anılan o bölgede, giderek genişleyen İsrail bulunuyor.
Şeria’nın batı yakasından Gazze Şeridi’nin dikine uzandığı Akdeniz kıyılarına bir özgürlük, eşitlik ve kardeşlik iklimine özlemi dile getirme niyetiniz varsa, o yasak!
Hamas’ın hedefi imha olabilir ama sloganı savuran her bireye antisemit yaftası yapıştırılıyor.
İşte en son Amerikan Temsilciler Meclisi’nin tek Filistin asıllı üyesi Rashida Tlaib (üstte), aynı sloganı kullandığı için kendi meclisinden kınama cezası aldı. Demokrat Parti’nin sol progresif kanadından olan Tlaib’i kınama kararına, Cumhuriyetçi çoğunluğun yanı sıra kendi partisinden 22 kişi de katıldı. Bu sembolik yaptırımın bir ileri adımı Kongre’den ihraç.
Rashida Tlaib, X’deki video paylaşımında Biden’ı Filistin halkına yönelik soykırımı desteklemekle suçlamış, bir sonraki postunda “nehirden denize” retoriğini savunmuştu, iki halkın bir arada yaşadığı tek devletli çözümden yana bir politikacı olarak. Kongre oturumunda ise büyükannesinin fotoğrafıyla kendisini savunmaya çalıştı; “Bizler de herkes gibi insanız. Büyükannem diğer bütün Filistinliler gibi, hepimizin hak ettiği özgür ve insan onuruna yakışır bir yaşam sürmek istedi. Sözlerimi çarpıtmanıza izin veremem. İsrail eleştirilerim daima Netanyahu hükümetine yönelik olmuştur…” dedi ama dinleyen olmadı.
Oylama sonrası Fox News yayınına bağlanan Netanyahu, “Bu Kongre üyesi Yahudi devletinin ortadan kaldırılması ve soykırım çağrısında bulunuyordu. ‘Nehirden denize’ demek, İsrail yok demektir. Kongre’yi selamlıyorum” diyerek kınama kararını kutladı.
İngiltere’de daha ileri bir adım atıldı. Hem de sol kamp içinde. İşçi Partisi Milletvekili Andy McDonald miting konuşmasında andığı bu slogan yüzünden hakkındaki soruşturma bitinceye kadar partisinde açığa alındı, mecliste bağımsız sıralarına yollandı. Üstelik McDonald barış diliyle konuşmuş, “Nehirle deniz arasında bütün İsrailli ve Filistinlilerin özgürlük ve barış içinde yaşayacağı adaleti tesis etmediğimiz sürece huzur bulamayacağız” demişti.
İngiltere İçişleri Bakanı Suella Braverman da Londra sokaklarında atılan sloganı, İsrail’in imhasını hedefleyen nefret dili olarak yorumladığı gibi protestoculara yumuşak davrandığı gerekçesiyle kendi polisine çatıyor. İngiltere Futbol Federasyonu ise oyuncuların kişisel sosyal medya hesaplarında Filistin sloganına yer vermesini yasakladı. Avusturya polisi, protesto gösterilerinde “nehirden denize” sloganını engelliyor; Berlin’deki okullarda Filistin kefiyesiyle birlikte bu slogan da yasak.
GAMALI HAÇ MUAMELESİ
Almanya’da münferit yasaklar yetmiyor aynı Hitler selamı gibi bu sloganın da yasa eliyle men edilmesi tartışılıyor. Alman ceza yasasının İsrail’in varlığını yeterince korumadığı endişesiyle böyle bir öneri söz konusu. Ama Bundestag’dan yasa çıkarmak uzun iş; dün gelen son dakika haberine göre Almanya İçişleri Bakanlığı, “Hamas terör örgütüne ait antisemitik bir ifade olduğu gerekçesiyle” sloganı yasakladı.
Bavyera Başsavcılığı ise “hangi dilde olursa olsun” sloganı yazılı veya sözlü kullananlar hakkında terör isnatıyla yasal işlem uygulanacağını açıkladı. Bu uygulama Filistin sloganını, gamalı haç teşhiri veya Nazilere ait diğer sloganlarla aynı kapsama aldığı için ceza yasasına göre bir yıldan üç yıla kadar hapis veya para cezası öngörüyor. Diğer eyaletleri doğrudan etkilemiyor, savcılıklar farklı karar verebiliyor.
Hitler demişken, “From the river to the sea, free Palestine” deyişinin gizli emelleriyle ilgili inanılmaz yazılar kaleme alınıyor. Böyle akıllara zarar bir yazıya geçenlerde The Telegraph’ta rastladım. Hitler selamı bağlantısını Almanlardan önce keşfeden köşeci yazıyor: “Sieg Heil, nasıl Nazi Almanyası’nın gaddarlığını sembolize ediyorsa, ‘nehirden denize’ söylemi de 7 Ekim’den bu yana en İsrail karşıtı totem haline geldi. Birçoklarına göre bu bir soykırım çağrısı, kitle gösterilerinde sosyal medya kampanyalarında yeni Sieg Heil olarak karşımıza çıkıyor. Aynı Alman öncülü gibi Yahudi halkını ortadan kaldırma hedefini ifade ediyor…”
Böyle yasaklar koyup serbestçe kalem sallayanlar korkunç Holokost vahşetini sulandırdıklarının farkındalar mı acaba?
SLOGANI ARAPÇA DİLLENDİREN YOK
İnsanlık suçu seviyesine getirilen sloganın içeriği konusunda uzman görüşleri, tarafına göre değişiyor.
“From the river to the sea, Palestine will be free” bugün Batı ülkelerindeki protestolarda Gazze infialiyle yükselen bir retorik. Kafiyeli bir Arapça karşılığı yok, ancak konseptin geçmişi 1964’te Yaser Arafat liderliğinde Filistin Kurtuluş Örgütü’nün kuruluşuna dayanıyor. FKÖ bildirgesi, Şeria (Ürdün) Nehri’nden Akdeniz’e uzanan tarihi Filistin topraklarında tek devleti öngörüyordu.
Bölüşüm tartışması 1948’te İsrail devletinin kuruluşuyla başlamıştı. Toprakların İngiliz mandası altındaki kısmı İsrail devletine kalırken, dönemin Arap liderleri ayrı bir Filistin devletini reddetmiş ve 750 bin Filistinli evlerinden sürülmüş, “Nakba” yani felaketin tarihi böylece yazılmıştı.
İleri tarihlerde FKÖ iki devletli çözümü kabul etti, ancak 1993’te Oslo barış süreci ve 2000’de Camp David zirvesinde nihai statü pazarlığının başarısızlıkla sonuçlanması ikinci intifadayı beraberinde getirdi. O tarihten beri barış yolunda hiç umut belirmediği gibi şimdi Gazze savaşıyla birlikte yeni bir Nakba’nın tehlike sinyalleri geliyor.
Filistin ve İsrail tarafındaki gözlemcilerin yorumları “özgürlük” kavramında farklılaşıyor. Londra’daki Ortadoğu ve Afrika Araştırmaları Üniversitesi’nde görevli Filistinli İsrail vatandaşı Nimer Sultany’ye göre “Nehirden denize” sloganı, tarihi Filistin topraklarında yaşayan “herkes” için eşitlik arayışı anlamına geliyor; özgürlük kavramı ise Filistinlilere kendi kaderini tayin hakkı verilmediği gerçeğini anlatıyor. Bu nedenle insan onuruna yakışır eşit ve özgür bir yaşam sürdürülemiyor. Londra’daki protestolara Yahudi gruplarının da katılması, sloganın antisemitik olmadığını gösteriyor. Sultany, sloganın Arapça’da yerleşmediğini de belirterek şunu söylüyor: “Sadece Batı ülkelerinde kullanılıyor. Batı’da Filistinlilerle dayanışmayı önlemek amacıyla böyle bir tartışma uyduruldu.”
Kudüs’teki Brandeis Üniversitesi’nde Ortadoğu ve Yahudilik Araştırmaları uzmanı haham Yehuda Mirsky ise sloganın bölgede sadece Filistin’in varlığını tanıdığını belirterek, “Yahudilerle ortak bir geleceği öngörmüyor, İsrail’deki solcuların diyalogdan yana tavır almasını da engelliyor” diyor.
Mirsky’ye göre sloganı kullananlar Hamas’ı destekliyor, Sultany ise Filistin yanlısı gösteri yapanların Hamas taraftarı olmadığını söylüyor; “Eşitlik çağrısı siyonistler için apartheid sistemine yönelik bir varoluş tehdidi olarak görülüyor” diyor.
LİKUD PARTİSİNİN ‘DENİZDEN NEHİRE’ KONSEPTİ
Nehirden denize Filistin’in özgürlüğü kaynağını FKÖ’nün kuruluşunda buluyor ama artık Hamas’la özdeş.
Hamas’ın 1988’deki ilk bildirgesi, tarihi Filistin topraklarında tek bir İslami devleti hedefliyor ve kalıcı barışı reddediyordu. Yahudileri hedef alan bölümler de vardı. 2017 Bildirgesinde mücadelenin Yahudilerle değil, siyonist işgalci saldırganlarla olduğu kayda geçti - ancak 7 Ekim'de İsrailli sivillere saldırısı bu ifadeyle uyumlu değil.
Bildirgenin 2’nci maddesinde ise devletin sınırları şöyle çizildi: “Filistin, doğuda Şeria Nehri’nden batıda Akdeniz’e, kuzeyde Ras el-Nakura’dan güneyde Umm e-Raşraş’a uzanan ayrılmaz bir bütündür. Burası Filistin halkının toprağı ve evidir.”
Fakat bu siyasi ve coğrafi tarifin bir de İsrail tarafı var. Daha doğrusu Netanyahu’nun sağcı Likud Partisi 1977 tarihli manifestosunun girişindeki “Yahudi Halkının İsrail Diyarı’ndaki Hakkı” başlıklı bölümde der ki; “Deniz ile Ürdün (Şeria Nehri) arasında yalnızca İsrail’in egemenliği olacaktır. Bir Filistin devleti, Yahudi nüfusunun güvenliğini ve İsrail devletinin varlığını tehlikeye sokar, her türlü barış ihtimalini de ortadan kaldırır.”
İsrail’in sağ siyaseti nadiren de olsa nehirle deniz arasında asla başka bir devletin var olmayacağını dillendirir. Filistin devletine karşı çıkan Netanyahu’nun dilinde ise aynı toprakların adı “Ürdün’ün batısı”dır. Bugün iktidardaki Likud’un parolası, Filistin halkına yönelik soykırımcı bir söylem midir, onu tartışan yok.