İtalyan La Repubblica’nın muhabiri Arnavutluk’ta Adriyatik’e bakan sahil beldelerini dolaşıp milletin derdini dinlemiş. Şikayetler hep şu cümleyle başlıyor, “Aslında ben ırkçı değilim ama…” Tanıdık bir yakınma ve alaka şu; İtalya Başbakanı Giorgia Meloni Afrika kıyılarından İtalya’ya uzanan Akdeniz rotasındaki göçmen akınını memleketten uzak tutmak için Arnavutluk Başbakanı Edi Rama ile “Ruanda modeli” çözüm anlaşmasına imza attı.
İngiltere, sivil toplum itirazları ve yargı engeli nedeniyle “Ruanda modeli”ni bir türlü başaramadı, ancak göçmenleri Avrupa Birliği sınırları dışında tutacak her türlü formülün adı artık bu.
Bazı AB üyesi ülkeler, iltica başvurularının sınır ötesinde yapılmasına dair anlayış birliği içinde. Roma hükümeti tez davranarak düzensiz göçmenlerin Arnavutluk’ta kamplara yerleştirilmesi için Tiran’la ikili uzlaşmaya vardı. Ancak Başbakan Rama’nın kamuoyuna pek de hissettirmeden attığı bu adım Arnavutluk’ta fazlasıyla tepkiye yol açmış bulunuyor. Özellikle de Şingin liman kenti ve çevresinde yaşayanlar şiddetle direniyor. Çünkü İtalya’nın postaladığı göçmenler Şingin’de, Enver Hoca döneminden kalma metruk askeri barakalara yerleştirilecek.
La Repubblica’ya konuşan yerel halk burnundan soluyor. “Aslında ırkçı değilim ama…” diye söze girişenlerin tamamı barakaların kullanıma açılmasına itiraz ediyor, Senegal veya Gana’dan gelecek göçmenleri aralarında görmek istemediklerini, Küresel Güney’in problemleriyle zerrece ilgilenmediklerini, kendi dertlerinin kendilerine yettiğini söylüyorlar. Biri diyor ki; “Burada daha fazla insana yer yok. Bizi soyup öldürürler diye korkuyoruz. İtalya, Arnavutluk’un 30 katı kadar büyüklükte. Üstelik biz daha Avrupa Birliği üyesi de değiliz. Neden kalkıp onlara giden göçmenleri biz alalım? Hepimiz bu sorunun yanıtını merak ediyoruz.”
İltica taleplerini almak üzere yeni kamp birimleri de oluşturulacak. Daha önce Arnavutluk’a gelip otellere yerleştirilen Afgan kaçaklar da var. Buralara kimler getirilecek, henüz halkın bilgisi dahilinde değil. Yaşlı bir yurttaş, “Aslında göçmenler gelir mi gelmez mi, sadece yukarıdakiler ve Meloni biliyor” diyor. Edi Rama’nın iki yıl önce, Arnavutluk’un asla göç alan bir ülke olmayacağına dair söz verdiği de hatırlatılıyor. Bir başkası “Hem neden sadece erkekler geliyor, kadınlar yok?” diye şikayet ediyor.
Arnavutluk pandemi sonrası yeni otel altyapısıyla turizm patlaması yaşarken, “Ruanda modeli” oyunbozanlık olarak da görülüyor ve “Avrupa Birliği bizi hep kapı önünde bıraktı, bizi asla istemediler. Şimdi ise aniden Lampedusa’yı Arnavutluk’a getirmek istiyorlar. Önlemek için elimizden geleni yapacağız” sesleri yükseliyor.
Bir de göçmenler geleceği için halinden memnun olanlar var. İtalyan modası satan bir butik sahibi, “Bakın buradaki yolları hep İtalyanlar yaptı. Yeterince iş gücü bulamayanlar var. Kalifiye elemanları AB kapıyor, çoğu iş yeri Sri Lankalı ve Bangladeşlilerle yetiniyor. Bize istihdam için yeni kaynak gerekiyor” diyor.
Eski Başbakan Sali Berişa ise sunu söylüyor: “Arnavutluk son derece konuksever bir ülke ama bu anlaşma yüzünden yabancı düşmanı eğilimler tırmanacak. Ayrıca Arnavutluk, İtalya’ya yönelik uyuşturucu kaçakçılığının merkezi. Şimdi illegal ticaret daha da güçlenecek.” Muhalefet, Rama’nın “İtalyan kardeşleriyle” akçeli ilişkilerini sorgularken entelektüel cepheden de eleştiriler yükseliyor. Eski Kültür Bakanı ve büyükelçi Neritan Ceka, yakında büyük kitlesel protesto gösterilerinin patlak vereceğini belirterek, “Rama kamuoyu önünde konuşmadan bu kararı aldı. Teröristleri ülkeye getirecek” diyor.
“PASİFİK ÇÖZÜMÜ” GÜNDEMDE
Arnavutluk’taki infiale rağmen, aşırı sağcı Meloni iktidarının göçmen meselesini başarıyla kotardığına dair bir görüş hakim Avrupa Birliği’nde. Nitekim Almanya Başbakanı Olaf Scholz geçelerde Malaga’daki Avrupa Sosyalistleri Kongresi’nde Arnavutluk seçeneğini gündeme getirdi; bu ülkenin AB’ye tam üye adayı olduğunu hatırlatarak, “Gerçekçi konuşmak gerekirse, bazı problemleri pekala Avrupa ailesi içinde çözebiliriz” dedi.
Bazı göç uzmanları, Arnavutluk’un AB’ye coğrafi olarak fazla yakınlığı sebebiyle kaçak göç yollarının kesilmeyeceği görüşünde. Ancak Meloni’nin hamlesi, üçüncü ülkelere yönelik çözüm arayışında diğer AB üyelerini de heveslendirdi. Bu bağlamda Brüksel, gözünü dünyanın en küçük üçüncü ülkesi Nauru’ya dikmiş bulunuyor ve “Pasifik Çözümü” modelini inceliyor.
Avustralya, 2002 yılından itibaren botlarla gelen mültecileri hava yoluyla küçücük ada ülkesi Nauru’ya yığmaya başladı. İltica başvuruları bu adadaki kamplarda alındı. İngiltere “Ruanda modeli”ni bu örnekten yola çıkarak oluşturdu.
Nauru’daki kamplarda büyük insanlık trajedileri yaşandı; 20 yılda 61 kişi intihar etti. Bu korkunç bir rakam, ancak aynı dönemde Avustralya kıyılarına ulaşmaya çalışırken boğulan göçmenlerin sayısı 1900’ü geçti. Ve bu ölüm vakalarının tamamı “Pasifik Çözümü”nün durdurulduğu döneme denk geldi.
ABD ve Kanada’dan sonra en fazla göçmen kabul eden üçüncü ülke olan Avustralya, adaya yolladığı düzensiz göçmenlerin iltica başvurularını kapsamlı kotalarla kabul etmeye başladı. Yıllık kontenjan 45 bin kişiyi buluyordu. Ülke nüfusuyla orantı hesabına vurulduğunda , Avrupa Birliği için 325 bin kişilik göçmen kotası anlamına geliyor. Avustralya’nın yeniden yerleştirme programı çerçevesinde geçen 24 Haziran itibariyle adadaki son göçmenler de ana kıtaya taşındı ve Nauru’daki kamplar şu anda tamamen boş.
Fakat aynı programın Avrupa Birliği nezdinde işlemesi çok şüpheli.
İNGİLİZ HÜKÜMETİ’NE RUANDA ŞOKU
“Ruanda modeli”nin Cenevre Konvansiyonu’na uyumlu şekilde uluslararası hukuk çerçevesinde uygulanması artık zor görünüyor. Bu yönde girişimde bulunan ilk ülke İngiltere, Ruanda ile 140 milyon sterlin tutarında anlaşma yapmıştı. Ancak 2022’nin yaz aylarında Ruanda’ya ilk göçmen gönderme seferi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından durdurulmuştu. AİHM yargıçlarına göre öncelikle Ruanda’nın insan hakları sicilinin gözden geçirilmesi gerekiyordu. Göçmenler ancak üçüncü ülkede güvende oldukları takdirde nakledilebilecekti. Almanya’nın yanı sıra Avusturya hükümeti de Ruanda seçeneğini gözden geçirdiği sırada İtalya sürpriz bir şekilde Arnavutluk’la anlaşıverdi.
Bu arada AB veya İngiltere’ye ayak bastıktan sonra Ruanda’ya gönderilen göçmenlerin bir daha asla geri kabul edilmemeleri de ihtimal dahilinde. Göç uzmanlarına göre hiç kimse ömrünü Doğu Afrika’da geçirmek üzere Akdeniz ve Manş’ın tehlikeli sularını aşma riskini göze almaz. Örneğin Türkiye’ye sığınan bir Suriyeli burada daha güvende olur; AB topraklarına ayak bastığı takdirde ise Ruanda yolu görünür.
Bütün bu hesaplar yapılırken İngiliz Yüksek Mahkemesi geçen hafta hükümetin iltica politikasına ağır bir dare indirdi; aksi yönde yeni bir karar çıkmadığı sürece Ruanda’ya göçmen gönderme izni yok! Yüksek Mahkeme’nin oy birliğiyle verdiği hüküm, Başbakan Rishi Sunak için ciddi bir prestij kaybı olduğu gibi gelecek yılki seçime bağlı siyasi kariyerini de zora soktu. Londra örneğinin peşinden gitmeye hazırlanan diğer AB başkentleri de ikircikli durumda kaldı.
Sunak yine de yılmadı, “Ruanda, göç stratejimizin sadece bir parçasıdır” şeklinde zevahiri kurtaracak cinsten açıklamalar yaptı, Manş üzerinden yasa dışı göçü önlemekle kararlı olduklarını söyledi. Muhafazakar hükümet Brexit sonrası sınırların kontrolü yönünde taahhütte bulunmuştu, ancak geçen yıl itibariyle 45 bin düzensiz göçmenin İngiltere’ye ulaşmasıyla rekor kırıldı.
Muhafazakar Parti’nin giderek sağa kayan kanadıyla, geçen hafta kapı önüne konulan eski İçişleri Bakanı Suella Braverman’ın baskıları sonucu Sunak, “Stop the boats” sloganını gelecek seçimin parolası yapmış ve uluslararası hukuka aykırı detaylar içeren yasa dışı göç yasa tasarısını parlamentoya sunmuştu. Buna göre yasa dışı yollarla ülkeye gelenler 28 gün içinde sınır dışı edilecekti. Yani İngiltere’den iltica hakkı elde etmek artık imkansız hale gelecekti. Fakat planın arızalı bir tarafı vardı; ancak üçüncü bir ülke sığınmacıları kabul ettiği takdirde işlerlik kazanabilecekti. Birçok ülkeyle görüşmeler yürütüldü; Peru, Paraguay, Belize, Papua-Yeni Gine, Fas ve Moldova dahil. Anlaşmayı kabul eden tek ülke Ruanda olmuştu ki, Yüksek Mahkeme kararıyla o seçenek de şimdilik suya düştü.
Sunak hükümetinin bir acil durum yasasıyla Ruanda’yı “güvenli üçüncü ülke” ilan etmeye çalışacağı yönünde haberler mevcut. Böylelikle uluslararası mahkemelerin göçmen transferini engelleme yetkisine sahip olamayacağı ve Sunak’ın “Hiçbir yabancı mahkeme Ruanda seferlerini bloke edemez” sözünü tutmuş olacağı varsayılıyor.