BM’nin kıdemli diplomatlarından dört çocuk annesi Sigrid Kaag yıllarca sıcak bölgelerde görev yaptıktan sonra ülkesi Hollanda’ya dönüp siyasete atılmış, ancak aşırı sağ iklimi ailesinin can güvenliği açısından tehlikeli bulduğu için geçen yaz hükümetteki görevini bırakmıştı. Sigrid Kaag sağ popülizm ve İslamofobiye karşı çıkan liberal demokrat çizgide bir figürdü ama onu “cadı avının” namlusuna oturtan mesele aynı zamanda bir Filistinliyle evli olmasıydı. El Fetih saflarından ve Filistin’in eski İsviçre Büyükelçisi olan koca Enis el Hak ile çocukları nefret yüklü tehditler aldığı için “İşim, aileme zarar veriyor” diyerek Başbakan Yardımcılığı ve Maliye Bakanlığı’ndan istifa etmişti Kaag.
Siyaseti bırakan Kaag diplomasiye döndü ve BM Genel Sekreteri Guterres tarafından Gazze’ye insani yardımın koordinasyonuyla görevlendirildi. Çatışmaya taraf olmayan devletler aracılığıyla insani yardım sevkiyatını hızlandırmak için BM mekanizması oluşturacak. Kaag’ın 8 Ocak’ta başlayacak görevi çok zorlu, çok geniş kapsamlı.
İsrail bombaları altında 20 bin kişinin can verdiği, 51 bin kişinin yaralandığı Gazze’de hayatta kalanlar için insani tablo felaket. BM raporuna göre kuşatma altında yeterli gıda girişi olmadığı için 2.3 milyonluk nüfusun tamamı kriz düzeyinde açlıkla karşı karşıya; Afganistan ile Yemen’deki açlık eşikleri Gazze’de aşılmış bulunuyor. Bir milyon insan BM kamplarında yaşıyor, ilaç ve temel insani malzemeler yokluk derecesinde. Daha büyük kıtlıklar kapıda.
CADI DAMGASI YAYILDI
Sigrid Kaag, 34 yıllık diplomasi kariyerinde Sudan’dan Lübnan, Filistin ve Suriye’ye pek çok çatışma ve kriz bölgesinde BM Genel Sekreteri’nin özel temsilcisi veya koordinatör olarak görev yaptı, Suriye’de kimyasal silahlardan arındırma misyonundaydı. Sudan’da diplomasiye ilk adımı attığında ikinci iç savaş yaşanıyordu. Geniş anlamıyla Ortadoğu’da, dünyanın en cadı kazanı coğrafyalarında çalışırken işine engel teşkil etmeyen hayati tehlike, kendi ülkesinde çıktı karşısına.
Bir siyasetçinin, ailesinin can güvenliği kaygısıyla işini bırakması uygar demokratik bir ülke açısından yüz karasıydı. Kaag’ı siyasetten vazgeçiren zehirli iklimi anlamak bakımından Geert Wilders liderliğindeki PVV’nin geçen 22 Kasım’da Hollanda genel seçiminden birinci çıktığını hatırlamak yeterli.
Kaag’ı aşırı sağın hedefine oturtan kişi Geert Wilders’in ta kendisiydi. Göçmen düşmanı İslamofobik söylemine karşı tavır koyan Sigrid Kaag’a “Cadı” damgasını yapıştıran da oydu. Meclisteki bir oturumda “IŞİD sempatizanı” olmakla suçlamıştı kadını. Cadı ve terörist yaftası aşırı sağın komplo teorilerine malzeme oldu böylelikle. Wilders’in “cadı” saldırısı, kadın düşmanlığını da ele veriyordu.
İşi nedeniyle çocuklarını yurt dışında büyüten Sigrid Kaag 2017’de Hollanda’ya dönüp, sosyal demokrat merkez parti D66 bünyesinde politika sahnesine çıkmıştı. Birkaç bakanlığın sığdığı kabine kariyerinde en son ülkenin ilk kadın Maliye Bakanı olmuştu ve müstakbel ilk kadın başbakan gözüyle bakılıyordu. 2020’de Demokratlar 66’nın liderliğine seçildikten sonra ertesi yıl girdiği ilk seçimde partiyi ikinci sıraya taşımış, Mark Rutte başbakanlığındaki koalisyon hükümetine güçlü bir şekilde girmiş, Dışişleri Bakanlığı’nı üstlenmişti. Ancak müttefiklerin Afganistan’dan çekilmesi sürecinde Hollanda vatandaşlarıyla yerel sivil personelin tahliyesinde geç davrandığı için gelen tepkiler üzerine Dışişleri Bakanlığı'ndan istifa etmişti. İstifanın tadını çıkaran Wilders tek kelimeyle “Hexit” tweetini atmıştı. Felemenkçe cadı anlamına gelen “Heks” ile Brexit’ten esinlenilmiş bir bileşim ve görselde süpürgesiyle uçarken ağaca toslamış bir cadı!
Kaag’ın hükümetten “exit”i uzun sürmedi, dördüncü Rutte kabinesine Maliye Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak geri döndü. Ancak aşırı sağın saçtığı nefrete, tehditlere direniş bir yere kadardı. Geçen temmuzda koalisyon çöktükten sonra Kaag, siyaseti bıraktığını ve Kasım 2023 seçimine girmeyeceğini açıkladı. Çünkü ailesi de hedefteydi; Kaag’a sözde yüklenmek adına ailenin Yaser Arafat’la çekilmiş fotoğraflarını sosyal medyada postalayıp duruyor, 22 yaşındaki oğlu Makram’ı Beytüllahim’deki bir yetimhaneden evlat edindiğini ısrarla vurguluyor, bunlarla da yetinmeyip ellerinde yanan meşalelerle kapısının önüne kadar gidiyorlardı. Yine cadı göndermesiyle cana kast tehdidi!
Bu arada Mark Rutte de siyaseti bıraktığını açıklıyordu, ancak Sigrid Kaag’ın pozisyonu daha çarpıcıydı; çocuklarına yerleşik düzen sağlamak için Hollanda’ya döndüğünü fakat vatandaşı oldukları kendi ülkelerinde çarpık bir bakış açısıyla suçlu konumuna getirildiklerini söylüyor, “Bunu çocuklarıma yaşatmak istemiyorum. Saldırıların ardında kadın düşmanlığı var. Kabuğundan çıkmaya cesaret eden kadınlara yönelik bir düşmanlık” diyordu.
Kadın düşmanlığı karikatürlere de yansımıştı. Türkiye’de de tanınan Hollandalı çizer Ruben L. Oppenheimer, 11 Eylül’ün yıldönümünde Sigrid Kaag’ı cadı süpürgesiyle ikiz kulelere doğru uçarken gösteren karikatürünü yayınladı. New York’un ikiz kuleleri Başbakan Rutte’nin yüzünden ibaretti. Medyada çok tartışıldı, tatsız ve cinsiyetçi bulundu. Oppenheimer ise kendisini savundu; “Niyetim Kaag’ı terörist göstermek değildi. Cadı imajıyla oynadım sadece. Burada esas hedef, kendisini dokunulmaz zanneden ve hala gülmeye devam eden Rutte” diyordu.
KADIN DÜŞMANLIĞININ ANALİZİ
Geert Wilders’in “cadı” yakıştırmasının ardından epey analiz yapıldı Hollanda medyasında; psikanaliz de diyebiliriz, çünkü Wilders’in bilinçdışı zihnine dair saptamalar içeren yazılar vardı. Bilimsel kaynaklardan yapılan alıntılarda, Ortaçağ’da ve hatta Rönesans döneminde devam eden cadı yakma vakalarının temelinde kadın düşmanlığının yattığı yazıldı çizildi. Kadınların maddi veya manevi alanda bir beceri göstermesi cadılıkla suçlanıp yakılması için yeterliydi. Zayıflık ve tembellik, sadakatsizlik veya güven telkin etmemek gibi negatif hasletler de cadılık için yeterli vasıflardı.
Nitekim Wilders’in “Hexit” tweeti de bir kadın düşmanının başarısızlık üzerine keyifli ruh halini yansıtıyordu. Bir nevi “kifayetsiz cadı” anlamına gelen bir dışavurumdu, çünkü becerikli bir cadı süpürgesinin kontrolünü kaybedip ağaca toslamazdı. Zaten siyasette yükselen birçok kadına cadı diye sövenler olmuştu; en başta Margaret Thatcher, Hillary Clinton ve Angela Merkel. Fakat bugüne kadar hiçbir erkek politikacıya cadı diyen çıkmamıştı.
Hollandalı Türk kalemlerden Yeşim Candan ise cadılığa dair kendi kültürünü örnekleyerek şunları yazıyordu: “Cadılığın nesi kötü? Yaramaz, söz dinlemeyen asi ruhlu bir çocuk olduğum için büyükannem bana ‘cadı’ derdi ve ben o lakabı gururla taşıyarak süpürgemle uçardım…”
Kadınları cadı diye yakmayan bir nesilden gelen herkese cadılık yakışır, yeter ki bilinçaltı tonları olmasın.
Sigrid Kaag’ın yetişkin kızları Janna ve Innas istifa öncesi bir TV yayınında annelerinin güvenliğinden endişe duyduklarını, başka iş yapması gerektiğini söylemişlerdi. 8 Ocak 2024 itibariyle başka bir işi var annelerinin. Fakat aile yeniden hedefte. Bu sefer de Kaag’ın kocası Filistinli olduğu için “Gazze’ye insani olmayan yardımın da gidebileceği” saldırılarıyla.