Avrupa Parlamentosu seçimlerinin Fransa’da yarattığı şok dalgasına en az şaşıran muhtemelen Cumhurbaşkanı Macron oldu. Öyle, çünkü Le Pen’in aşırı sağ cephesi karşısında alacağı ağır yenilgiyi zaten biliyordu, anketler açık ara farkı gösteriyordu, ilk sonuçlar gelir gelmez parlamentonun feshiyle erken seçim seçeneği zaten aklındaydı. Aksi takdirde seçim günü daha alacakaranlık bastırmadan ulusa sesleniş için ekrana çıkıp milleti şaşırtmazdı. Macron’un konformizmden uzak riskli oyun tarzını bilen siyasi analistlerin yorumu bu yönde. Sanki bu seçim hiç olmamış gibi davranabilirdi. Ancak Elysee kaynaklarından medyaya iletilen mesaj şuydu “Cumhurbaşkanının ilkesi seçmenden korkmamaktır. Bu tam da cumhuriyetçi bir tavırdır. Siyasetçinin seçmeni ikna etmesi gerekir.”
Macron'un konuşması Le Pen'in parti merkezindeki ekrana böyle yansıdıMacron’un bir süre önce Le Point’a verdiği röportajdaki sözleri de erken seçim yönünde işaretti; “Anayasaya göre genel seçimlerin cumhurbaşkanlığı seçiminden hemen sonra yapılmasını sorunlu buluyorum. Demokratik nefes alma imkanı bırakmıyor” demişti.
Cumhurbaşkanlığı seçimi 2022’de yapılmıştı, Macron 2027’ye kadar görevde. Şimdi 30 Haziran-7 Temmuz’daki iki turlu erken seçimle demokratik mesafe açılmış oluyor. Ancak Macron’un oynadığı tehlikeli kumarın sonunda yeni bir “cohabitation” döneminin başlaması da olası. Cumhurbaşkanı ve başbakan farklı partilerden olduğu zaman “birlikte yaşamaya” tahammül dönemi başlamış oluyor. Cumhurbaşkanı başkomutan ve dış politikadan sorumlu olarak uluslararası planda gücünü yitirmiyor, ancak iç politikada el üstünlüğünü kaybediyor.
BİRLİKTE YAŞAMDA NELER OLABİLİR
Seçim çok yakın olduğu için Macron’un partisi Rönesans ile Marine Le Pen’in Ulusal Birlik (RN) partisinin halk desteğini anketlerle ölçmeye zaman yok. Ancak seçmeni aşırı sağa yönlendiren kriterler belli: Göç kaygısı, hayat pahalılığı, yeşil dönüşümün maliyeti ve Ukrayna savaşı. Mevcut meclis denkleminde Macron’un partisi 169 vekille en büyük grup, RN ise 88 sandalyeyle muhalefetin en büyük partisi. Eğer erken seçimde RN hükümeti kurabilecek çoğunluğu elde ederse Le Pen’in karizmatik prensi ve RN lideri 28 yaşındaki Jordan Bardella başbakan olur. Le Pen’in 2027 cumhurbaşkanlığı seçimini kazanması halinde müstakbel başbakan gözüyle bakılan kişi Bardella.
Marine Le Pen'in prensi Jordan Bardella'yı artık herkes tanıyorAP seçiminde yüzde 31.5 oy alan RN’ın yanı sıra, aşırı sağın da sağı ve komplo teorilerinin üstadı Eric Zemmour’un partisi “Yeniden Fetih” de (Reconquête) yüzde 5’le potada; Le Pen’in yeğeni Marion Marechal partinin liste başı adayıydı, AP’ye girdi. Bugüne kadar Fransa’da aşırı sağın bu kadar yükseldiği görülmemişti.
Le Pen'in yeğeni Marion MarechalFransa en son 1997’de “cohabitation”u yaşadı; merkez sağ Cumhurbaşkanı Chirac daha güçlü çoğunluk umuduyla meclisi feshedip erken seçime gitti. Ancak beklenmedik şekilde Sosyalist Parti’ye kaybetti ve beş yıl birlikte geçinmeye çalıştılar. Chirac ile Sosyalist Başbakan Lionel Jospin arasında AB politikalarına dair çokça nüfuz gerilimi yaşandı, zirvelerde itiş kakış bile oldu.
Le Pen’in partisi hükümeti kurduğu takdirde iç politikanın dizaynında eli serbest olacak; 2022 seçim manifestosunda “Fransız vatandaşlarına sosyal konut önceliği, iltica taleplerinin Fransa dışında alınması, orta sınıf ve dar gelirli ailelerin veraset vergisinden muaf tutulması” gibi başlıklar vardı. Macron savunma konusunda esas söz sahibi olsa da hükümetin bu alana karışması olası. Macron sıkı bir Avrupacı, buna karşılık Le Pen ve partisi AB’yi içeriden çökertme hayalleri peşinde. Dolayısıyla ikisi arasında “cohabitation” mayınlı arazi.
Bu arada Macron, yıllardır muhalefette olan Le Pen’in nihayet iktidara gelerek sorumluluk aldıktan sonra büyüsünün bozulağını umuyor da olabilir.
MERKEZ SAĞ SAĞLAM - URSULA NE KADAR SAĞLAM
Avrupa Parlamentosu seçim sonuçları Fransa ve erken seçim kararı alan Belçika dışında an itibariyle iktidar değiştirecek gibi görünmüyor. Gerçi Almanya’da dengeleri yerinden oynattı; Başbakan Olaf Scholz’un SPD’si ağır kaybetti, yüzde 13.9’la tarihin en düşük oyunu aldı ama Macron’un aksine, hiçbir şey olmamış gibi risk almadan pasif seyirci pozisyonunu koruyor Scholz. Yeşillerin kaybı daha da ağır oldu, hem Almanya’da hem de AB genelinde. Aşırı sağdaki Almanya için Alternatif AfD ise yüzde 15.9’la ikinci parti çıktı, doğu eyaletlerinde birinciliğe oturdu ki, kafaların içindeki duvarın yıkılmadığının resmiydi.
AfD eş başkanları Alice Weidel ve Tino Chrupalla kutlama partisindeSeçimin en parlak yıldızı ise şüphesiz AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen oldu. CDU’lu Alman politikacı AP’deki en büyük grubu oluşturan Avrupa Halk Partisi’nin (EPP) zaferini ilan ederken “En güçlü parti olarak biz istikrarın çıpasıyız” diyordu. Von der Leyen, Hıristiyan Demokrat ve Muhafazakarların dahil olduğu EPP’nin komisyon başkanı adayı, ancak ülke liderleri tarafından aday gösterildikten sonra seçilmesi AP’deki diğer gruplardan alacağı desteğe bağlı. Yükselen aşırı sağın parlamentonun dörtte birini oluşturduğu ortamda zorlu bir oyun alanı söz konusu.
Ursula von der Leyen kocası Heiko ile birlikte oy kullandıBeş yıl önce komisyon başkanı seçilirken Polonya’nın PiS partisi ve Macaristan Başbakanı Orban’ın Fidezs partisi gibi popülist sağın desteğini almıştı. Fakat bu dönemde destek yok. Tahminlere göre EPP’nin yanı sıra Sosyal Demokratlar (S&D) ve Liberaller’in (Renew Europe) oyları Von der Leyen’in seçilmesine yetiyor. Ancak EPP üyesi Fransız Muhafazakarlar aleyhte oy vereceklerini açıkladı. Diğer grupların da fire vermesi ihtimaline karşı Von der Leyen’in aşırı sağda arayışa yöneldiği biliniyor; ilk adresi Avrupa Muhafazakarlar ve Reformcular (ECR) grubu oldu. Seçimden birinci çıkan İtalya Başbakanı Meloni’nin post-faşist partisi İtalya’nın Kardeşleri bu grupta. Ancak yüzde 10’luk ECR’nin EPP ile ortaklığı seçilmeye yetmediği gibi, Yeşiller ve Sosyal Demokratlar’dan “Sağ popülist veya faşistlerle işbirliği yapmayız. EPP aşırı sağla birlikte çoğunluğu aramaya kalkarsa biz bu oyunda yokuz” sesleri yükseldi. Liberaller de “Aşırı sağ varsa, açık çek yok” dedi.
Neticede seçim gecesi Von der Leyen’den sıkı bir çark geldi; “Sağ ve soldaki aşırı uçlara karşı kale inşa edecek, onları durduracağız” dedi.
Aşırı sağın dillere destan yükselişine karşı demokratik güçlerin set çekeceği kıvama geldi ortam.
YENİLİK DEĞİL: AŞIRI SAĞ 25 YILDIR YÜKSELİŞTE
Peki aşırı sağ alarmı ne kadar gerçekçi? Öncelikle tek bir grupta toplanmadıkları için yekpare bir güç oluşturmuyorlar, aralarında derin rekabet ve uyuşmazlık var. Kaldı ki, hem güncel hem de tarihsel veriler alarm algısını zayıflatan öğeler içeriyor. Anketler aşırı sağın ayak seslerini gösteriyordu ama seçimde oy kaybına uğrayanlar bile oldu.
Ani baskın bir yükseliş söz konusu değil. Aşırı sağcı milliyetçi partiler son 25 yıldır ağır ağır fakat istikrarlı adımlarla yükseliyor, son seçim sonucu da bu şablona oturuyor. 1999’da AB’ye eleştirel yaklaşan milliyetçi partiler yüzde 7.5 oy oranıyla Avrupa Parlamentosu’na girmişti. Partilerin bugünkü toplam oyu yüzde 20.3. Oy artış oranı seçimden seçime değişiyor, bu seferki yüzde 2.3. En yüksek sıçramayı, borç krizinin zirve yaptığı 2014’te oylarını yüzde 3.9 artırarak yapmışlardı.
Şöyle bir ülkeler turuna çıkarsak…
Almanya-Fransa: Tamam, AB’nin iki büyük ülkesi Fransa ve Almanya’da aşırı sağcı partiler büyük zafer elde etti. Fransa'da durum kritik ama Alman CDU/CSU açık ara farkla Avrupa Parlamentosu’nun en büyük grubu EPP içinde halen önemli bir güç. Üstelik Fransa ve Almanya’nın aşırı sağı arasında derin uçurum mevcut. Le Pen’in aşırı radikal bulduğu için yolları ayırdığı AfD “Kimlik ve Demokrasi” (ID) grubundan atıldı; Avrupa Parlamentosu’nda bağlantısız kaldılar. Hatta SS’leri savunduğu için Le Pen’in tepkisini çeken AfD’nin adayı Maximilian Krah kendi bağımsız grubundan bile uzaklaştırıldı.
Avusturya: Tamam, aşırı sağcı milliyetçi Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ) bu seçimde sandalye sayısını ikiye katladı ama bu parti zaten Avusturya’da iki kere iktidara gelmişti. Her iki seferde de skandallara bulaştığı için seçmen tarafından cezalandırılmıştı. Beş yıl sonra yeniden oylarını artırdı. Yenilik sayılmaz.
Portekiz: Aşırı sağcı Chega AP seçiminde ilk kez iki üyelik kazandı. Ancak yüzdesi tek haneli, ülkede Muhafazakar ve Sosyalistlerin çok gerisinde kaldı.
İspanya: Portekizli Chega yükselmenin başlangıç aşamasında olabilir ama komşu İspanya’da Vox geriledi. 2019’da AP’de dört üyelik elde etmişti, bu seçimde ikiye düştü. AP’de 20’şer sandalye kazanan merkez sağ ve soldaki PP ve PSOE seçimi sürükledi.
İsveç: Aşırı sağcı İsveç Demokratları yerinde saydı, üç sandalyeyi korumakla yetindiler.
Giorgia Meloni iktidarını pekiştirdiHollanda-İtalya: Bu iki ülkede gerçi milliyetçi sağ partiler zafer kazanmış gibi görünüyor ama, diğer aşırı sağ partilerden koltuk kaparak. Hollanda’da Geert Wilders’in partisi PVV sandalye sayısını birden beşe çıkarırken, Wilders’in rakibi faşist FvD lideri Thierry Baudet’den boşalan alanı ele geçirdi. İtalya’da ise Meloni’nin partisi İtalya’nın Kardeşleri üye sayısı altıdan 24’e çıkardı. Fakat aşırı sağcı Matteo Salvini’nin partisi Liga 29 sandalyeden sekize düştü. İtalyan aşırı sağının AP’de toplam 32 milletvekili var – 2019 seçimine göre iki eksikle.
Finlandiya: Koalisyon ortağı sağ popülist Finler partisi iki üyelikten birini kaybetti.
Macaristan: Başbakan Orban kaybedenlerden. Fidesz partisinin iki üyeliği gitti, on sandalyesi kaldı.
Viktor OrbanPolonya: ECR grubuna mensup popülist sağcı Hukuk ve Adalet Partisi (PiS) ülkede seçimi kaybederek iktidardan düştüğü gibi Avrupa seçiminde de altı sandalyeden oldu, geriye 20 kaldı.
Bu seçim sonuçları aşırı sağcı partilerin uzun süredir Avrupa gerçekliğinin bir parçası olduğunu gösteriyor; seçimlerde başarı kazanarak koalisyon ortaklıklarına giriyor, zaman zaman da kaybediyorlar. Bazen de siyasetten tamamen siliniyorlar. Danimarka’daki Halk Partisi gibi.
Genel kanıya göre aşırı sağ güçlenmiş olabilir ama birlik olmadıkları kesin. Güçlü bir fraksiyonda bir araya gelip gelmeyecekleri önümüzdeki yasama döneminde belli olacak. Ancak şimdilik kilit konularda derin görüş ayrılıkları mevcut.
Bir yanda Meloni ile İspanyol Vox ve Polonyalı PiS’in dahil olduğu “Avrupa Muhafazakarlar ve Reformcular” (ECR) grubu var. Diğer yanda Le Pen, Wilders ve Salvini’nin bulunduğu “Kimlik ve Demokrasi” (ID) grubu; Le Pen’in kırmızı çizgisini aştığı için AfD buradan ihraç edildi. Orban’ın partisi Fidesz ise bağımsız. Le Pen diğer gruba karşı daha uzlaşmacı ve ılımlı bir tavır sergiliyor, röportajlarda Meloni ile işbirliği mesajları veriyor. Ancak Meloni’den henüz karşılık bulmuş değil. Le Pen Avrupa’ya karşı şüpheci tarafta, grup içinde AB’ye eleştirenler de var, tamamen çıkılmasını savunanlar da. ID grubu Rusya’a karşı Ukrayna’ya verilen AB desteğine eleştirel yaklaşıyor, Meloni’nin ECR ise direkt Kiev’i destekliyor. Rusya taraftarlığı ve Putin karşıtlığı, aşırı sağı önemli ölçüde ayrıştırıyor.
Aşırı sağ birleşip Avrupa Parlamentosu’nun ikinci büyük grubunu oluşturduğu takdirde ise bambaşka bir tablo ortaya çıkabilir; ilerici yasa tasarılarını bloke edebilir, Yeşil Mutabakat’ı durdurup AB genişlemesine karşı çıkabilir, bütün göçmenleri Ruanda’ya göndermek üzere bastırabilirler. İşte o zaman aşırı sağ gerçekten yükselmiş olur.