'Bir ömür nasıl yaşanır?' hem dünyanın en zor sorusu bu hem de en kolay! 8 milyar farklı cevabı var. Hem hepsi doğru bu cevapların hem hepsi yanlış...
Metroda, otobüste, vapurda, yolda aylak aylak yürürken, bilmem kaç bölümdür dön dolaş aynı şeyi anlatan bir yerli diziyi izlerken hep bu soruya cevap arıyorum. Tweety'yi yakalamaya çalışan Sylvester gibi hiç yakalayamayacağımı bildiğim şeylerin peşinde ömrümü tüketiyormuşum gibi hissediyorum. Hindistan'a diye yola çıkıp Amerika'yı bulan Kristof Kolomb gibi, 'Bir ömür nasıl yaşanır?' sorusunun cevabı için gittiğim yollar doğru ama ulaştığım sonuçların başlangıçta düşündüklerimle alakası yok! Ve maalesef hayat lisedeki matematik hocam da değil, gidiş yolum doğru diye puan vermiyor sınav kâğıdıma... Yaşam koçu ve ‘Ustalık Gerektiren Kafaya Takmama Sanatı’ kitabının yazarı Mark Manson, bir ömrün kafaya takmayarak yaşanması gerektiğin söylüyor: “Tatmin edici bir hayata giden yol hayatın zorluklarını kucaklamak, gerçekten önemli olanı seçmek ve gerisini bırakmaktan geçer… Ne hakkında stres yapıyorsanız yapın, ne hakkında endişeleniyorsanız, kendinize bunun 10 yıl sonra veya 80 yaşına geldiğinizde önemli olup olmayacağını sorun; büyük ihtimalle öyle olmayacaktır. Öyleyse, önemli değilse, bırakın gitsin…"Yenal Bilgici’nin İlber Ortaylı’yla yaptığı, ‘Bir Ömür Nasıl Yaşanır?-Hayatta Doğru Seçimler İçin Öneriler’ adlı söyleşi kitabında aynı soruya İlber Hoca’nın cevabı ise şöyle: “Hayat, derbederlik ve tembellik için çok uzun; fakat hırsla, yağma ve haydutluk yapmaya değmeyecek kadar kısadır. Hayat duygularla çalışılacak ve resmedilecek bir kompozisyon, aynı zamanda mantıklı yazılacak bir rapor gibidir...”Ben ne bırakabiliyorum ne de mantıklı bir rapor gibi kayda geçiriyorum hayatımı… Burada Montaigne yetişiyor imdadıma: “Biz pek şaşkın varlıklarız: Filanca hayatını işsiz güçsüz geçirdi, deriz; bugün hiçbir şey yapmadım, deriz -Bir şey yapmadım ne demek? Yaşadınız ya! Bu sizin yalnız başlıca işiniz değil, en parlak, en onurlu işinizdir... Yaşamak kendi içinde bir hedef olmalı, başlı başına bir amaç...”
BİR SPAGETTİ ÇUBUĞU NE KADAR İNCE OLABİLİR Kİ?
Ben cevabı hem kabak gibi ortada duran hem de Kaf Dağı’nın ardından gizli bu soruya cevap bulmak için hiçbir yere gitmeyen bir koşu bandı üzerinde patinaj yaparken BBC’de bir yazıya denk geldim. Bir grup fizikçi, spagetti üzerinden evrenin sırrını çözmeye çalışıyormuş. Borges’in “Tüm bu yaşadıklarımız ormanda avlanmaya giden bir kaplanın kafasından geçen şeylerse” diyerek açıkladığı ‘hayat’ın sırrı bildiğin salçalı makarna da gizli olabilir mi?
‘Bir ömrü böyle yaşamaya’ karar veren fizikçiler soruyu cevaplama yolunda bir spagetti çubuğunun (tek bir spagetti çubuğuna ‘spagetto’ deniyormuş) ne kadar ince olabileceğini bulmak için deneyler yapmışlar. Bir spagetto ortalama bir ila iki milimetre kalınlığındaymış. University Collage London’dan bir grup fizikçi ‘elektro-eğirme' adını verdikleri bir teknikle unu bir şırıngada elektrik yüklü özel bir çözeltiyle çözüp sonra da şırıngayı negatif yüklü özel bir plakanın üzerine tutmuşlar. Ve 0.1 milimlik inanılmaz incelikte bir ‘spagetto’ elde etmişler. Bu incecik spagetti çubuğu normal spagetti çubuklarından daha da dayanıklıymış. 'Spagetti ne kadar ince olabilir?' sorusunun peşine takılıp 0.1 milimlik spagetto yapan bilim insanları araştırmalarının sonucunun sıvıları filtrelemek ve yaraları tedavi etmek için kullanılan plastik ‘nanoliflere’ biyolojik olarak parçalanabilir alternatiflere yönelik bir adım olmasını umuyor.
1949'da Brown Üniversitesi'nden fizikçi George F Carrier, The American Mathematical Monthly dergisinde dünyanın dört bir yanında milyonlarca insanın merak ettiği şu sorunun cevabını bulmak için çalışmaya başlamış: 'Neden yüzüme sos bulaşmadan spagetti yiyemiyorum?' Carrier’ın kurduğu tüm denklemler, spagetti çubuğunun kısaldıkça daha da kontrolsüz şekilde sallandığını ve sonunda yiyenin ağzına yüzüne bulaşmasının garanti olduğunu göstermiş. Ne yazık ki, matematiksel formülleri yüze çarpan salçalı spagetti problemine bir çözüm sunamamış!
DAHA GÜZEL BİR ÖMÜR İÇİN KENDİNİZE AİT BİR ODANIZ OLSUN
Bilim spagetti yerken ağzımıza yüzümüze bulaşan salçaya çözüm bulamazken ben ‘Hayat Bilgisi’ dersinden çakacağımı daha baştan bildiğim halde ‘Bir ömür nasıl yaşanır?’ sorusuna cevap arıyorum...
Mark Manson, mutlu bir ömür için her şeyi kişisel olarak almaktan vazgeçmemizi söylüyor: “Çevremizde olan biten her şeyin bizle ilgili olduğuna dair bir önyargımız vardır ama bilmeliyiz ki yok öyle bir şey!”
Ranson, “Sonunun ne olacağını bilmeden harekete geçmekten korktuğumuz için hayatlarımız çoğu zaman birbirini tekrar eden güvenli ve sıkıcı günlerden ibaret oluyor...” diyor.
İşte bu ‘güvenli ve sıkıcı’ günlerimizde ‘ömrümüzü daha anlamlı yaşamamız’ için ‘kendimize ait bir odamız’ olmasını tavsiye ediyor Montaigne: “Dükkanımızın arkasında yalnız bizim için bir odamız olmalı, orada gerçek özgürlüğümüzü sağlamalıyız, kendi yalnızlığımızı bulmalıyız. Orada olağan konuşmamız kendimizin olmalı, kendimizle olmalı...”Bir ömür böyle yaşanmamalı dediğim günlerimde kendime ait odama çekilip salçalı spagetti yiyorum... Ağzıma yüzüme buluşan o salçada hayatın tadını alıyorum...