Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, çarşamba günü Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından ağırlandı. Ertesi gün de TBMM kürsüsünden dünyaya hitap etti.
Hatırlayacağınız gibi bu konuşmanın, Hamas Siyasi Büro Şefi İsmail Heniyye’nin de katılımıyla yapılması planlanıyordu. Bu tablo, Ankara’nın Filistin’deki farklı grupları ve örgütleri yakınlaştırma yönündeki politikalarının da devamıydı elbette. O dönem Abbas’ın bu konuda istekli olmadığını da hatırlatmış olalım.
Heniyye’ye düzenlenen suikast sonrasında dengeler alt-üst oldu. Kimbilir ne zaman bu hadisenin perde arkası aydınlanacak ve suikastın gerçek hedefini anlamış olacağız.
ABBAS'A YÖNELİK TEPKİLER
Türkiye’nin Mahmud Abbas’la ilgili ısrarının da doğru anlaşıldığı kanaatinde değilim. Israr diyorum; çünkü sağlık gibi gerekçeler öne sürülerek Abbas’ın gelmeyeceği yönündeki bilgiler üzerine yoğun bir diplomasi yürütüldü. İki günlük ziyaretin böyle bir perde arkası da var.
Öte yandan Filistin meselesinde hassasiyeti olan bazı kesimlerin, bu ziyarete yönelik tepkileri olduğunu da biliyoruz. Açıkçası Abbas’ın, gerek politik tutumları, tutarsız söylemi ve gerekse Filistin halkını kuşatacak düzeyde bir zemine katkı sağlamayan yaklaşımlarıyla bu eleştirileri büyük ölçüde hak ettiğini düşünüyorum. Verdiği tavizlerin ortaya çıkardığı olumlu bir sonuç olmadığı gibi, kendisini de kâğıt üzerinde varlığı olan bir devlet başkanına dönüştürdü.
Onun döneminde El-Fetih’in, özellikle Hamas’ın kazandığı 2006 seçimleri sonrasında ortaya koyduğu tavır, Heniyye’yi başbakanlıktan azletmesi, Filistin açısından çok yaralayıcı ve kelimenin tam anlamıyla bölücü sonuçlar üretti.
Ama eleştirilerimin sınırını da ifade etmek istiyorum. Abbas’ı Filistin davasına ve halkına ihanet eden bir isim olarak görmek, gereğinden fazla aşırı ve haksız bir yorum.
ANKARA'NIN ABBAS ISRARI
Türkiye’nin bu konudaki ısrarına dönersek, gayet net bir gerekçesi var. Mahmud Abbas, halihazırda uluslararası düzeyde karşılığı olan bir siyasi aktör. Çin’in Filistinli grupları bir araya getirme hamlesinde diğer grupların onun liderliğinde ulusal bir uzlaşma hükümeti kurmayı kabul etmesinin gerekçesi de bu. Özetle, Ankara’nın Abbas’a yönelik ilgisi ve daveti, onun uluslararası düzeyde kabul gören tarafıyla ilgili. Ne eksik, ne de fazla.
Türkiye, onun Filistin’de ciddi bir siyasi gücünün olmadığını, yapıp ettiği büyük yanlışların ardından hayli yıpranmış ve güvenilmez bulunduğunu elbette biliyor. Ancak baştan beri altını çizdiğim bir hususu hatırlatmak isterim. Filistin konusuna dair ilgimiz, burada herhangi bir örgütü kendimize bağlamak, onu vekil güç haline getirmek ve bunun üzerinden güç devşirmek temeline dayanmıyor.
Dört boyutu var özetle bu ilginin. İlki Mescid-i Aksa başta olmak üzere ortak değerler üzerindeki hassasiyetimiz. İkincisi ortaya çıkan soykırıma yönelik tavrımız ve tepkimiz. Üçüncüsü Filistin halkının kendi kaderini tayin etmesini sağlamak. Son olarak da bu bölgedeki ateşin yayılmasından ortayla çıkacak tablonun güvenliğimizi tehdit edecek hale gelmesine engel olmak.
BARIŞI DA DÜŞÜNMEK ZORUNDAYIZ
Bu nedenle Türkiye, mücadele kadar müzakereyi de önemsiyor. Yine aynı nedenle Filistin’deki farklı aktörleri ortak bir zeminde tutma çabasından vazgeçmiyor. Barışa dair çabalar ne zaman nasıl sonuç verir bilinmez. Ama bir barış zemininde Filistin’in elinin güçlü olmasını ve temsil genişliğini en çok dikkate alan da kesinlikle Türkiye.
Filistin, belli ideolojik bakışların cenderesine sıkıştırılacak, sadece bir aktör üzerinden tanımlanacak ve o şekilde yönetilecek bir sorun değil. Eğer bir sorunu çözmek, hafifletmek ya da en azından yönetmek istiyorsanız, sık sık onun tarihine bakmak, aynı zamanda hangi dinamikler etrafında şekillendiğini anlamak zorundasınız. Ayrıca o dinamiklerin önünde yürümeyi de göze almak durumundasınız. Türkiye’nin Filistin konusundaki hafızası ve tecrübesini hafife almak doğru bir yaklaşım olamaz. Yüzyılları aşan bu hafıza, çözüme katkı sağlama ihtimali olan her aktörü dikkate almayı ve mümkün olduğunca diğerleriyle yakın kılmayı gerektiriyor.
Mahmud Abbas’ın TBMM’de şeref konuğu olarak ağırlanması ve dünyaya hitap etmesi, onun şahsından ve temsil ettiği örgütlenmeden çok daha büyük bir politikanın parçasıdır. Filistin'e kim nasıl katkı sağlar, kim kendi çıkarları için sırtından hançerler istediğimiz kadar tartışalım. Kalıcı barışın adresi Türkiye'dir.