Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Nihal Bengisu Karaca Normalleşme hayaletinin gözetiminde sahte yumuşama
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        31 Mart’tan Temmuz başına kadar sürekli aynı kelimeleri duyduk. İktidar tarafı ‘yumuşama’ muhalefet tarafı ‘normalleşme’ demeyi tercih ediyordu.

        İki kelime de aynı beklentiyi ifade ediyordu. Hem iktidar hem muhalefet tarafında talibi vardı.

        Ankara’daki ‘süngüyü düşürmeyelim’ci şahinlere karşı, “Bakın bu yerel seçim sonuçlarından sonra şapkayı önümüze alıp düşünelim, sistemin artık, en azından, bir hukuk zeminine oturması gerekiyor” diyenler siyasetin bir yumuşama evresine ihtiyaç duyduğunu düşünüyor, Özgür Özel’in CHP’nin yerel seçim başarısının ardından takındığı olgun tavrın siyasetin ve ‘hukuk zemini’nin yeniden inşası için bir fırsat temin ettiğine inanıyordu. En azından bir imkan olduğu kanısında idiler.

        ‘Bahar gelsin artık’ yazıları iktidarın amiral gemisi olan gazetede yayınlandı. Abdülkadir Selvi bir ‘güvercin’ elçisi olarak Kavala’nın ve bazı tutuklu/hükümlülerin cezaevinde olmasını sorgulamaya pek tabii ki sadece kendisi karar veriyor değildi. İnsanların aklına acaba Cumhurbaşkanı Erdoğan ülkenin biraz nefes alması adına rejimin kementlerini gevşetecek bazı politik açılımlara sıcak bakmaya ve CHP’den de bu amaç doğrultusunda destek alma yoluna mı gidiyor fikrinin düşmesi gayet normaldi.

        Özgür Özel partinin yakın ve uzak siyasi tarihi adına önemli özeleştiriler yapıyordu.

        Taraflar birbirini ziyaret etti, ağrladı, hediyeleşti.

        Normalleşmeyi özlemek de savunmak da normaldi.

        Veya diğer tercihle yumuşamayı idealize etmek.

        Ancak herkesin ‘normali’ farklıydı.

        NORMAL ENFLASYONUNDAN NORMALİN İFLASINA

        Şahin AK Partililer /neo ittihatçı millyetçilere göre içinde bulunduğumuz zemin zaten normaldi.

        Eski rejimin neo ittihatçı versiyonuyla "Ne kadar sert olursak o kadar güçlü oluruz” diye düşünen bazı yönetici aile üyeleri+akraba ve çevresi içinaralarındaki nüfuz ve ekonomik güç temerküzü ile iktisap paylaşımı gayet normaldi. Bu düzen dağılacaksa bahar gelmesindi. Normal de olmaz olsundu.

        Güvercin AK Partililere göre böyle ‘bizden sonrası tufan’ mantığıyla ilerlemek normal değildi. Tamam herkes yalı, tekne, jeep parasını yapsındı (taş mı yesinlerdi ayol) ve yapmışlardı zaten. Ama AK Parti’nin mirası ne olacaktı? Yönetimin şeffaf ve hesap verebilir, yürütmenin denetime açık, yargının tarafsız olduğu, devletin kurumlarının hafızalarının ve sürdürülebilirliklerinin yeniden inşa edildiği bir düzene geçilmesi lazımdı. Normal olan buydu.

        Makul CHP’liler ise belki tarihte ilk kez AK Parti tabanındaki beyaz ve mavi yakalı makul profillerle aynı şeyi istiyordu: Ekonominin düzelmesi, Hukuk devleti, şeffaf ve denetlenebilir hesap verebilir yönetim, kutuplaştırma siyasetinin son bulması. Kimsenin birbirini hapse attırmak istemediği bir Türkiye. Başkasının acı çektiğine dair hayaller kurmayan sakin bir Türkiye.

        Ancak elbette ‘maksimalist’ CHP’liler de vardı. Onlara göre Özgür Özel seçim sonuçlarının ‘gerçek bir zafer’ olduğunu kabul edip zaferi zırh gibi kuşanmadan ve“Bana bak Erdoğan bundan sonra bana kral diyeceksin" diye ortalarda nara atmadan normallik gelmeyecekti.

        Dem’lilere göre 6-8 Ekim’de hiçbir şey olmamış gibi yapılması normaldi. PKK bir terör örgütüdür demek normal değildi sonra, “terör kimden gelirsen gelsin” diye ayrı bir terör örgütü olduğunu düşünüyorlar ve bu düşünceyi normal buluyorlardı.

        Milliyetçilere göre Dem’lilerin sonsuza kadar hapsedilmeleri normaldi. Türk olmak isteyen herkes bozkurt işareti yapacak aksi takdirde Türklükleri tartıya çıkacaktı ayrıca. Onlara göre gayet normaldi.

        Vatanseverlik görüntüsü altında, vatana ihanet sayılabilecek her çukurun içine girmiş, günah galerisi işinde kariyer sahibi mafyatik unsurlara göre siyasetçiler tarafından kollanma karşılığı al takke ver külah ilişkileri normaldi.

        Tarafların tabanlarını oluşturan sosyolojilerin ve temsilcilerinin normalleri de farklıydı.

        AK Parti’li kimliğini ‘CHP karşıtlığı’ olarak kodlamış olanlara göre göre 365 gün 28 Şubat konuşmak normaldi. AK Parti’ye Cumhur İttifakı üzerinden yama olarak katkı sunan bazı Kemalist görünümlü hamaset bağımlılarına göre Türkiye’de hatta tüm gezegende bütün konuların 6-8 Ekim veya 15 Temmuz tarihlerine sabitlenmesi normaldi. Bu tarihlerin dışındaki tarihler herkes tarafından unutulursa her şey daha da normal olurdu.

        Seküler ulusalcılara göre, Diyanet İşleri Başkanı'nın ortalarda görünmemesi, sığınmacı ya da yabancıların topluca ülkeden kovulması normaldi. Ayrıca bir kısmı başörtülülerin hakim olmasını anormal bulduklarını rahatlıkla itiraf edebiliyorlardı.

        Yaşam tarzı laikliği müdavimlerine göre festivallerde prezervatif dağıtılması ve hafif uyuşturucular bulundurulması normal sayılmalıydı.

        Sekter İslamcılara göre aileler dağılmasın diye kadınların iş hayatında istihdam edilmelerini engellemek normal. Boşanma olduysa nafaka vermemek normal.

        YENİ BİR NORMAL İÇİN SİYASET ZEMİNİ

        4 yanlışın 1 doğruyu götürdüğü bu ‘normal’ enflasyonunda her takımın bir de kendi normalini dayatmaya teşne olması halinden bir normal çıkar mıydı?

        Çıkmadı.

        Görülen o ki, normali yeniden ihya etmek ya da yeni bir normal inşa edebilmek lazım.

        Aç parantez: Yeni normali, dünyayı kendi mahallesinin aidiyet dinamikleri üzerinden tanımlayanlar değil, ancak mahallesinin tahakkümüne itiraz edebilen mahallesizler, tarafsız bir agorada buluşabilenler kurabilir. Birbirlerini fark edip söylem üstünlüğü kuracakları bir siyasetin imkanlarını tutulabilir ve kavranabilir bir deste haline getirip birbirleriyle bağ kurmayı sağlayana dek eski normal tarifleri kakafonik bir uğultu gibi havada dönüp duracak gibi görünüyor.

        Peki onlar kim? Ne olduklarını değil ne olmadıklarını tariflemek bağlamında basit ve güncel bir örnek vereyim: Yeni normali, Nagehan Alçı’nın geçmişte aldığı siyasi pozisyondan nefret ettiği için şimdi onun çektiği acıyı kendi siyasi tarafının haklılığı gibi algılayıp kutlayan looserlar kuramaz. Yeni normali ancak, “Senden hoşlanmıyor olsam ve sana karşı mesafemi koruyacak olsam da hakkını teslim etmekten ve uğradığın haksızlığa karşı seninle dayanışmaktan vazgeçmeyeceğim” diyebilenler kurabilir. Yeni normali, siyasetin günün sonunda insani bir aktivite olduğunu ve tam da bu yüzden en temel prensibin insana hürmet olduğunu bilenler kurabilir.

        “YUMUŞAMA” NASIL BUZ KESTİ?

        Parantezi kapatalım ve iktidarın kullanmayı seçtiği ‘yumuşama’ sürecinde nerede olduğumuza bakalım.

        ‘Yumuşama’ kulağa geldiği kadar yumuşak bir kavram değil. Yumuşama, bu ülke standartları açısından son derece ‘sert’ değişimleri, zorlayıcı mutabakatları göze alabilmeyi gerektiriyor.

        Özgür Özel’in yaptığı vahim hata, Devlet Bahçeli’nin sitemlerine karşı kurduğu o tuhaf "Suç ortağını bize ittirmeyin" şeklindeki cümle, AK Parti tarafında böyle bir riskin göze alınmaya değer olmadığına kanaat getirilmesine neden oldu.

        Özgür Özel hala son derece keyifli bir biçimde Youtube yayınlarında şarkı listesi falan paylaşıyor olsa da, sürecin kendisini aktör haline getiren havası yavaş yavaş kayboluyor.

        Özel-Erdoğan diyaloğu pekala bugün yaşanan mali krizin, hayat pahalılığının, enflasyonun ve şeffaf olmadığı gibi sahici de olmayan rakamlar baz alınarak yapılan ücret/maaş zamlarının hiçbir şeye yetmemesinin ve bunlarla ilgili kimselerin hesap vermiyor ve vermeyecek olmasının, şeffaflık ve hukukun işleyişine dair tüm sorunların sebebi olan cumhurbaşkanlığı hükümet modelinin hiç değilse revize edilmesini sağlayacak bir ortamı yaratabilirdi. Bugün ise o noktadan bir hayli uzağa düşüldü.

        Bir çuval incirin nasıl berbat olduğu Sinan Ateş davasının görülme şekline bile yansıdı.

        AK Parti-CHP arasında kurulmuş olumlu ilişki dinamiğinden sonuç çıkması ihtimali duvara toslamış görünüyor.

        Şimdilik geride kalan sınanmamış bir ‘yumuşama’ taklidi.

        Zira ekonomi halkın boğazına bıçak dayamışken safları sıklaştıracak o gür sesi çıkarmak, kutuplaştırma gazını köklemek ve "Ya bizdensin ya onlardan" tehditlerini sürdürmek o kadar kolay değil.

        Muhalefet açısından da, cumhurbaşkanını erken seçime zorlayacak sahici bir enstrümana sahip değilken, sahipmiş gibi yapmak anlamlı değil.

        O yüzden AK Parti ve CHP arasındaki ilişkiler hasar almış ve rafa kalkmış bir normalleşme hayaletinin gözetiminde, yumuşak bir muhalefet ve süngüsünü yumuşak ve tasarruflu kullanan iktidar tavrı arasında donmuş vaziyette.

        İktidar emeklilere ve emekçilere fatura edilen bir programın kendi mensupları ve takipçileri tarafından bile gayet sert şekillerde eleştirilmesini engelleyemiyor, tabanın moralini yeterince toparlayamdığı gibi yerel seçimde CHP’ye kaçan oyları yeniden toparlayabilecekmiş gibi görünmüyor.

        Muhalefet üzerinden üç ay geçmiş yerel seçim başarısının artık bitmeye yüz tutmuş heyecan ateşini yelleyip bir heyecanı diri tutmaya çalışıyor. Ancak yapılacak ilk seçimde iktidarı devralmaya hazır olduğunu ispat bağlamında güçlü bir duygu oluşturamıyor.