Prof. Dr. Hotamışlıgil: Nrf1 genini bulduk...
Dünyaca tanınan Türk bilim adamı, Harvard Üniversitesi'nden Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil bedenin gizli alfabesini bulduklarını açıkladı. Prof. Dr. Hotamışlıgil, "Bir hücrede her 6 nanometrede bir kesit aldık ve olağanüstü bir şeyi öğrendik. Bir tek hücrede 4 terebayt karşılığı görüntü bilgisi vardı" dedi
Yıllardır insan metabolizmasını inceleyen ve yaptığı çalışmalarla bilinen Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil, "Metabolizma biyolojinin Göbeklitepe'si. Organizmanın tarihi orada başlıyor. Bugünü oradan hareketle okuyabiliyoruz. Bu metabolizmada genetikte de bir alfabe var. Alfabeyi bulduk; okumaya çalışıyoruz, okuyoruz" dedi.
"GİZLİ FRENİ BULDUK"
Kolestrol olmadığında hücrelerin inşaat yapamayacağını ama kolestrolün tehlikeli bir şey olduğuna da dikkat çeken Hotamışlıgil, "Evrim sonunda oluşmuş ve yüksek kolestrole karşı bir fren mekanizmasının olması gerekir. Yıllardır bu fren mekanizmasını arıyorduk. Galiba Nrf1 geninin keşfi ile de bulduk" diye konuştu.
EASD-NOVO NORDİSK ÖDÜLÜ'NÜ ALDI
Hürriyet Gazetesi yazarı Ertuğrul Özkök, köşesinde keşfedilen gen ile Türk bilim insanı Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil'in başarısını şöyle kaleme aldı: "Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil’i 2013 yılında Vehbi Koç Ödülü’nü aldığında tanıdım. Dünyanın en ünlü üniversitelerinden Harvard’da 'Sabri Ülker Araştırma Merkezi'nin başında. Burada ekibiyle yaptığı araştırmalarla Nobel’e giden yol olarak bilinen ‘EASD-Novo Nordisk’ ödülünü aldı. Geçen çarşamba akşamı Berlin’de ödülünü alırken, salondaki tek gazeteci bendim. Prof. Dr. Aziz Sancar’dan sonra dünya tıp ve biyoloji biliminde Türkiye’ye gurur veren bu bilim insanı ile Berlin’de iki gün boyunca derin bir sohbet yaptım. Biyolojiden efsanelere, oradan insan bedeninin alfabesine kadar birçok konuyu konuştuk. İşte size bu sohbetin renkli ve öğretici anları.
1) METABOLİZMA BİYOLOJİNİN GÖBEKLİTEPE’SİDİR
Hocam lütfen anlayışı çok kıt bir insana anlatır gibi bana şunu söyleyin. Siz yıllardır o laboratuvarda ne yapıyorsunuz?
“Biz yıllardır şunu yapıyoruz. Metabolizmayı inceliyoruz. Çünkü metabolizma biyolojinin Göbeklitepe’si. Organizmanın tarihi orada başlıyor. Bugünü oradan hareket ile okuyabiliyoruz. Metabolizma içinde milyonlarca etkileşim var, bu etkileşim sistemleri milyonlarca yıl boyunca arkadaş olmuşlar ve çok karmaşık ilişkiler geliştirmişler. Yani bugün gördüğümüz pek çok şeyin, belki hiçbir şeyin, tek nedeni yok.”
2) BİYOLOJİNİN GÖBEKLİTEPE’SİNDE SORDUĞUMUZ İLK SORU, İLK CEVAP
“İşe şu çok basit soruyu sorarak başladık: Metabolik hastalıkların, ki ben bunlara artık immüno metabolik hastalıklar diyorum, neden hepsi bir arada geliyor? Yani neden aynı zamanda hem tansiyon, hem şeker, hem kolesterol geliyor? İnsan şişmanlayınca neden şekeri yükseliyor, şekeri yükselince neden kalp hastası oluyor? Aslında bir çocuğun bile soracağı kadar basit bir soru, ama biz 25 yıldır bu sorunun cevabını bulmaya çalışıyoruz.”
Peki hocam bu ilk sorudan sonra bulduğunuz şey neydi?
“Bunların ortak mekanizmaları olması gerekir diye düşünüyorduk. Mesela bunlardan biri olan immüno metabolik bir mekanizma bulduk. Yağ dokusunda şişmanlık sırasında immün bir reaksiyon ortaya çıkıyor. Bu bildiğimiz bir şey değildi. Ben buna metabolik enflamasyon veya ‘metaflamasyon’ diyorum. Metabolik enflamasyon çok yavaş oluyor, düşük düzeyde oluyor, enerji tüketmiyor ve geçmiyor. İlk önemli buluşumuz buydu.”
3) OBEZİTENİN SADECE YÜZDE 5’İNDE TEK GEN ETKİLİ OLUYOR
Bana biraz karışık geldi. Yani vardığınız sonuç nedir?
“Bazı yanlış beklentilerimiz var. Mesela önemli bir kısmımız şöyle düşünüyor: Bir gen bulunacak, sonra hayatımız kurtulacak. Oysa mesela obezitenin sadece yüzde 5’inde tek bir gen etkili oluyor. Diyabetin yüzde 90’ı çok genli bir hastalık. Çünkü çok sayıda gen devreye giriyor. İnsanın genetik yapısı o kadar basit değil. Ayrıca genetik statik bir şey de değil, dinamik.”
Peki genetiğin hiç mi etkisi yok?
“Yukarıda söyledim bunu, ‘tek gen’ arayışındaki durum. Genetik risk diye bir şey var elbette. Ama bunu etkileyen çok sayıda gen ve bunları yanı sıra çevre faktörü de var. Yani genim iyi diye yan gelip yatarsanız çok şaşırabilirsiniz.”
4) EVRİMİN DERDİ ŞİŞMANLIK DEĞİL, AÇLIK VE KAN ŞEKERİ
Evrim hayvanın şişmanlamasına az çok çare bulmuş, insanınkine niye bir cevabı yok?
“Bütün sistemler organizmayı yokluğa karşı korumak için alınmış tedbirler geliştirir. Evrimin şişmanlıkla bir ilgisi yok. Şişman olan bir hayvanın, bazı özel koşullar dışında, zaten neslini sürdürebilmesi çok zor. Organizma evrim sırasında yaşamı hızla tehdit eden açlığa ve düşük kan şekerine karşı çare arar.”
5) 2 MİLYAR YIL BEKLERSEN EVRİM KANSERE ÇARE BULUR
Madem evrim diye bir şey var, madem bu evrim sırasında canlı organizma birçok şeye karşı tedbir geliştirmiş, öyleyse neden kanser gibi illetlere bir çare bulamamış?
“Cevabı çok basit. Evrim, insanın 30 bilemedin 40 yıl yaşayacağı bir süre için planlama yapmış. Ama insan ömrü 90 yıla çıkınca ve de yaşam tarzı tamamen değişince plan bozulmuş. Yani uzun ve bugünkü hayat evrimin hazırlık yapamadığı bir şey.”
Anlamadım, niye 30-40 yıl için bir evrim planlamış?
“Çünkü canlı organizmaların ortaya çıkışı üzerinden 2 milyar yıl geçti. Yani hayvan organizması gibi, insan organizması da milyonlarca yıl süren bir dönem boyunca evrildi. Bütün bu milyonlarca yıl boyunca insan ömrü 30-40 yıldı. İnsanın 80-90 yaşına kadar yaşaması son birkaç yüzyılın olayı, yaşam değişiklikleri öyle. Yani bugün 2 milyar yıl daha sabredersek, belki evrim bugün illet diye bildiğimiz birçok şeye karşı savunma ve korunma çaresi geliştirebilecek.”
6) 30-40 YIL YAŞAYAN İNSAN BİZDEN DAHA MI SABIRLIYDI
Öyleyse sorun ne? Eski insan bizden daha mı sabırlıydı?
“Biz daha uzun yaşıyoruz ve daha bilinçliyiz, doğal olarak ‘Bugün 90 yaşına kadar yaşamayı başarabiliyorsak niye 120 yaşına kadar yaşamayalım diye soruyoruz. Daha uzun süre sağlıklı kalmak istiyoruz. Yaptığımız ve ödül aldığımız çalışmaların amacı işte insanın bu talebine cevap bulmak. Yani evrimin işini yapmasını beklememek. İnsanların sağlık sorunlarına bugün çözümler üretmek.”
7) FREN MEKANİZMASI ‘NRF1 GENİ’
“Kolesterol aslında iyi bir şey. Kolesterol olmazsa hücreler inşaat yapamaz, vücut bazı hormonları üretemez. Ama aynı zamanda çok toksik yani zehirli, tehlikeli bir şey, belli bir noktayı geçince zararlı oluyor. Yani canlı bedeninin, hücre içinde kolesterolün düşmesine tahammülü yok. Ama yükselmesine hiç tahammülü yok.
Biz hep şunu düşündük. Hem azlığına hem çokluğuna tahammül yoksa, hem gaz hem de frenin birlikte gelişmiş olması gerekir. Yani teorik olarak, evrim sonunda oluşmuş ve yüksek kolesterole karşı bir fren mekanizmasının olması gerekir... Tabii bir de bu fren mekanizmasının nasıl devreye girdiğini bulmalıydık. İşte yıllardır bu fren mekanizmasını arıyorduk. Galiba Nrf1 geninin keşfi ile de bulduk.”
8) 20 MİKROMETRE HÜCREDE 4 TERABAYT BİLGİ VAR
Ödül töreninde yaptığınız sunumda bir de video gösterdiniz. Beni çok etkiledi. Neydi o?
“Bu birlikte çalıştığım ekibe ve bana çok heyecan veren bir çalışma. Henüz erken aşamalarda. Bir hücrenin içine girdik, her 6 nanometrede bir kesit aldık. Sonra bunları görüntülemeyi ve birleştirmeyi başardık. Daha da ileri gittik, üç boyutlu görüntüsünü de inşa ettik. Ve orada şu olağanüstü şeyi öğrendik. Bir tek hücrede 4 terabayt karşılığı görüntü bilgisi vardı.”
Ne anlama geliyor bu?
“Şu anlama geliyor. Metabolizmada çok karmaşık, birbiriyle çok hassas bir şekilde etkileşim içinde bulunan sayısız mimari oluşumlar var ve bu milyonlarca yıl boyunca oluşmuş son derece karmaşık, mükemmel bir sistem.”
9) GENETİĞİN GİZLİ ALFABESİNİ BULDUK AMA BU YETMEZ
Yine genlere dönelim. İnsanoğlu DNA’yı bulunca ve genomu yani gen haritasını çıkaracak diye çok umutlandı. Peki şimdi neredeyiz?
“Bakın size ‘Metabolizma biyolojinin Göbeklitepe’sidir’ dedim. Bu metabolizmada genetikte de bir alfabe var. Yani hiyeroglif gibi okunması gereken tabletler karşınızda. Ama bir alfabe tek başına harflerden oluşan bir sistemdir. Bunun bize bir şey anlatması için dile dönüşmesi lazım. Harfler yan yana gelerek anlamlı kelimeler haline dönüşecek. Onlar cümleler halinde dizilecek. İnsan onları sesli ifade yollarını bulacak. Hatta ses tonlamaları ile o dile ayrıntıları taşıyacak renkler verecek. Evet alfabeyi bulduk. Okumaya çalışıyoruz, okuyoruz. Ama dediğim gibi neredeyse bir hücresinde 4 terabayt çözülecek bilgi var. Yani işimiz o kadar kolay değil. Müzikte 7 nota var ama zaman değişkeni işin içine girince sonsuz melodi oluşabiliyor. Genetik de bu gözle bakıldığında binlerce notadan oluşan bir müzik ve hem zaman hem mekân değişkenleri sonucu belirliyor.”
10) HOCAM BİZ GERÇEKTEN MAYMUNDAN MI GELDİK
Sık sık evrimden söz ediyorsunuz. Dinler ise yok diyor. Nedir durum?
“Mikroskopla baktığım ve gördüğüm, deneyler ve ölçümler yaptığım dünya bana evrimin var olduğunu söylüyor. Ben inanç sahibi insanlara bir şey diyemem. Onlar kutsal kitapların ‘Başlangıç’ ve ‘Yaradılış’ hikâyesine inanabilir, buna ben de inanabilirim, saygı duyarım. Bir çelişki görmüyorum. Ama bilimin de bana anlattığı bir hikâye var. Bence bunları birbiriyle karıştırmamak lazım.”
11) MAYMUN RAHATSIZ EDİYORSA ‘ASLANDAN GELDİK’ DEYİN BİTSİN
Öyleyse asıl kışkırtıcı soruya geleyim. Gerçekten maymundan mı geldik?
“İşte soruyu böyle sormamak lazım. Çünkü böyle sorunca tartışma bir anda kopuyor. Bazılarının gözünün önüne şöyle bir tablo geliyor. Maymun kafesinde oturuyordu, sonra bir günde insan oluverdi. Böyle birşey yok tabii ki. Evrim de bunu söylemiyor. Türkiye’de bir konferans veriyordum, evrim ile ilgili bir görsel kullandım. Sonunda bir öğretim üyesi yanıma geldi. ‘Hocam her şeyi çok güzel anlattın da keşke şu evrim işine girmeseydin’ dedi. Niye diye sorduğumda şu cevabı verdi: ‘Hocam ben insanın maymundan geldiği gibi bir durumu içime sindiremiyorum...’
Tekrar durumu anlattım. Ama o aynı şeyi söyleyince ben de şaka yaptım: ‘Madem maymundan gelmeyi içine sindiremiyorsun, sen de aslandan geliyorum de’. Kendisinin de aklına yatmıştı. Bu olayı maymundan geliyoruz kıskacından çıkarmamız lazım. Benim anladığım kadarı ile evrim ile inanç arasında bir çelişki yok.”
12) O VİDEOYU SEYRETTİĞİMDE GÖRDÜĞÜM ACAYİP ŞEYLER
Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil ve arkadaşlarının son çalışmaları, bir karaciğer hücresinin 6 nanometrelik 6 bin tane kesitinden oluşturdukları görüntüleriydi. Laboratuvar dışında bu görüntüyü gören ilk insan ben oldum. Ertesi gün kongrede de kısa bir bölümünü gösterdi.
Bu görüntüyü yayınlamak istedim ama şimdilik üzerinde çalıştıkları için izin vermedi.
Ben de size gördüğümü anlatayım.
On binlerce parçacık hiç durmadan deliler gibi oradan oraya koşuyor sanki. Muazzam bir hareket ve telaş var. Ama tüm bu hareket ve ilişkiler müthiş bir ahenk, düzen ve hassasiyet içerisinde gerçekleşiyor. Bir an şunu düşündüm: O mikroorganizmada gördüğüm hareket, toplumsal hayatın herhangi bir kesiminde insanlar arasındaki ilişkiler olsaydı, inanın o telaşa üç dakika dayanamazdık.
Çok heyecan verici bir görüntü bu. Eminim bir gün National Geographic gibi bir yerde izleyeceğiz.