Sağlık sektörü sarı alarm veriyor
Habertürk yazarı Kemal Öztürk, pandemi ile birlikte sorunları daha bir görünür olan sağlık çalışanlarını ve sektörü mercek altına aldı. Sorun nerede yaşanıyor ve sayılar ne diyor?
En uzun Sağlık Bakanlığı yapan Recep Akdağ’ın görevden ayrıldığı yıldı. 2013. Kendisine dedim ki, “Bir vakıf kuralım. Türkiye’deki sağlık reformunu ve başarı hikayesini tüm dünyaya anlatalım. Özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki sağlık sektörü için bu vakıf çalışmaları çok faydalı olabilir.”
Sağlık alanında 2002-2013 yılları arasında yapılan devrim niteliğindeki çalışmaları bu kadar önemsiyordum.
Herkesin gurur duyacağı bir altyapıya ve insan kadrosuna sahiptik.
Teklif ettiğim vakıf kurulmadı. Ancak AK Parti sağlık alanındaki başarısı nedeniyle vatandaştan seçimlerde oldukça büyük teveccüh gördü.
Erdoğan da tüm dünyada sağlık alanındaki başarıları sürekli anlattı.
BUZDAĞININ GÖRÜNEN UCU
Yurt dışına giden doktorlar konusunu araştırıyordum. Konuştuğum onlarca hekim, bürokrat ve özel sektör temsilcisini dinledikçe, sorunun sadece genç doktorların yurt dışına gitme meselesi olmadığını anladım.
Meğer bu sadece buz dağının görünen ucuymuş.
Vakıf kurup dünyaya başarısını anlatalım dediğim sağlık sektörümüz, herkesin şikayet ettiği bir hale gelmeye başlamış.
Doktorlar mutsuz, sağlık çalışanları şikayetçi, hastalar dertli…
Kırmızı alarm olmasa da sarı alarm durumu var yani.
SORUN NEREDE BAŞLADI?
Pandeminin ilk başladığı günlerde tüm dünyanın örnek aldığı, bizim gurur duyduğumuz sağlık dünyamızda ne oldu da böyle herkesin şikayet ettiği bir duruma geldik?
Recep AkdağTürkiye’nin sağlıkta dönüşüm projesinin hala büyük bir hikaye olduğuna inanıyorum. Bu hikayeyi yazan başta Recep Akdağ ve o dönemki ekibiyle konuştuğumda görüyorum ki, onlar da gelinen halden şikayetçi.
Peki ne oldu da bu örnek alınacak hikaye bozulmaya başladı? Bunun yeni bir şey olmadığını, uzun yılların birikimi olduğunu belirtmeliyim.
SAĞLIKTA PARADİGMA DEĞİŞİKLİĞİ
AK Parti’nin ilk on yılında yapılan devrim gibi çalışmalarda aslında ülkede bir paradigma değişikliği yapılmıştı.
Tüm projeler, vatandaş memnuniyetini merkeze alarak tasarlandı.
Sağlık alanında da bu yapıldı.
Sağlık Bakanlığı’nda daha önceleri doktor ve sağlık çalışanlarını merkeze alan paradigma, vatandaşın memnuniyetini ve çıkarını önceleyen bir paradigmaya dönüştü o yıllarda.
Bu nedenle tüm sistem vatandaşa daha iyi hizmet, vatandaşın memnuniyeti ve çıkarlarını koruyan bir anlayışla tasarlandı.
O dönem Sağlık Bakanlığı’nın vatandaşa ulaşan en önemli iletişim sistemi olan Sağlık Bakanlığı İletişim Merkezi (SABİM) projesinde ben de yer aldım.
Tüm reflekslerin vatandaşın memnuniyeti olduğunu o zaman da yakından görüyordum.
Bu paradigma değişikliği nedeniyle kamuda çalışan hekimlerin özel muayeneleri yasaklandı. Zira bazı hekimler devlet hastanesindeki hastalarını özel muayenehanelerine kaydırarak, vatandaştan yüklüce ücretler alıyorlardı. Bunu önlemek için bu çok radikal kararı alan bakanlık, bir de hasta haklarını daha da güçlendiren düzenlemeler yaptı.
Doktor ve sağlık çalışanlarını mahkemeye verme, hesap sorma yolları arttırıldı ve başvuruları kolaylaştırıldı.
"Az çalışan, çok çalışan hekim" tartışmasını bitirmek için de hekimlerin çalışma koşulları yeniden düzenlendi. Performans ölçümü sistemiyle çok çalışan hekime daha fazla ücret ödendi.
O dönem sağlıkta dönüşüm projesi içinde yer alan ve bir hastanede başhekimlik yapan, M.D, “Benim yönettiğim hastanede günde 9 hasta bakan bir uzman hekimin, performans ölçümünden sonra 59 hasta baktığını gördük. Önceleri ilk fırsatta hastaneden çıkıp evine giden hekim, bu sistemden sonra kendi isteği ile hastanede kalır oldu. Bu aslında bazı hekimlerimizin nasıl bir etik sorunu olduğunu da gösteriyor. Performans ölçüm sistemi aslında etik olarak sorgulamamız gereken bir sistemdir. İşini hakkıyla yapmayan doktoru bir sistem zoruyla iş yaptırmaya yönelttik. Buna neden ihtiyaç duyulsun ki?”
Etik tartışma o dönem için arka plandaydı. Zira hem hekimlerin aldığı ücretler artmıştı, hem de vatandaşa daha çok hizmet gidiyordu. Sistem bu nedenle başarılı olmuştu aslında.
RAKAMLARLA SAĞLIKTAKİ DEĞİŞİM
Sağlıkta dönüşüm reformu sonuçları itibariyle çok başarılıydı.
Uluslararası kriterlerde en çok dikkat edilen konulardan biri bebek ölüm hızı ve anne ölüm oranıdır.
Türkiye'de bebek ölüm hızı 2012’de 31.5’dan, 2020 yılında 8.5’a geriledi. Anne ölüm oranında da 64’ten, 13’e indi.
Yaşam süremiz bile uzadı. 71.5 yıl ortalama ömür 78.6 yıla uzadı 20 yılda.
Devlet sağlık harcamalarında kesinin ağzını da açtı. Kişi başına kamu sağlık harcaması 187 dolardan, 429 dolara çıktı.
Hastane sayısından doktor, hemşire ve sağlık personeli sayısına kadar bir çok alanda çok ciddi gelişmeler kaydedildi.
Tüm bu gelişmelere rağmen OECD ülkelerinin sağlık alanında yakaladığı standardın henüz yarısındayız bazı kalemlerde.
Örneğin 100 bin kişiye düşen hekim sayısı Avrupa Birliği ülkelerinde 394 iken, bizde 219. Bir doktor bizde daha fazla hastaya bakmak zorunda yani. Bunun nasıl bir sorun olduğunu ileride anlatacağım.
Yine bebek ve anne ölüm oranları AB ve OECD ülkelerine oranla hala çok yüksek.
Fakat sağlığa harcadığımız paraya oranla, AB ve ABD ile hasta memnuniyeti açısında daha iyi durumda olduğumuz alanlar var. Pandemide bunu yakından gördük.
İFRAT VE TEFRİT ARASINDA SIKIŞMAK
Muayenehanelerin kapanması, performans sistemi, hasta şikayetlerinin daha çok dikkate alınması yani ilgi odağını sağlık çalışanından hastaya kaydıran sistem 2013 yılından sonra aksamaya başladı.
Netice itibariyle 1 Milyon 200 bin sağlık çalışanın olduğu, binlerce hastane, aile hekimliği, sağlık merkezini barındıran devasa bir yapıdan bahsediyoruz.
2020 yılında bu dev yapının sadece kamudaki bütçesi yaklaşık 117 milyar TL olarak belirlendi. Buna özel sektörü, ilaç sanayini de eklerseniz ortaya çok büyük çarpan etkisi olan bir sistem çıkıyor.
Doğal olarak sistemin aksaması ve yeni sorunlar üretmesi de kaçınılmaz oluyor.
Bunun tespiti ve aksayan yönlerin giderilmesi gerekirdi.
Sanırım burada başlıyor aksaklık.
Benim gördüğüm sağlık sektörünün her alanında bulunmuş ve camiayı çok iyi bilen Prof. Recep Akdağ, sağlık çalışanlarına karşı çok sertti ve biraz da zorla bu sistemin oturtulmasını sağladı.
Hekimler ve çalışanlar kendilerine karşı aşırı sert davranan bakanı sevmediler ama sektörde bir devrimin yapıldığı gerçeğini de reddetmediler.
Bakan Akdağ 2013 yılında görevden ayrılmasından sonra sistem işlemeye devam etti. Lakin aksaklıklar da ilk o zaman başladı.
Dönüşüm projesinde siyasetçi, hekim ve bürokrat olarak yer alan bir dostum çok güzel özetledi durumu:
“Aslında ifrattan kaçarken tefrite düştük. Yani sağlık çalışanlarından ziyade vatandaş memnuniyetini önceledik ama bu sefer de hekimlerimizi, sağlık çalışanlarımızı çok hırpaladık. Dengeyi kuramadık. Her ikisinin de mutlu olacağı dengeli bir sistem kurabilirdik.”
Kamudaki sağlık hizmetlerinde artan yük, aşırı yoğun çalışma koşulları, sürekli şikayet konusu olmak, sağlık çalışanlarının çalışma huzurunu kaçırsa da asıl mesele ekonomideki bozulmaydı.
2014 yılından sonra başlayan ekonomik sıkıntılar kendini sağlık alanında gösterdi. Hekimler ve diğer sağlık çalışanlarının özlük hakları, maaşları, çalışma memnuniyetleri her geçen gün bozuldu.
RECEP AKDAĞ: SİSTEMİ SÜREKLİ YENİLEMEMİZ GEREKİYORDU
Recep Akdağ bugün sistemin içinde değil ama durumu yakından takip ediyor. Kurduğu sistemden neden bu denli şikayetlerin arttığını sordum.
Aktif bir siyasetçi olarak durumu tüm açıklığı ile anlatamasa da yine de önemli şeyler söyledi.
“Sistem yaşayan bir mekanizma. Bunu sürekli yenilememiz gerekiyor. Aksayan yönleri bulup, bunları iyileştirmek şart. Hekimlerimizin çalışma koşullarına göre aldıkları ücretler düşük kaldı. Bu konuda şikayetçi olmakta haklılar. Bunu düzeltme gücümüz var aslında. Hekimlerin bu şikayetini gidermemiz gerek.
- Bir düzenleme yapılacaktı ama vazgeçildi. Sebebi nedir?
- Buna benim bir şey demem doğru değil. Ancak düzeltme gücümüzün olduğunu tekrar söylüyorum.
- Acaba yeniden muayenehane açmalarına izin vermek sorunu çözmeye yardımcı olur mu?
- Hayır. Bunu kesinlikle yapmamalıyız. O zaman sağlıkta geriye gidiş, yani 'irtica' olur. Bu vatandaş açısında son derece suiistimale açık bir yapıdır.
Recep Akdağ her ne kadar yeniden özel muayenehanelerin açılmasına karşı çıksa da, aslında sistem kendi içinde bu yasağı delecek kayıt dışı yöntemlerin doğmasına ve farklı arayışlara etki etti.
En başta kamuda çalışan uzman hekimlerin özel sektöre kaymasına neden oldu.
Hem üniversitelerden, hem de kamu hastanelerinden istifa edip özel sektöre geçen hekim ve uzman hekim sayısı çok hızlı arttı. 2018’de 877 hekim kamu görevinden istifa ederken, 2021 yılında bu rakam 2514’e çıktı. Yine 2018’de 1.466 uzman hekim kamudan istifa ederken, 2021 yılında bu rakam 2068’e yükseldi.
Hekimlerin kamuda aldıkları maaşla, özel sektörde ellerine geçen ücret arasında uçurum oluştu.
Erciyes Üniversitesi’nde beyin cerrahı olarak çalışan Prof. Dr. Metin Kaplan şöyle anlatıyor durumu:
“Benim yanımda doçent olarak çalışan bir arkadaşım özel sektöre geçtiğinde eline 100 bin TL civarında ücret geçti. Benim gibi beyin cerrahı bir profesör kamuda iyi bir yerdeyse 20-25 bin TL ücret alırken, özel sektöre geçerse 200 bin TL üzerinde bir kazanca ulaşabilir. Bu fark yüzünden üniversitelerde ve kamu kurumlarında yüksek nitelikli hekim bulmak gittikçe zorlaşacak. Özellikle tıp eğitiminde bu çok ciddi sorunlara neden olabilir.”
Bir özel hastane işletmecisi, örneğin bir kardiyoloğun aylık kazancının bazen 300 bin TL’ye ulaştığını söylüyor.
Bu uçurumunun kapanması kamu açısında neredeyse mümkün değil.
MERDİVEN ALTI VE KAYIT DIŞI YAPILAR ÇOĞALDI
Kamudan özel sektöre geçen hekimlerin yarattığı sorunların çok iyi incelenmesi gerekir. Özellikle yeni hekim yetiştirme konusunda ciddi problemler doğuracak ileride.
Zaten tıp fakültelerine alınan öğrenci sayısının arttırılması ve özel üniversitelerin tıp fakültelerinin çoğalması, doktor yetiştirme kalitesini düşürdüğü yönünde çok ciddi tartışmalar var. Bu durum daha da kötüleşebilir.
Bunun ötesinde asıl şaşırdığım konulardan biri, özel muayenehanelerin kapanmasına rağmen, kayıt dışı yöntemlerle hasta bakılması ve ameliyatlara devam edilmesi olduğunu duymam oldu.
Zaten bu konuda çıkartılan kanunda bir boşluk var. Eskiden muayenehanesi olan hekimler buna devam ederken, yenilerinin açılmasına izin verilmiyor.
Bu boşluk nedeniyle birçok hekim yine de muayenehane açıp davalık olmayı göze alıyor. Mahkeme sürerken çalışmaya devam ediyorlar. Bu konuda yeni bir hukuki düzenleme yapılmadığı gibi, hekimlerin talepleri de karşılanmadı hala.
Bir kısmı ise başka doktorların adına özel hastanelerde hasta bakmaya ya da ameliyat yapmaya başladı. Bu konudaki denetimler de gevşek tutulduğundan, kamu hastanelerinden özel hastanelere hasta kaydırılmasının arttığını söylüyor birçok doktor.
HEKİMLERİN ÜCRET TALEPLERİ SÜRÜNCEMEDE KALDI
Ekonomik sorunlar yüzünden hekimlerin kazançları düştü bu bir gerçek.
Gaziantep Üniversitesi'nde profesör olan Murat Sucu durumu şöyle anlatıyor:
“Tıp eğitimi büyük emek isteyen bir süreç. Bunu tamamlayan bir hekimin, doçent ya da profesör olması ayrıca çok zorluklar içeriyor. Sonuçta insan hayatıyla uğraşıyoruz. İş yoğunluğumuz bir yana, bu kadar zorlu eğitimlerden geçtikten sonra aldığımız ücretler diğer alanlarla kıyaslandığında son derece kötü hale geldi. Bunu hak etmiyoruz. Tıp fakültelerinde doktor yetiştiren, hastanelerde hayat kurtaran insanlar olarak hak ettiğimiz değeri görmediğimizi düşünüyoruz artık. Bizim üniversiteden 29 hoca özel sektöre geçti. Bu nereye kadar böyle devam edecek?”
Kamuda çalışan hekimlerin ücret politikası son derece karışık ve adaletsiz. Dört ayrı kalemden hesap yapılan, şehirden şehre, hastaneden hastaneye değişen ücret skalası, sağlık çalışanları arasında isyan edilecek bir hale geldi. Nitekim geçen ay bir günlük iş bırakma eylemi yaptılar.
Yeni mezun bir pratisyen hekimin, asistan olduğunda aldığı maaş bazen asgari ücretin biraz üzerinde oluyor.
Acilde çalışan genç bir pratisyen doktor olan Elif K. “Günde 100 hastaya bakıyorum bazen. Nöbetlerden eve dönerken çok ağlamışımdır. Ay sonunda aldığım maaşa baktığımda neden bu çileyi çekiyorum diyorum bazen.”
Bu şikayetlerin artması üzerine Sağlık Bakanlığı ücretlerin düzeltilmesi için bir çalışma başlattı. Tam yasalaşacakken nedense bundan vazgeçildi.
Meclis’te Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Sağlık Bakanı arasında geçen diyalog ise durumun daha da kötüleşmesine neden oldu sanki. Sağlık çalışanlarının gözünde Fahrettin Koca’nın bu sorunu çözeceğine dair inanç hasar gördü.
Ve tüm bunlar, özellikle genç doktorların yurt dışı arayışını tetikleyen sorunlar yumağının oluşmasına neden oldu.
YARIN:
NEDEN YURTDIŞNA GİDİYOR DOKTORLAR?
DURUM TAM OLARAK NEDİR?
GİDENLER HAYATLARINDAN MEMNUN MU?
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ NEDİR?