Selçuk Tepeli'den veda yazısı
Habertürk Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Selçuk Tepeli, son baskı için bir veda yazısı yayınladı. Tepeli, "Kaçmadan Koşmak" başlıklı yazısında; "Hep daha da iyi olsun istedik. Herkesin sesine, eleştirisine kulak verdik. Her adımımızda ülkemiz için çalıştık. Eleştirsek de desteklesek de açıkça gazetemizde yaptık, başkalarına karşı ülkemizden şikâyetçi olmadık. Arkadan konuşmadık. Mesleğin imkânlarını suiistimal etmedik. Şeffafça kazandığımızdan fazlasını istemedik. Tepkilere bakılırsa iyi iş çıkardık. Daha iyisi için de ümidimiz var. Tabii hatalar da oldu ama kasıtlı yapmadık. Onların sorumluluğundan kaçmadık. Bir kez daha her ne kadar sürç-i lisan ettikse affola." ifadelerini kullandı. İşte o yazı...
Ne kadar çalıştıysam, hep bir gün artık kaçmadan koşabilelim diyeydi. Şimdi, kıymetlimiz Habertürk Gazetesi’nin son baskısını hazırlayacağımız saatlere doğru saniyeler peşimde; sanki yazmıyor sözcüklerin arasında düşe kalka dayanılması çok güç bir son günden kaçmaya çalışıyorum.
Ne yazılabilir böyle bir günde yahut öyle çok şey var ki yazılacak, nerede durulur?
Gece ilerledikçe fark ettim ki bu yazıyı aslında yıllardan beri yazıyorum. Hatta tam olarak 3 Ocak 2011 Pazartesi gününden beri... 21 Ekim 2017 Cumartesi gecesi saat 02.10’dan itibaren kâğıda dökmeye bile başlamışım. Belki köşe yazmadığım için bir çeşit dertleşmeydi. Gazetede köşe yazmadım, çünkü doğal olarak tamamı beni ifade ediyordu ve ne aynı şeyleri tekrar etmenin ne de bazen arkadaşlarımdan farklı düşünürsem çelişkili görünmenin lüzumu vardı. Zaten dünyadaki en köklü gazetelerde de böyleydi.
Şöyle bir şey not etmişim mesela... Gabriel Garcia Marquez, bir gün yine sabah erkenden çalıştığı El Heraldo Gazetesi’nin ofisinde yeni romanı için birkaç metre daha yazmıştı ki kapı açıldı. O zamanlar tasarruf için daktilolarda matbaa artığı rulo kâğıtlar kullanılır, yazılar metreyle ısmarlanırdı. Bu kez gelen, gazetenin yayın yönetmeniydi. Genç yazarı karşısında görünce korkmuş birinin telaşıyla sordu: “Siz bu saatte burada ne bok yiyorsunuz Allah aşkına?” Marquez, bu sahneye epey hazırlanmış gibi sükûnetle yanıtladı: “Hayatımın romanını yazıyorum.” “Bir tane daha mı?” dedi yayın yönetmeni. “Siz de kedi gibisiniz canım, dokuz canlı.” Artık neden sonra; haddim olmayarak ve ayıplanmayı göze alarak ben de “Gazeteciler dokuz canlıdır” diyorum. Ama 10’uncuyu bilmiyorum.
BULUŞMA NOKTAMIZDI
Gazetelerin içlerinde çoğu kez vakfedilmiş ömürler, yüz yıllardan gelen birikimler saklıdır. Mesela bugün elinizde tuttuğunuz 5 Temmuz 2018 tarihli son baskımız, aslında 353 yıl artı 5 Temmuz 2018 gününün gazetesidir; Daniel Defoe’nun modern gazete diye geçen ilk Londra Veba Günlüğü’nden beri... Yine de hiçbir basın yayın kuruluşu size bilgelik bahşedemez. En iyileri, olan bitenle beraber ne anlama geldiklerini de gösteren farklı bakış açıları, ilginç detaylar, fotoğraflar, videolar, ilk ağızdan tanıklıklar ve sayfalara taşınan parlak fikirlerle sohbetlerinizi zenginleştirip farklı ve ilgi çekici biri olmanıza yardımcı olabilirler, o kadar. Sonraki sayfalarda Kürşad Oğuz’un yazısıyla beraber göreceğiniz birkaç örnek, pat diye son baskının sayfalarına sığdırılamayacak böyle pek çok başka haberimizi size de hatırlatacaktır. Olayları çözen, farkındalık yaratan, gelişmelere adını veren, bazen hayatların kurtulmasına yardım eden, hepimizin ayrı ayrı hikâyesini tek bir hikâyede birleştiren manşetler, haberler, yazılar, sayfalar... Siyasetten yaşam biçimlerine her görüş, hiphop’tan türkülere her müzik bu gazetede bir araya geldi, hayatı paylaştı; bu durum pek çok kişiye Mevlânâ’nın sözlerini hatırlattı. Hep demokrasi ve halkın iradesinin yanında olduk. Herkese saygılı, her kelimede adil ve vicdanlı olmak için kılı kırk yardık. Habertürk buluşma noktamız, birlikte bir geleceğin çizgisi oldu.
HERKESİN ELİNE SAĞLIK
Bütün bunların içinde benim küçük hikâyem bir zerre kadar değildir... Türkiye ve yurtdışında uzun uzun siyasal bilimler üstü medya eğitimi; Fransa’da bazı gazete ve dergilere işler... Sonra yaklaşık 7 yıl Newsweek Türkçe dahil haber dergilerinde genel yayın yönetmenliği, 3 yıl kadar HT Cumartesi ve HT Pazar’ın yayın yönetmenliği... Neredeyse 4.5 yıldır da yazılı basının son yıllardaki en büyük icadı olan bu gazetenin genel yayın yönetmeniydim. Başta bize böyle bir gazete yapma olanağını sağlayan Ciner Grubu Başkanı Turgay Ciner ve Ciner Medya Yönetim Kurulu Başkanı Kenan Tekdağ olmak üzere, daima dürüstçe ve özveriyle çalışıp fark yaratan gazeteci arkadaşlarımdan bu kurumun tüm yayın ailesine, Habertürk Gazetesi’nin kurucu yayın yönetmeni Fatih Altaylı’dan değerli köşe yazarlarımıza, promosyondan reklama, matbaadaki arkadaşlarımızdan her gün arkamızı toplayan bina çalışanlarına ve tüm lojistik birimlerimize kadar, beni de bu hikâyeye dahil ettikleri için ne kadar teşekkür etsem az kalır. En başından beri emek veren herkesin eline sağlık. Ve böyle yeni yeni hikâyeler yazacaklarından kuşkunuz olmasın. Bu yüzden, yıllarca tek ayağı üzerinde kederle dikilecek cümleler kurmaktan da kaçmak isterim. Çünkü yazılı olan kalır.
MESELEMİZ BU DEĞİL
Fransız yazar Jean-Claude Carrière de “Kalıcı veri depolama ortamlarından daha geçici bir şey yoktur” diyor. Ama gazeteciliğin meselesi dijital teknoloji değildir. Yenilenmesi gereken haber anlayışı ve bu sektörün işleyişi. Bu durum sadece teknolojiye değil, insana da önemli yatırım gerektiriyor. Özel sektörün, okur ve takipçilerin bu hikâyeye katılması lazım geliyor. Aksi halde hangi iletişim ortamında sırlar ne kadar ortaya dökülürse dökülsün, gerçekler esrarını koruyor. Şimdi bu hususlarda karmaşık laflar eden Jean Baudrillard, Roland Barthes gibi isimleri mezarlarından çıkarıp yazdıklarımı küçük puntolarla okuma zahmetinde bulunanlarla aramı bozmak istemem. Ama Jürgen Habermas’a da dünya gözüyle değinmeden geçemem. Mealen, biz insancıkların enformasyon bombardımanında bunaldığını söylerken yine de umutlu Habermas. İfade özgürlüğü ve sorumluluklar arasında bir denge kurulursa, sözün tekrar gücüne kavuşacağını savunuyor. Marquez de öyle demişti: “İfade özgürlüğü sadece yasalarla ilgili değildir, sizin işinizi ne kadar iyi yaptığınızla da ilgilidir. Mesela bir romancı ile bir gazeteci arasındaki en önemli fark şudur. Bir doğru haber romancıyı kurtarırken, bir yanlış haber gazetecinin kariyerini bitirebilir.” Yani gazetecilikte işini iyi yapmak, hangi platformda olursa olsun çok zordur.
1 Mart 2009’da doğan bu gazete hiç kolaya kaçmadı, bugüne kadar hep zoru başardı. Kâğıdından tasarımına, reklamından boyutuna, çizgisinden haberlerine hep yenilikler getirdi, herkesi etkiledi. En çok özel haber yapan, haftada ortalama 300 haberiyle en çok alıntılanan, dünyada haberleri kullanılan; okuma keyfiyle, grafikleriyle fark yaratan bir haber kaynağı... İnterneti, bundan sonra yoluna devam edecek dijital türev ürünleri ve 3 yeni sosyal medya kanalıyla beraber her an, her gün, her hafta 10 milyonlara dokunan bir marka... “İyi de kardeşim o halde neden böyle oldu?” diye sorabilirsiniz. Bugünkü şartlarda çağın “trendy” kavramlarından “sürdürülebilirlik” deyip kısa kesebiliriz. Siz de bana “Hız da bugünün anahtarlarından” diye hatırlatmada bulunabilirsiniz. Böyle sürer gider... Ama sonra bunlar ister istemez kafamda Milan Kundera ile karşılaşır. “Yavaşlık ile hatırlama, hız ile unutma arasında gizli bir ilişki vardır. Bir şeyi hatırlamak isteyen yürüyüşünü yavaşlatır. Unutmaya çalışansa elinde olmadan yürüyüşünü hızlandırır” der. Kafamız karışır, yine bu düşüncelerden koşmak, kaçmak gerekir. Keşke Kundera ile yeni trendler beraber sürdürülebilir olsa...
DENEYİMLER DİJİTALE
The New York Times’ın teknoloji yazarı Farhad Manjoo, “Gerçek hayat yavaştır. Profesyonellerin bir olayda neler olduğunu anlayabilmeleri zaman alır. Akıllı telefonlar ve sosyal ağlarsa insanı, haberleri hazmedebileceğinden çok daha hızlı olmaya itiyor. Bu arada spekülasyon ve yanlış bilgilerin algımızdaki boşlukları doldurmasına da izin veriyor” diyor.
Keşke böyle insanın aklını karıştıracak şekilde de olmasa... Ve metreyle yazılan haberlerden dijitalin verdiği sınırsız imkân hissine geçişle, hemen düzeltilebileceğine güvenip düzeltilemeyecek kadar çok hata yapılmasa...
Bunlar mümkün. Artık klasik gazeteciliğin deneyimleri dijitale de akmaya başlayacak. Bu süreç biraz da size ve tercihlerinize göre gelişecek. İlla basılı bir gazete okumanıza gerek yok elbet; farklı dijital kaynaklara bakarak kendi haber ritüelinizi yaratabilirsiniz. Önemli olan, gazete geleneğindeki gibi derinlikli, ayrıca güvenebileceğiniz araçlar seçmek, bir de dijital haber bildirimlerine kapınızı açarken dikkat etmek. Zira “Rahat olun, gerçekten çok büyük bir şey olursa zaten haberiniz olur” diye ekliyor Manjoo.
İNSANA YATIRIM
Ama bu süreç özel sektörün alacağı sorumluluğa da bağlı olacak. Zira kuşkunuz olmasın, dijital medya için de sürdürülebilirlik, piyasa şartları gibi konuların üstesinden gelinmesi gerekecek. Neden mi? Türkiye dünyanın en büyük 20 ekonomisinden biri. 2023 hedefi ilk 10’a girmek. Özel sektöre bu yolda önemli görevler düşüyor ama kişi başına düşen yıllık reklam harcaması 0-100 dolar aralığında olan Türkiye, en büyük 20 ekonomiyi epey geriden takip ediyor. 500 milyar doları aşan küresel hacme sahip bir sektörde Türkiye’nin payı 1 milyar dolar var ya da yok. ABD’de bu rakam 180 milyar dolar kadar. ABD’nin milli geliri Türkiye’nin yaklaşık 18 katı, nüfusu 5 kat fazla. Ama tüm medyanın bölüştüğü reklam pastasındaki fark 180 kat. Almanya, Fransa, İtalya gibi pek çok ülke ile benzer bir denklem var. Mısır ve Tayland bile reklam hacminde önümüzde. 2023’te ilk 10’a girmesi hedeflenen bir ülkede ya reklam harcamalarının böyle sürmesine imkân yok ya da kişi başı gelirde gelişmiş ülkelere ulaşmaya... Bırakalım reklamı. Fiyata bakalım. Örneğin The New York Times hafta içi 14, pazar günü 28 TL. Masraflar hemen hemen aynı. Bizdeyse 1.25 ve 1.5 TL’ye ne kadar çok satsan o kadar zararına.
İşte bu tabloda, son günlerde sık sık duyuyorsunuzdur; hedeflerine ulaşmak için Türkiye’ye yeni bir hikâye gerektiği söylenip duruyor ekonomi dünyasında. İşte bu hikâyeyi birilerinin çıkarıp anlatması da gerekiyor. Bunun için de iyi gazetecilik gerekiyor. İyi gazetecilik içinse bireysel, hatta kurumsal çabalar yetmiyor; bir ülkenin kolektif niyetinin yanında pat diye bitmeyecek, gazetecilerin yarınları ve çocukları için endişelenmeyeceği, güvende hissedeceği bir iklim, kâr eden medya kuruluşları ve insana yatırım gerekiyor.
ÇOK ÇALIŞTIK
Ben de dijitale doğanlardanım. Dijital dünyayı görmezden gelmek olanaksız. O kadar ki gidişata bakılırsa yakın bir gelecekte dijitale uyum sağlayanların sağlayamayanlara karşı insanlığın gördüğü en büyük eziyetlerden birine girişmesi bile muhtemel; tıpkı homo sapiens’in neanderthal’i tabiattan silmesi gibi. Descartes’ın “homo sapiens sapiens” yani düşündüğünü düşünebilen insanın yerini belki de düşünmeden düşünebilenler alacak. Her an ve bir aygıta bile ihtiyaç duymadan “atmosferik çevrimiçi”nde yaşayacaklar. Ama yanlış anlaşılmasın, habere, bilgiye ihtiyaç da her zamankinden fazla olacak. Ve içeriğin önemi daha da fazla ortaya çıkacak. Bunun da sürdürülebilir olması gerekecek. Umberto Eco, bu yeni çağ için “Sanılanın aksine herkes okumak zorunda artık” demişti. “Dünya değişmezdi eskiden. 18-20 yaşlarında insanlar öğrenmekten emekli olurdu. Şimdiyse ebedi öğrenciler olmaya mahkûmuz.”
Büyüyen orta sınıfı ve kıpır kıpır sosyal yapısıyla Türkiye’de de güvenilir, içeriği yeterli haber kaynaklarına gereksinim artıyor. Bunların eksikliği huzuru, asayişi, beraber yaşama iklimini bozuyor. Amerikalı yazar William Faulkner, dünyadaki acıların büyük ölçüde 20 ile 40 yaş arasındaki insanlarla alâkalı olduğunu söylerdi. Bu koca ülkenin en geniş kitlesi henüz 35’ine girmedi. Bir kez daha düşünmelerini, farklı açılardan bakabilmelerini sağlamak zorundayız. Arkadaşlarım ve ben bundan sonra da başka bir platform ve formda da olsa onlara ulaşmanın yeni yollarını arayacağız.
Biz, Habertürk Gazetesi için her an, tüm bunları ve daha fazlasını aklımızdan hiç çıkarmadan çalıştık. İbn-i Haldun, bir topluluğun kendine ve birbirine güvenini artırarak birlikteliklerini ölümsüzleştiren bağlılık duygusu için “Asabiye” derdi... Buna sahiptik, iyi bir takımdık. Daha da önemlisi, İbn-i Haldun’un reçetesindeki en önemli ilaç, alçakgönüllülük bu ailenin mayası. Hep daha da iyi olsun istedik. Herkesin sesine, eleştirisine kulak verdik. Her adımımızda ülkemiz için çalıştık. Eleştirsek de desteklesek de açıkça gazetemizde yaptık, başkalarına karşı ülkemizden şikâyetçi olmadık. Arkadan konuşmadık. Mesleğin imkânlarını suiistimal etmedik. Şeffafça kazandığımızdan fazlasını istemedik. Tepkilere bakılırsa iyi iş çıkardık. Daha iyisi için de ümidimiz var. Tabii hatalar da oldu ama kasıtlı yapmadık. Onların sorumluluğundan kaçmadık. Bir kez daha her ne kadar sürç-i lisan ettikse affola.
Hasılı Allah biliyor; çok çalıştık. Samimiyetle, iyi niyetle ve sabırla elimizden gelen buydu. Ve işte süre doldu, yine yakalandık.