Sonbahar yollarında…
Habertürk yazarı Kemal Öztürk, fotoğraf makinesini aldı ve sonbahar renklerinin izini sürdü... Sapanca, Yenice ve Kastamonu doğasından bu kareler yazarımızın objektifine yansıdı
Hayatı ıskalamayın.
Hele sonbaharı hiç...
Tüm şairlerin ilham kaynağı, tüm romanların baş kahramanı…
Doğanın en cömert olduğu zamanlar. Renkler coşmuş durumda.
Yeşilden sarıya, sarıdan turuncuya, sonra kırmızıya, oradan kahverengine dönüyor ve nihayet toprağa düşüyor yapraklar…
Bir şölen edasında ağaçlar.
Önce kavak başlıyor sararmaya. Sonra köknar, çınar, kayın, dişbudak, meşe… öyle devam ediyor renklerin geçişi.
Her ağacın gösterisi farklı zamanlarda, farklı sürelerde oluyor.
Ve güneş sabah ayrı, öğlen ayrı, ikindi ayrı aydınlatıyor renkleri.
Bir spot gibi, doğanın podyumuna çıkmış ağaçların güzelliğine güzellik katıyor.
İşte bu muhteşem güzelliği kaçırmamak için çıktım yola.
Uzun uzun yazmayacağım.
Sizi çektiğim fotoğraf ve videolarla baş başa bırakmak istiyorum.
Çünkü muhteşem bir görsel şölen yaşanıyor yollarda.
SAPANCA… MASAL GÖLÜ
İlk durağım çocukluğumun geçtiği Sakarya’daki masal gölü Sapanca…
Gölün etrafındaki ağaçlar sabah güneşiyle uyanmış gibiler.
Gölden yansıyan ışıklar, ağaçları masallarda anlatılan mistik haline sokmuş sanki…
Göl, ağaç ve güneş… Sapanca'da muhteşem bir şölen başlıyor sabahın erken saatlerinde…
Gölün hemen yukarısında İl Ormanı var. Çınarlar, meşeler, köknarlar, çamlar birbirine sokulmuş…
Güneş hepsinin arasından süzülüp sarıyı, turuncuyu, kırmızıyı daha da parlatıyor…
İnsan bu güzelliğin karşısında oturup saatlerce izleyebilir.
Toprak, ağaç, su, güneş ve sabah sisi…
Sapanca neden masal gölü bunları görünce daha iyi anlıyor insan…
YENİCE… KEŞFEDİLMEMİŞ GÜZELLİK
Yoluma devam ediyorum…
Bolu'nun, Düzce’nin köylerinden, dağ yollarından geçiyorum.
Çam ağaçları yeşil kalmakta direniyor her zamanki gibi.
Yaylalarda otlar sararmış, fındık ağaçları kızarmış, yapraklarını dökmeye yüz tutmuş.
Cumayeri, Çilimli, Dörtdivan ve oradan Karabük toprakları…
Sanırım kendini anlatamamış güzellikler diyarı burası olsa gerek.
Türkiye’nin en büyük blok ormanları Yenice’ye gidiyor yolum.
Bu orman denizinde tek cins değil, onlarca türde ağaç bir arada yaşıyor.
Sanki bize mesaj verir gibi. Farklı olsak da bir arada çok güzel tablo oluşturabiliriz diyorlar.
Yeşil çamların arasındaki kavaklar sapsarı haliyle hemen göze çarpıyor. Kayın, köknar, meşe, çınar… Hepsi farklı renkte bu muhteşem tabloda yerlerini almış.
Dağların arasında küçücük bir ilçe Yenice.
Belediye Başkanı ilçesi gelişsin, tanınsın diye çırpınıyor.
Ormanları, yaylaları adım adım bilen rehber Aşkın Uzunkara her gelen misafire güzellikleri göstermek için sürekli faaliyet halinde.
İnsanı misafirperver, doğası bakir, havası muhteşem güzellikte.
Yaylalarına toprak yollardan gidip, göllerinde balık tutabilir, derelerinden su içebilir, şelalelerinde serinleyebilirsiniz…
Şeker Kanyonu, Eğriova Gölü, Subatan Seyir Terası, Sorgun Yaylası, Göktepe Yaylası... Sanırım görmem gerekenlerin çok az bir kısmıydı.
Yenice ormanları kusursuz bir doğal güzelliğe sahip. Bu yüzden de biraz korkularım oldu.
Burası çok tanınırsa ve doğal güzelliği bozulursa insanın canı yanar…
Sonbahar yolları Yenice’de en doğal haliyle duruyor. Renklerin muhteşem şöleni sanırım başka hiçbir yerde görülmemiş bir harmoni oluşturmuş.
Farklı türde ağaçlar, farklı kültürdeki insanlara benziyor. Bir arada muhteşem bir uyum içindeler…
KASTAMONU… HAK ETTİĞİ YERDE OLMAYAN ŞEHİR
Yenice’den rotamı Kastamonu’ya çeviriyorum. Yolum Safranbolu’dan geçiyor.
Yıllar önce geldiğimde küçük şirin bir kasaba görünümündeki ilçe, gelişmiş, şehirleşmiş, turistik bir merkeze dönmüş.
Binlerce yerli, yabancı turist Safranbolu evlerini, hanlarını, çarşısını gezmek için akın etmiş ilçeye.
Doğrusu masumiyetini, sükunetini kaybetmiş gibi geldi bana Safranbolu.
Belki de dağlarda, ormanlarda, yaylarda geçirdiğim sessiz günlerden sonra burası farklı göründü.
Çok kalmadan devam ediyorum sonbahar yoluma. Menzilim Kastamonu…
Her gittiğimde söylüyorum, Kastamonu hak ettiği yerde olmayan bir şehirdir. Bu güzellik, bu derinlik, bu kültür, bu tarih Kastamonu’nun başka türlü bilinmesini gerektirirdi.
Oysa “ayı çıkabilir, taş düşebilir” esprisinden öte, sanki sıradan bir şehirmiş gibi algısı var buranın. Oysa tam tersi.
Belki burada tüm tanıdığım tüm valilere, belediye başkanlarına, milletvekillerine, iş adamlarına söylemişimdir, Kastamonu’yu daha iyi tanıtmalısınız…
Çünkü daha iyisini hak edecek güzellikte bir şehir.
Her yerde kendini şehre adamış insanlar vardır. İl Özel İdaresinde çalışan Cebrail Keleş de bunlardan biri.
Çok iyi fotoğraf çeken, Kastamonu’nun doğasını karış karış bilen birisi.
Kısa süre içinde şehrin en güzel doğal yerlerini gezdik birlikte.
Ağlı Kalesi, Azdavay, Küre Dağları Milli Parkı, Çatak Kanyonu, Pınarbaşı Horma Kanyonu…
Azdavay Belediye Başkanı da Yenice Başkanı gibi, ne yaparsak ilçemiz, doğal güzelliğimiz daha iyi tanınır diye sürekli bir arayış içinde.
Kastamonu bu kadar değil. Belki bir hafta burada kalıp tüm doğal güzelliği görmeliydim. Ancak vakit yok. Yine gideceğim bu kesin.
Şehrin sakinleri, yöneticileri, önde gelenleri umarım bu güzel ili hak ettiği yere taşırlar…
Sonbahar yolum burada bitiyor ve geri dönüyorum İstanbul'a.
Yolda Ilgaz Dağları'nın muhteşem güzelliğini, Bolu'nun orman denizlerini, Sakarya'nın ovalarını seyrede seyrede dönüyorum.
Fırsatınız varken, kaçırmayın sonbaharı. Bu cennet vatanın ne yanına gitseniz sizi bir güzellik karşılar.