Bir devletin temel yapısını, organlarını, organlarının oluşumunu, yetkilerini ve birbirleri ile olan ilişkilerini kuvvetler ayrılığı esasına göre düzenleyen ve devlet iktidarı karşısında bireyin haklarını güvence altına alan kurallar bütününe verilen addır.
Tanımın ortaya koyduğu üzere anayasa devlet ile ilgili konuları ele alan bir hukuk metnidir. Ancak bir anayasada iki önemli konu düzenlenmek zorundadır. Bunlardan birincisi devletin temel yapısı ve organları, ikincisi ise kişilerin devlet iktidarı karşısında sahip olduğu hak ve özgürlüklerdir. Dolayısıyla anayasa, esasında devletin ana hukuku ile ilgili konuları ele alır.
İçeriğindeki konular dikkate alındığında anayasa kavramı "esas teşkilat" şeklinde daha doğru biçimde ifade edilebilir. 1921 ve 1924 Anayasalarının adları "Teşkilat-ı Esasiye Kanunu"dur. Tarihsel süreçte "anayasa" şeklindeki kullanıma ise resmi metinlerde ilk kez 1924 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun Türkçeleştirilmiş haliyle 1945 yılında rastlanılmaktadır.
Bir hukuk metni olarak anayasa, devlet ve temel hak ve özgürlükleri belli bir standardı sağlayacak biçimde formüle etmek zorundadır. Zira tarihsel gelişim sürecinde anayasanın asıl amacının esasında devlet iktidarını sınırlandırmak olduğu unutulmamalıdır. Bu bağlamda "anayasacılık hareketi" de devlet iktidarını sınırlandırma sürecine verilen addır. Bu süreç ilk olarak Batı Avrupa'daki monarşilerde burjuvazi ve akabinde işçi sınıfının gelişimi ve siyasi iktidardan pay alma mücadelesi sürecine paralel biçimde sanayileşme ile birlikte gündeme gelmiştir.
Bu bağlamda İngiltere'deki anayasacılık serüveni ve sonucunda ortaya çıkan geleneksel (teamüli) anayasa, ilk ve önemli bir örnektir. Bunun yanında en eski anayasalardan 1787 tarihli Amerika Birleşik Devletleri anayasası günümüzde de yürürlükte olması nedeniyle zikredilmelidir. Ancak belirtilmelidir ki 1787 tarihli Amerikan Anayasasına insan hakları 1791 yılında Birinci Ek Değişiklikle dahil edilmiş, böylece bu metin hem devlet organlarını hem de insan haklarını birlikte düzenleyen gerçek bir anayasa halini almıştır.
Türkiye'de anayasacılık serüveni Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde kendisini göstermeye başlamıştır. Osmanlı Türk Anayasacılığında 1876 tarihli Kanun-i Esasi ilk anayasa metni olup bu anayasa üzerinde 1909 yılında yapılan değişikliklerle meşruti monarşiye geçilmiştir. Kurtuluş Savaşı esnasındaki 1921 Anayasası o dönemin şartlarında kuvvetler birliği esasını benimseyen ve bünyesinde insan haklarına yer vermeyen bir hukuki metindi. 1924, 1961 ve 1982 Anayasaları ise Cumhuriyet dönemindeki anayasalar olarak göze çarpmaktadır. Ancak bu üç anayasadan sadece 1924 Anayasası Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilmiş olup diğer ikisi askeri darbeler sonrasında oluşturulan kurucu meclisler tarafından hazırlanarak halkın oyuna sunulmuşlardır. Şu anda yürürlükte olan 1982 Anayasasında 1987, 1995, 2001, 2007, 2010 ve 2017 yıllarında olmak üzere farklı tarihlerde esaslı değişiklikler gerçekleştirilmiş ve anayasa maddelerinin yarısından çoğu değiştirilmiştir.
Anayasa devlet organlarını ve insan haklarını ele alırken nihai olarak sınırlı bir iktidarı tesis edecek şekilde bu konuları düzenlemelidir. Zira yönetilenler karşısında devlet güçlü bir konumdadır. İnsanların bir arada yaşayabilmesi için zorunlu bir siyasi yapılanma olan devletin, bu güçlü konumuyla yönetilenler açısından tehdit oluşturmayacak bir forma dönüştürülmesi zorunludur. İşte anayasacılık hareketi bu standardı oluşturmayı, devleti anayasa kuralları ile sınırlandırmayı hedeflemiştir.
Anayasanın nihai amacı siyasi iktidar karşısında bireyi hakları ile birlikte daha güvenceli bir konumda tutmaktır. Bu nedenle ideal bir anayasada yasama, yürütme ve yargı organlarının oluşumu, görevleri, yetkileri ve bu organların birbirleriyle olan ilişkileri kuvvetler ayrılığı esasına göre düzenlenmelidir. Benzer biçimde, evrensel standartlara göre anayasada insan hakları da olmalı, bu haklar kişiyi siyasi iktidar karşısında gerçek anlamıyla güvence altına alacak şekilde formüle edilmelidir. Aksi durumda anayasa adı verilen hukuk metninin ideal anlamdaki anayasaya yaklaşması mümkün olmaz.
Bunun içindir ki "anayasal devlet" ile "anayasası olan devlet" ayırımına özellikle dikkat çekmek gerekir. Elbette her devletin bir anayasası olabilir. Ancak her devlet anayasal bir devlet olmayabilir. İdeal olan anayasal devlettir ve bu devlette iktidar, kuvvetler ayrılığı esasına göre şekillenmiş olup, yine devlet iktidarı, anayasada güvence altına alınan hukukun üstünlüğü ilkesi ve insan hakları ile sınırlandırılmış durumdadır.
Birey - devlet ilişkisinde anayasanın sahip olduğu bu güvence boyutu anayasayı hukuk düzeni içerisinde daha farklı bir konuma da yükseltmektedir. Bu nedenle anayasa, bir ülkenin hukuk düzeni içerisindeki her bir kuralın diğer hukuk kuralları karşısındaki pozisyonunu ve etki derecesini gösteren normlar hiyerarşisinde (kurallar kademelenmesi) en üstte yer almaktadır. Bunun sonucu olarak da anayasanın altındaki tüm hukuk kuralları ona uygun olmak zorundadır. Alttaki her bir kural anayasaya uygun olduğu sürece geçerli ve meşrudur. Bu yönü ile anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı tüm hukuk düzenine egemen olan temel bir ilkedir. Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığının uygulamada etkili biçimde tesisi için alttaki kuralların her birinin anayasaya uygunluğunu denetleyen yargısal mekanizmalara yer verilmektedir.
Yine anayasanın insan haklarını güvence altına alan ve sınırlı iktidarı sağlamayı hedefleyen yönü nedeniyle, bu hukuk metni çoğu ülke örneğinde, hukuk düzenindeki diğer kurallardan daha güçlü bir korumaya tabi tutulabilmektedir. Diğer kurallardan daha zor biçimde değiştirilebilmesi nedeniyle bu tür anayasalara katı (sert) anayasa adı verilmektedir. Bu bağlamda anayasa kurallarının değiştirilmesi özellikle kanun adı verilen ve parlamento çoğunluklarının siyasi tasarrufu olan kurallara nazaran çok daha zordur. Türkiye'de de benimsenen katı anayasa modeli sayesinde, siyasi iktidarların kısa vadeli siyasi amaçlar için sıklıkla anayasada düzenlenen konulara müdahale etme imkanları zorlaştırılmaya çalışılmaktadır.
Anayasa değişikliği için basit sayısal çoğunluklar yerine parlamento üyelerinin nitelikli oy çokluğu şartı aranmakta, böylece siyasi iktidarların kanunları değiştirebilecek yeter sayı ile anayasa maddelerini değiştirmelerinin önüne geçilerek anayasalar daha sıkı biçimde korunmaya çalışılmaktadır. Bazı ülkelerde, bunun gibi diğer katı anayasa görünümlerine, anayasa değişikliklerinin referandumla kabul şartıyla yürürlüğe girmesi, belli dönemlerde anayasa değişikliği yapılamaması veya anayasada değiştirilemez hükümlere yer verilmesi şeklinde rastlamak mümkündür.
Bununla birlikte İngiltere gibi kimi ülkelerde ise klasik anlamda tümüyle yazıya dökülmüş bir anayasa mevcut değildir. Esasında İngiltere örneği anayasacılık hareketinin en erken başlayıp ilk sonuç alındığı ülke olması nedeniyle önemlidir. Bu ülkede geleneksel bir anayasa olduğu için katı anayasadan da bahsetmek mümkün değildir. Buna rağmen geleneksel anayasadaki kuralların meşruiyeti ve bağlayıcılığı konusunda bu ülkede ciddi bir sorun da yaşanmamaktadır. Bu durum, oluşturulan anayasanın uzun süren bir mücadelenin sonucunda ve toplumun tüm kesimlerinin katılımı ve katkısı ile gerçekleştirilmiş olmasıyla da doğrudan ilgilidir.
Yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı üzere anayasa, devletin kuruluşu ve işleyişi ile ilgili konuları bünyesinde barındıran kurallar bütününden çok daha fazla bir anlama sahiptir. Zira anayasa, esasında bireyi hakları ile birlikte devlet iktidarı karşısında bir özne konumunda güvence altında alınmış bir şekilde tutmayı hedeflemektedir. Anayasanın bu bağlamdaki nihai amacı, devleti hukuk ile sınırlandırmaktır. Anayasal devlet, meşruiyetini ancak insan haklarını koruyup kollamakla ve kendisini anayasa kuralları ile bağlı kabul etmekle elde etmektedir.
YAZAR
Yusuf Şevki Hakyemez