Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Coğrafya Nedir?

        Dünyadaki fiziki ve beşeri amillerin yayılışı, dağılışı ve karşılıklı etkileşimini bir mekan dahilinde inceleyen bilim dalıdır. Böylece esas itibarıyla üç unsura bağlı bulunmaktadır. Bunlardan birincisi tabii (fiziki) amillerdir. Bunlar, mekana ait morfolojik, klimatolojik, edafik (toprak) ve hidrografik amilleri oluşturmaktadır. İkincisi ise nüfus, ziraat sanayi, ticaret, turizm, siyasal faaliyetler vs. gibi çeşitli konulardan oluşan beşeri amillerdir. Üçüncüsü de mekandır. Zira coğrafya mutlaka dar veya geniş bir mekan dahilinde hüküm süren fiziki veya beşeri amillerin karşılıklı etkilenme ve farklılaşmasını incelemektedir.

        Coğrafya kelimesi günümüze Eski Yunanca yerküre ile tasvir kelimelerinden türemiştir ve yeryüzünün tasviri manasına gelmektedir. İlk coğrafya çalışmalarına günümüzden 2600 sene önce, Milet şehrinde yaşamış olan Anaksimandros'un (ö. MÖ 546) eserlerinde rastlanmaktadır. Bu bilim insanı, güneş saatinin (gnomon) mucidi olduğu gibi yeryüzünün yerleşilmiş bölgelerine ait ilk dünya haritasını da hazırlamıştır. Antik dönemde coğrafyaya büyük hizmetlerde bulunan bir diğer bilim insanı, Kirene'de, MÖ 276-195 seneleri arasında yaşamış Eratosthenes'dir (ö. MÖ 195). Bu araştırıcı iki coğrafya kitabı hazırlamıştır. Geographica (coğrafya) adlı eserinde, coğrafyanın tarihçesini ele almış, ardından bilinen dünyanın tasvirini yapmış, haritasını çizmiş ve dünyayı beş iklim bölgesine ayırmıştır. Diğer coğrafya kitabı ise Türkçesiyle "Dünyanın Ölçümü Hakkında"dır. Bu eserinde yeryüzünün çevresinin nasıl hesaplandığını ele almıştır.

        Eski Çağ'da yaşamış pek çok coğrafyacı arasında Strabon'un (MÖ 64-24) ayrı bir yeri vardır. Kendisi "Coğrafyanın Babası" olarak bilinir. Nitekim coğrafya ile tarih konularında 43 kitap kaleme almıştır. Bunlardan 17 cildi Geographumena (Beşeri Coğrafya) veya Geographika (Coğrafya) isimli olup özellikle XII, XIII ve XIV numaralı kitaplarında, günümüz Türkiye'sinin çeşitli yörelerine ve şehirlerine ait muhtelif coğrafi özellikler çok ayrıntılı olarak anlatılmakta ve bu çalışmalar bugün bile yararlanılan bir temel kaynak niteliğini korumaktadır.

        Orta Çağ'da coğrafya sahasında genellikle İslam bilginleri öne çıkmış bulunmaktadır. Bunlardan El-Makdisi, anne tarafından Horasan'lı olup babasının görevi dolayısıyla Kudüs'te doğmuştur. Bu araştırıcı erken dönem coğrafyasını kendine özgü yaklaşımla beşeri coğrafyaya dönüştürmüştür. Yirmi yılını Endülüs'te geçirmiş, Sind ve İran'ın doğusunda kalan Sicistan bölgeleri haricinde tüm İslam dünyasını incelemiştir. Bu çalışmasını 988 senesinde tamamlamış ve 1000 yılında vefat etmiştir.

        Tunus'ta 1332 senesinde doğan İbn Haldûn, Endülüs, Fas, Tunus, Cezayir, Mısır, Kudüs ve Şam'a kadar uzanan bir bölgeyi tanımak fırsatı bulmuştur. Yeryüzünü iklim, yer şekilleri, hidrografik ve edafik özellikleri dikkate alarak yedi bölgeye ayırmıştır. Türkler ile Arapların devlet kurma bakımından üstünlüklerine dikkat çekmiştir.

        Yeni Çağ'la birlikte Osmanlı İmparatorluğu fen, bilim ve sanat alanlarında büyük gelişmeler kaydetmiş, İstanbul bu dönemin en önemli ilim ve irfan merkezi durumuna gelmiştir. Coğrafya alanında da pek çok bilim insanı yetişmiş ve eser vermiştir. Bu coğrafyacılardan Seydi Ali Reis (ö. 1562) Hind Okyanusu'ndaki seferlerde edindiği tecrübeleri bir kitapta toplamış ve 1557 senesinde padişaha sunmuştur. Matrakçı Nasuh (ö. 1564), Kanuni'nin 1534-53 tarihlerinde İran ve Irak'a düzenlediği seferlerini anlattığı eserini, gördüğü şehirlerin minyatürlerini çizerek zenginleştirmiştir. Bu minyatürler şehirlerin yerleşim düzenini, yapıların mimari üsluplarını, inşasında kullanılan malzemelerin özelliklerini, şehirlerin kurulduğu yerlerin topografik özelliklerini, keza çadır ve otağ şekillerini belirtmesi bakımından önemini hala devam ettirmektedir. Evliya Çelebi (ö. 1684?), imparatorluğun tamamına yakınını dolaşmış ve görüşlerini on ciltlik seyahatnamesinde toplamıştır. Seyahatname coğrafyacıların bugün bile yararlandıkları bir temel kaynaktır.

        Yakın Çağ'da Osmanlı bilim insanlarının coğrafya konusundaki ilgileri, genellikle Arapça ve Farsça yazılan eserleri incelemek ve tercüme etmek şeklinde olmuştur. Mesela Ahmet Rifat, Tanzimat'ın ilanını takiben orta öğretimde kullanılan coğrafya kitaplarını Fransızcadan tercüme etmiştir. Ali Cevad'ın 1893-1900 seneleri arasında 4 cilt halinde yayınladığı Osmanlı Ülkelerinin Tarih ve Coğrafya Sözlüğü daha ziyade askeri gayelerle kaleme alınmıştır. Ahmet Mithat Efendi de 1908 senesinden 1912 senesinde vefatına kadar Darülfünûnda dersler vermiş ve Yunancadan bir coğrafya sözlüğü ile Yeryüzünün Planı isimli eserleri tercüme etmiştir. Kendisi coğrafyayı "şiddetle ihtiyaç ve muhtaç olduğumuz ilimlerden birisi" şeklinde ifade etmiş ve bunun yanında "Tarih ne kadar tafsilat verir ise onun tamamlanması mutlaka coğrafyadan beklenmelidir" ifadesiyle, tarih-coğrafya birlikteliğine gayet isabetli bir saptamayla dikkat çekmiştir.

        Batı aleminde Yeni ve Yakın Çağ'da büyük gelişmeler oluyordu. Coğrafi keşifler ve monarşinin büyük ölçüde etkisini kaybetmesi sonucunda özgür ve katılımcı toplumsal hareketlenme, canlanma ve Sanayi Devrimi, sömürgecilik hareketleri Batı alemini dünyayı olduğu kadar kendi ülkelerini de yakından tanıma mecburiyeti ile karşı karşıya bıraktı. Batı dünyasında kırdan şehre göç arttı; böylece kalabalıklaşan şehirler daha hızlı bir kültürel gelişmeye zemin hazırladı. Bu ortamda toplumda eğitim yaygınlaştı, eğitim seviyesi yükseldi, üniversiteler daha da önem kazandı. Velhasıl böyle bir ortamda bilimin her dalı hızla gelişmeye başladı. Bu gelişmelerle birlikte botanik kökenli A. von Humboldt (ö. 1859) Almanya'da ve bir Orta Çağ tarihçisi olan Carl Ritter (ö. 1859) Fransa'da coğrafya alemini derinden etkilemişlerdir. Bu dönemde Batı'da savaşlar, salgın hastalıklar, göçlere rağmen; coğrafi çalışmalara ara verilmemiş ve günümüz coğrafyasının temelleri atılmıştır. Üniversitelerde yapılan çalışmalar ve yayınlarla; pek çok coğrafyacı, yeni coğrafya biliminde öne çıkmışlardır. O döneme kadar coğrafyanın tanımı olan ve MÖ 6. yüzyıla kadar inen tasviri coğrafya terk edilmiş ve yerini sistematik coğrafyaya bırakmıştır. Almanya'da Humboldt'u takip eden Passarges (ö. 1958), daha çok coğrafi mekan üzerinde duruyor, Banse (ö. 1953) ise yeni coğrafya konseptini geliştiriyordu. A. Hettner'in (ö. 1859) vefatından çok sonra 1927'de yayınlanan coğrafya kitabı, bugün de önemini korumaktadır. Humboldt ekolünün temsilcisi olarak F. Ratzel'ın (ö. 1904) Alman coğrafyasında müstesna bir yeri ve önemi vardır. Fransa'da ise C. Ritter'in istikametinde çalışmalarını sürdüren Vidal de La Blache'la (ö. 1918) yeni bir coğrafi ekol ortaya çıkmıştır.

        Batı'da durum böyleyken Osmanlı idaresi de ilmi ve idari sebeplerle işlevlerini kaybetmeye başlayan medreselerde (Fakültelerde) iyileştirme çalışmalarını başlattı. 1845'te imparatorluğun ihtiyaç duyduğu mesleklerde daha donanımlı eleman yetiştirme zarureti ortaya çıktı. Böylece Darülfünûn denilen bir yükseköğretim müessesesi kuruldu. Burada da Coğrafya ile Tarih konuları çok önemle temsil edilmiştir. 1875'te Edebiyat, Felsefe, Tarih ve Coğrafya şubeleri, günümüz Edebiyat Fakültelerinin temellerini oluşturmuştur. Darülfünun ise Edebiyat, Tıp, Hukuk ve Fen Fakültelerinden (medrese) müteşekkildi.

        Osmanlı imparatorluğunun son döneminde olmasına rağmen, Darülfünûn Coğrafya Şubesi (Bölümü) kanaatimce iyi durumdadır. Mesleklerinde çok üst düzeyde ve Batıyı yakından takip eden, yeni araştırmaları ve gelişmeleri anında öğrenen hoca kadrosu dolayısıyla memleketimizde coğrafya eğitimi kesinlikle Batı düzeyinde idi. Her şeyden önce hepsinin müşterek özellikleri, eğitimleri esnasında uzun süre yurt dışında bulunmuşlardı. Batı dillerinden en az ikisini mutlaka biliyorlardı, ayrıca bazıları Arapça, Farsça veya Rumcaya da vakıftı. Müderris (yani profesör) Hamit Sadi Selen (ö. 1968), Müderris Ali Macid Arda (ö. 1967), Müderris İbrahim Hakkı Akyol (ö. 1950), Müderris Faik Sabri Duran (ö. 1943), Müderris Selim Mansur, Muallim (yani doçent) W. Penck (ö. 1923), Müderris Halid Bey, Müderris Lefevbre gibi coğrafyacılar, Türk coğrafyasını gerçekten üst düzeyde temsil ediyorlardı. 1915'te Edebiyat Medresesi'nde (Fakültesinde Edebiyat Şubesinden 9, Felsefe Şubesinden 10, Tarih Şubesinden 9 ve Coğrafya Şubesinden 7 öğrenci mezun olmuştur. Savaş yıllarında öğrenci bulmakta güçlük çeken Darülfünûn'a kız öğrenciler kabul edilmeye başlanmıştır. 1919-20 döneminde Edebiyat Fakültesi'nin, dolayısıyla Türkiye'nin ilk kız öğrenci mezunu, coğrafya yanında edebiyat eğitimi de alan Şükûfe Nihal (ö. 1973) olmuştur. 1926'da Cemal Alagöz (ö. 1998), 1927-28'de Ali Tanoğlu (ö. 1978), Besim Darkot (ö. 1990) ve Ahmet Ardel (ö. 1978), 1929-30 ders yılında ise Coğrafya Şubesinde bir süre asistanlık da yapan Nezihe Hanım mezun olmuşlardır.

        Kuşkusuz Cumhuriyet idaresi de bilime layık olduğu en üstün değeri vermiştir. Nitekim Atatürk döneminde, daha 21 Nisan 1924 tarihinde ve 493 sayılı kanunla İstanbul Darülfünûnun hükmü şahsiyetini tanınmış ve idari özerkliği kabul edilmiştir. Geçen zaman içinde Darülfünûn'da yeni bir teşkilatlanmaya gidilmiştir. Prof. Dr. A. Malche (ö. 1956) başkanlığında kurulan bir komisyonun çalışmaları doğrultusunda, 31 Temmuz 1933'te İstanbul Darülfünûnu lağvedilerek 1 Ağustos 1933'te İstanbul Üniversitesi kuruldu. Yeni kurulan üniversitenin kadrosunda, Coğrafya zümresinde görev yapan Prof. Dr. İbrahim Hakkı Akyol görev alabildi. Böylece ortaya çıkan öğretim üyesi eksikliği, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yurt dışına gönderilerek eğitimlerini 5-6 sene Fransa'da sürdüren Besim Darkot, Ahmet Ardel, Ali Tanoğlu ve Cemal Alagöz (ö. 1991) gibi genç hocaların görevlendirilmesiyle telafi edilebildi. İstanbul Üniversitesi'nde kurulan bu kadro, mevcut güçlü coğrafya ekolünün Türkiye'de devamı, gelişmesi ve günümüze gelmesinde önderlik etmiştir. Bundan birkaç sene sonra kurulan Ankara Üniversitesinde de Herbert Louis (ö. 1985), Cemal Alagöz, Reşat İzbırak, Danyal Bediz (ö. 1978), memleketimizde modern coğrafyanın yayılması ve gelişmesine önderlik eden ikinci bilim merkezini oluşturmuşlardır.

        Hemen belirtilmesi gerekmektedir ki, coğrafya bütündür ve bir bütün olarak kalmalıdır. Coğrafyayı parçalamaya kalktığınızda, bütünlüğü bozulur ve zayıflar, silikleşir, söner veya mahiyet değiştirir. Bu itibarla Coğrafya'nın bütünlüğüne halel getirecek teşebbüslere ısrarla ve şiddetle karşı durulmalıdır. Her bilim alanında olduğu gibi Coğrafya'nın da alt başlıkları mevcuttur ve bu olağandır. Ancak bu suretle, coğrafya eğitimi daha kolay yapılır ve yeni coğrafyacılar yetiştirilebilir. Dolayısıyla Coğrafya'nın alt başlıkları, akademik değil pedagojik maksatlara yöneliktir. Bu sebeble fiziki coğrafya ve beşeri coğrafyanın teorik bilgileri, mutlaka saha çalışmaları ile birlikte uygulamaya geçirilmelidir. Bu da mevzii coğrafyadır. Zira mekansız bir çalışma boşlukta kalır ve coğrafya espirisini kaybetmeye mahkumdur. Bu mekan dünyada mevcut kıtalar, makro kuşaklar, Latin Amerika, Musonlar Asya'sı gibi büyük bölgeler halinde veya Türkiye'den bir bölgesi, bir bölümü, bir yöresi yahut öğrencilik yıllarımda Ord. Prof. Dr. Besim Darkot'un bize öğrettiği gibi coğrafi ufuk hatta daha küçük bir coğrafi ünite içinde, yani mutlaka bir mekan kapsamında fiziki ve beşeri coğrafya özellikleri birlikte uygulanmalı ve değerlendirilmelidir. Fiziki veya beşeri coğrafyadan biri olmayan çalışmalar cılız kalmaya, buna karşılık mekana bağlı olmayan çalışmalar da boşlukta kalmaya ve coğrafi değerden yoksun olmaya mahkûmdur.

        Mesele bu bakımdan değerlendirilir ise Coğrafya üç esas üzerinde temellenmiş bulunmaktadır. Daha önce de zikredildiği üzere bu temellerden biri Fiziki Coğrafya, ikincisi Beşeri Coğrafya, üçüncüsü ise Mevzii Coğrafya'dır ve bu üçüncüsü kendi içinde Türkiye Coğrafyası ile Bölgesel Coğrafya olarak ikiye ayrılmaktadır. Hemen bir defa daha belirtilmesi gerekmektedir ki, coğrafya eğitimi maksadıyla yapılan bu kısımlandırma, coğrafya biliminin bütünlüğünü bozmak veya birini diğerine üstün hale getirmek amacını taşımamakta; aksine Coğrafya biliminin meşguliyet konularını daha iyi tedris edebilmeyi amaçlamaktadır. Bu bakımda Coğrafyanın bütünlüğünü koruyarak Fiziki Coğrafya, Beşeri Coğrafya ve Mevzii Coğrafya'nın daha alt birimlerini kısaca şu şekilde sıralamak mümkündür. Fiziki coğrafya kendi içinde Jeomorfoloji, klimatoloji, bitki coğrafyası, toprak coğrafyası ve sular coğrafyası (hidrografya) gibi birimlere ayrılmış bulunmaktadır. Beşeri Coğrafya ise kendi içinde esas itibarıyla tarihi coğrafya, siyasi coğrafya, sosyal veya kültürel coğrafya ile iktisadi coğrafyaya ayrılmaktadır. Sosyal veya kültürel coğrafya da nüfus coğrafyası, yerleşme coğrafyası (köy meskenleri, kır yerleşmeleri ve şehir coğrafyası) ve iktisadi coğrafya (ziraat coğrafyası, sanayi coğrafyası, münakale -ulaşım coğrafyası, ticaret coğrafyası, turizm coğrafyası ve enerji kaynakları) çeşitli konulara ayrılmıştır. Mevzii Coğrafya da kendi içinde Türkiye Coğrafyası ile Bölgesel Coğrafya alt başlıklarına ayrılmış bulunmaktadır.

        Böylece görülmektedir ki, çok eski, çok köklü ve çok dallı bir bilim olan Coğrafya kendi içinde olduğu gibi kendi dışında da birbirinden farklı pek çok bilim dalını yakından ilgilendirmektedir. Mesela Tarih, Türkoloji, Sosyoloji, Botanik, Jeoloji, Jeofizik, Ekoloji, Fenoloji, Pedoloji, Hidroloji, Arkeoloji, İktisat, Uluslararası İlişkiler, Devletler Hukuku, Orman Mühendisliği, Harita Mühendisliği vs. gibi çok çeşitli bilim dallarıyla yakın mesleki ilgi ve ilmi ilişki içindedir. Ancak burada üzerinde durulması gereken çok önemli bir husus mevcuttur ki o da Coğrafyanın kapsamı ve araştırma metotlarıyla, bazıları zikredilen bu komşu bilimlerden çok farklı bir bilim olmasıdır. Meselelere bakış açısı, değerlendirme ve inceleme tarzı, ortaya koyduğu çözümleri itibarıyla kendine münhasır, müstakil bir bilimdir.

        Görüldüğü üzere tarihi çok eskilere inen Coğrafya'nın geçen sürede çeşitli bilimlerle yakınlaşması çok dikkat çekicidir. Bir yer bilimi fakat aynı zamanda bir sosyal bilim olan Coğrafya'nın bu özellikleri nedeniyle bazı farklı tanımlamaların ortaya çıkmasının da zemini bulunmaktadır. Bunlardan sadece üçüne, kısaca temas edilecektir.

        Özellikle İngiliz coğrafya ekolü mensupları, Coğrafya için "Bilimlerin Kraliçesi" sıfatını çok sık kullanmakta haklıdırlar. Zira geçen zaman zarfında, Coğrafya'dan bir hayli bilim ve bilim dalı ortaya çıkmıştır. Mesela klimatolojiden meteoroloji, toprak coğrafyasından pedoloji, denizler, göller, akarsulardan, yani hidrografyadan hidroloji, yerleşme coğrafyasından ekistik, yer ve yerleşme adlarından onomastik veya toponimi, nüfus coğrafyasında çeşitli nüfus istatistiklerinin değerlendirilmesinden demoğrafya, siyasi coğrafyadan jeopolitik, ziraat coğrafyasından fenoloji, coğrafi muhit özelliklerinden ekoloji, kartoğrafyadan harita mühendisliği gibi bilim veya bilim dalları türemiş bulunmaktadır. Gerçekten coğrafya sahip olduğu biribirinden çok farklı dalları itibarıyla, kendisine komşu diğer bilimlerden çok değişik ve kendisine özgü bir bilimdir. Fakat aynı zamanda pek çok bilimin veya bilim dalının ortaya çıkmasına da zemin hazırlamış bulunmaktadır.

        Bazı araştırıcılar "Coğrafya kaderdir" ifadesini sıklıkla kullanırlar ve bunu 15. Yüzyıla, İbn Haldûn'a kadar götürürler. Hakikatte Mukaddime'de buna doğrudan doğruya bir atıf olmamasına rağmen İbn Haldûn devletlerin ortaya çıkışı ve yıkılışını birkaç maddede açıklamakta ve doğan bir devletin çeşitli evrelerden geçerek yok olduğunu belirtmektedir. İbn Haldûn'un uzviyet nazariyesi, siyasi coğrafya bakımından büyük önem taşımaktadır. Pek muhtemeldir ki, Batı dillerine çevirilen Mukaddime; çok önemli bir Alman coğrafyacısı olan F. Ratzel'i de derinden etkileyerek devletlerin doğuşu ve çöküşü arasında geçen zamanı bazı devrelere ayırmak ve kadere (fatalite) dayandırmak suretiyle organismus teorisini ortaya koymasını sağlamıştır. Gerçekten Coğrafya, aynı zamanda kaderdir. Zira bir ülkenin içinde bulunduğu coğrafi mevkii, her şeyden önce siyasi ve iktisadi bakımdan aktif veya pasif olmasını belirlemektedir.

        Coğrafya sadece çok çeşitli konuları içine alan bir bilim dalı değil, aynı zamanda beşeriyetin içinde yaşadığı, yerleştiği, çok çeşitli faaliyetlerde bulunarak çalıştığı bir hayat sahasını ifade etmektedir. Dolayısıyla bu coğrafi mekanın sahip olduğu imkanların iyi bilinmesi, iyi kullanılması ve iyi değerlendirilmesi gerekmektedir. Coğrafya daha önce sıraladığmız tanılarının yanında aynı zamanda bir "coğrafi imkan" bilimidir. Eğer Coğrafya bu açıdan yorumlanır ise bu defa mekan planlamasıyla karşılaşırız. Çevre planlaması, şehir planlaması, bölge planlaması, ülkenin kalkınma planlaması, kentsel dönüşüm planlaması gibi mekansal çalışmalarda mutlaka iyi yetişmiş, Coğrafya'nın tüm alt dallarına vakıf olan donanımlı coğrafyacılara da fazlasıyla ihtiyaç vardır. Zira coğrafi muhiti tabii ve beşeri imkanları yönüyle ile en iyi bilen ve değerlendirebilenler olarak, yapılacak tekliflerde söz sahibi olması gerekenler arasında donanımlı coğrafyacılar da bulunmalıdır.

        Bunu bir örnekle belirtmek gerekir ise mesela Türkiye bir Avrupa ülkesi, bir Asya ülkesi, bir Ortadoğu ülkesi, bir Karadeniz ülkesi, bir Ege Denizi ülkesi, bir Akdeniz ülkesi, bir Balkan ülkesi hatta bir Kafkas ülkesi olarak, aynı zamanda pek çok coğrafi imkana beraberinde sahip olmuş bulunmaktadır.

        Hakikaten, Türkiye sahip olduğu coğrafi imkanlar bakımından çok önemli durumdadır. Bununla birlikte coğrafyanın memleketimize bahşettiği bu imkanları yeterince değerlendirmiş olmaktan henüz uzağız. Bunun gerçekleştirilmesinin bile Türkiye'ye gelecekte büyük imkanlar sağlayacağı kuşkusuzdur. Mesela memleketimiz 36-42 Kuzey enlemleri arasında yer almaktadır. Fakat Türkiye'de muz, narenciye, çay gibi sıcak bölge mahsulleri yetiştiği gibi patates, şeker pancarı, arpa, yulaf gibi orta iklim kuşağının kuzey kısmında hatta kutuplara doğru ziraat faaliyetlerinin zorlukla yapılabildiği sahalarda yetiştirilen mahsuller üretilmektedir. Çay ve muz ziraati, Kuzey yarım küresinde yaklaşık 5 enlemine kadar inmektedir; buna karşılık arpa ziraatının Kuzey hududu 65 enlemine kadar yükselmektedir. Böylece 60 enlemlik bir kuşak içinde ziraati yapılan son derece çeşitli ürünlerin büyük bir kısmının 36-42 enlemleri arasında, yani 6 enlem kuşağında yer alan memleketimizde yetiştirilebilmesi, kuşkusuz Coğrafya'nın bahşettiği imkanlar sayesindedir.

        Netice olarak denilebilir ki coğrafya çok eski, çok kapsamlı ve bütünlüğü asla bozulmaması gereken bir bilimdir. Bu sebeple farklı sıfatlarla tanımlamak ve buna göre bazı örnekler vermek mümkündür. Hakikatte Coğrafya; bütünlüğü muhafaza edildiği takdirde bir "yer bilimi" olduğu kadar aynı zamanda bir "sosyal bilim"dir. Fakat Coğrafya bir bakıma "kaderdir" ve buna dair sayısız örnekler verilebilir. Bunun dışında kuşkusuz Coğrafya, "imkan"dır. Yeter ki coğrafi mekanın bahşettiği tabii ve beşeri imkanlar iyi bilinsin, değerlendirilsin ve iyi kullanılsın.

        YAZAR

        Süha Göney