İşlevselcilik, kökenleri sosyolojinin kurucu isimlerinden Auguste Comte (ö. 1857), Emile Durkheim (ö. 1917) ve Herbert Spencer'a (ö. 1903) dayanan sosyolojik perspektiftir. Bakış açısı, özellikle 19. yüzyılda gelişerek Kıta Avrupası'nın içinde bulunduğu kaos durumuna çözüm üretmek amacıyla holistik olarak yaklaştıkları toplumun alt sistemlerden oluşan bir bütünlük olduğuna, her sistemin bir ihtiyacı karşıladığına ve biyolojik analojiye dayandırılan, denge, uyum ve bütünleşme gibi kavramları öne çıkaran bir teoridir. Sosyolojinin kurucularından Durkheim'a göre toplum, doğa bilimlerinde olduğu şekliyle 'şey'ler gibi ele alınmalı ve bir nesne nasıl inceleniyorsa toplumlar da benzer yöntemlerle incelenmelidir. Spencer ise toplumlar ile biyolojik organizma arasında benzerlik kurmuş ve bir beden nasıl ki organlardan oluşuyor ve bu organlar bir bütünü nasıl meydana getirmek için bir araya geliyorsa toplum da benzer bir şekilde tanımlanabilir düşüncesini ileri sürmüştür. Durkheim ve Spencer'ın kurucu fikirlerinin ardından ise İkinci Dünya Savaşı'ndan 1960'lara kadar -Talcott Parsons'ın etkisiyle- hakim olacak olan ve Anthony Giddens tarafından 'ortodoks konsensüs' olarak tanımlanan işlevselciliğin yeni dönemi başlar. Gerek klasik dönem gerekse de çağdaş dönem işlevselcilik -Talcott Parsons (ö. 1979) ve Robert K. Merton'la (ö. 2003) anılan dönem- düşüncesinin ana teması ise değişmemiştir: Toplumsal düzen nasıl sağlanır? Durkheim, toplumsal düzenin ortak bir ahlak anlayışıyla mümkün olabileceğini vurgularken çağdaş dönemde ise Talcott Parsons bunun ortak norm ve değerlerle sağlanabileceğini yineler.
Toplumu bir sistem bağlamında ele alan işlevselciliğin temel özellikleri şu şekilde sıralanabilir: 1. Toplum, birbirinden farklı parçalardan meydana gelen bir bütünlüktür. Parça-bütün ilişkisi temel önemdedir. 2. Toplumu meydana getiren her öge, bir ihtiyacı karşılamak zorundadır. Bu da "işlevsel zorunluluklar" olarak tanımlanır. 3. Toplumsal sistemler denge ve uyuma ulaşmayı amaçlar. 4. Toplumsal düzene, ortak norm ve değerlerle ulaşılacağını kabul eder. 5. Toplumda düzene ulaşmaya çalıştığı için çatışma, ani değişmeler, sapma ve gerginlikler bu teoride arzu edilmez. Bunun yerine toplumsal değişme, kontrollü ve evrimci bir şekilde meydana gelir.
Çağdaş dönemin en önemli ismi olan Parsons, Toplumsal Eylemin Yapısı (1937/2015) başlıklı kitabında toplumsal düzene iradeci bir eylem teorisi üzerinden ulaşmaya çalışır. Burada Durkheim ve Weber karışımı bir teorik perspektif kurgular. 1951 yılında yayımlanan Sosyal Sistem başlıklı kitap çalışmasında Parsons ise sistem tartışmaları üzerinden yine toplumsal düzen problemini ele alır. Parsons'a göre toplumsal düzene, bireylere norm ve değerlerin sosyalleşmeyle aktarılmasıyla ulaşılabilecektir. Parsons, toplumsal düzen tartışmasını yürütürken AGIL şemasını geliştirir. AGIL, Parsons'ın sistem anlayışında kullandığı ve toplumsal ihtiyaçların karşılanmasında hangi kurumların ve araçların kullanıldığını göstermeye çalıştığı tablodur. İngilizce kısaltmasından dolayı AGIL şeması olarak anılmaktadır. Uyum (adaptation), amaca ulaşma (goal attainment), bütünleşme (integration) ve gizil örüntü sürdürme (lattency maintenance) işlevsel ön gerekliliklerine sahip olan sistemler, bunu gerçekleştiren bazı kurumsal göstergelere -Ekonomi/Roller, Siyaset/Birliktelikler, Sosyal topluluklar/Normlar, Akrabalık/Değerler- ve sistemlere -davranışsal organizma, kişilik sistemi, sosyal sistem, kültürel sistem- ihtiyaç duyar.
Çağdaş işlevselciliğin diğer bir önemli ismi olan R. K. Merton ise gizil ve açık işlev olarak ayrıntılandırdığı işlevle Parsons'ın olumlu olarak tanımladığı işlevin aslında olumsuz etkilerinin de olabileceğini göstermeye ve tanımlamadaki muğlaklığın üstesinden gelmeye çalışmıştır. Merton'ın diğer bir katkısı ise toplumda her zaman uyum ve bütünleşmenin olamayacağı, aksine çatışma ve anomi gibi durumlarla karşılaşılabileceğidir. Toplumsal kuralsızlık olarak tanımlanan anomi halinin toplumda çatışmalara neden olabileceğini savunan Merton, anominin basit ve şiddetli olarak görünebileceğini belirtir. Toplumda anomi şu durumlarda ortaya çıkar: 1) Toplumda liderlerin bireylerin ihtiyaçlarına karşı duyarsız olduklarına dair inanç, 2) kuralların eksikliğinden kaynaklanan çok az şeyin gerçekleşeceği duygusu; 3) belirlenmiş çok az hedefe ulaşılabileceği düşüncesi; 4) çaresizlik duygusu; 5) yakın çevreden sosyal ve psikolojik açıdan yeterli desteği görememe. Merton, anominin yanında, bireylerin toplumda karşılaştıkları durumlara farklı tepkiler göstererek bu durumların üstesinden gelmeye çalıştıklarını vurgular. Bu yollar, uyma, yenilik getirme-yenilikçi, kuralcılık, vazgeçme ve isyan-başkaldırıdır. Toplumda bireylere sunulan toplumsal amaçlar ve araçlar arasında bazen dengesizlikler olabilir. Bu dengesizlik hallerine karşı bireyler de farklı davranışlar sergilerler. Söz gelimi kültürel amaçlar ve araçların her ikisini de kabul eden bir birey, uyma davranışı sergilerken kültürel amaçları kabul edip kültürel araçları kabul etmeyen birey ise yenilikçi davranış sergilemektedir.
İşlevselcilik, sosyolojide, sistem ve yapı tartışmaları temelinde 1960'lara kadar hakim olmuş baskın bir teoridir. Toplumu açıklama çabalarının öneminin yanında bu teoriye çok ciddi eleştiriler de yöneltilmiştir. Birkaçı şu şekilde sıralanabilir: İşlevselciliğin aşırı makro bir bakış açısına sahip olmasının mikro meseleleri gözden kaçırmasına sebep olduğu iddia edilmiştir. Birey gibi daha mikro unsurların, sosyalleşmeyle toplumsal norm ve değerleri tartışmasız bir şekilde kabul edeceği varsayımı bireyin pasif ve fail olma niteliğinden yoksun olduğu tartışmalarını da gündeme getirmiştir. Ayrıca, bireyin toplumsal alandaki hiçbir değişimin kaynağı olmadığı hatta ve hatta toplumsal alandaki değişme ve çatışmanın da bu teorinin ilgi alanı dışında olduğu ileri sürülmüştür. İşlevselciliğin uyum, denge, uzlaşma gibi düzen endeksli meselelere yoğunlaşmasının çatışma ve değişmeyi ihmal ettiği eleştirisine sebep olduğu vurgulanmıştır. Değişmeyi ihmal edişi, işlevselciliğin muhafazakar bir yapıya sahip olduğunu ima etmiştir. Statükoyu koruyan bir niteliğe sahip olan işlevselcilik, aynı zamanda mevcut düzeni meşrulaştırıcı bir işlev de üstlenmiştir. Bir diğer eleştiri, işlev kavramının muğlak olduğu ve yine işlevin işlev kavramıyla tanımlanarak totolojik bir yapı sergilediğidir. Son eleştiri ise tarihsel olmayışı ve metodolojik açıdan muğlaklığıdır.
İşlevselciliğe yönelik çok sayıda eleştiri olsa da günümüze kadar etkisini devam ettirmektedir. Öyle ki yeni-işlevselcilik olarak tanımlanan ve Jeffrey Alexander ve Niklas Luhmann'ın temsilciliğini yaptığı işlevselciliğin yeniden canlandırılmasına yönelik çabaların da olduğu unutulmamalıdır.
YAZAR
İbrahim Yücedağ