Yaş, doğuştan beri geçen zamanın yıl birimi ile ölçümüdür. İnsanlar yaş alarak hayatlarını sürdürmekte bu süreçte yaşlarıyla bağlantılı olarak ekonomik ve sosyal durumları değişerek hayata bakışları ve onlardan beklentiler değişmektedir. Yaşam seyri (life course) yaklaşımı yaşamları ve sosyal yapıları tarihsel olarak birbirine bağlayan mekanizmaları belirlemek için bir çerçeve sunar. Yaş, dönem ve kohort, yaşam seyri perspektifini oluşturan önemli kavramlardır. Yaş, biyografik zamanı ifade eder; dönem ise tarihsel zamanı ifade eder; kohort aynı zamanda belirli bir olayı ortak tecrübe eden bir grup insana denir. Örneğin aynı yıl doğan kişiler doğum kohortudur. İnsanlar yaş aldıkça eğitim sistemine dahil olurlar, istihdama katılırlar, evlenirler ve emekli olurlar. İnsanların yaşam seyri içinde tarihsel olayları yaşarken karşılaştıkları tecrübeler, örneğin ekonomik kriz, savaş, salgın vb. olaylar belirli kohortların durumunu diğerlerine göre daha fazla etkileyebilir. Örneğin ekonomik kriz döneminde üniversiteden yeni mezun olmuş kişilerin iş bulması diğerlerine göre daha zordur. Yaşam seyri yaklaşımı yaş alan insanın yaşamının farklı dönemlerinde karşılaştığı fırsatları ve kısıtları ortaya koymak; yaş ile ilgili olarak gelişen sosyal, kültürel ve ekonomik beklentileri anlamak için önemli bir yaklaşımdır.
Doğum hızı ve ölüm hızının düştüğü 20. yüzyılın son çeyreğine kadar yaşlanma konusunun sosyal bilim çalışmalarının gündemine geldiği söylenemez. Amerika Nüfus Derneği başkanı Jacob Siegel'in 1980 yılında demografik yaşlanmanın önemini vurguladığı tarihi konuşmasına kadar sosyologlar ve demograflar yaşlanma olgusuna bütünsel olarak eğilmediler. Değişen nüfusun yaş ve cinsiyet yapısı, sosyal transferlerin daha çok yaşlılara aktarılması, ekonomik yapı ve aile kurumunun değişimi, genel yaşam kalitesinin yaşlanma sürecinden nasıl etkilendiği öne çıkan konular oldu.
Nüfus yaşlanması olarak da adlandırılan yaşlanma, toplam nüfus içinde 65 yaş ve üstü yaşlı nüfusun toplam nüfus içindeki payının artmasıdır. Nüfus yaşlanması genel olarak incelendiğinde altta yaşlanma ve üstte yaşlanmanın bir sonucudur. Altta yaşlanma, doğurganlık hızının düşmesiyle birlikte toplam nüfus içinde genç yaştaki insanların oranının azalmasıdır. Özellikle Güney Avrupa, Japonya ve Güney Kore gibi ülkelerde hızlı doğurganlık düşüşü alttan genç nüfusun gelmemesine ve toplumların hızla yaşlanmasına neden oldu. Türkiye'de ise 1950 yılında toplam doğurganlık hızı 6,7 iken bu rakam 1980'de 4,5'e 2000 yılında 2,5'e günümüzde ise 2 seviyelerine indi. Üstte yaşlanma ise ölüm hızının düşmesi ile insanların çok daha uzun yıllar yaşayarak nüfus içindeki yaşlı sayısının artmasıdır. Birleşmiş Milletler verilerine göre günümüzde yaşlı oranı Japonya'da %28'e, İtalya'da %23'e yaklaşırken bu oran tüm dünyada %9 seviyesindedir. 1950 yılında Türkiye'de 65 ve üzerindeki yaş grubunun toplam nüfusa oranı %3,3 iken bu oran günümüzde %10'a yükselmiştir. Buna karşın 1950 ile 2020 yılları arasında doğuşta yaşam beklentisi Türkiye'de ve dünyada hızla yükseldi. Doğuşta yaşam beklentisi son 70 yılda dünya genelinde 47'den 72'ye, Batı Avrupa'da ise 68'den 82'ye çıkmıştır. Türkiye'de ise 40 yıl civarından 80'lere kadar yükselmiştir.
Demografik yaşlanmanın getirdiği sosyal ve ekonomik riskler ve bunun sosyal politikalar üzerindeki etkileri politika yapıcıların ve sosyal bilimcilerin gündemini her geçen gün daha çok işgal etmektedir. Bu tartışmalar içinde nesiller arası ilişkiler, nesiller arası dayanışma ve çatışma, sosyal güvenlik sistemi, sağlık sistemi, istihdam yapısı, yaş ayrımcılığı, yaşlanan toplumun sosyal hizmet ve sosyal bakım ihtiyacı öne çıkan konu başlıklarıdır. Bunlar arasında özellikle yaşlanan toplumun artan sağlık ve bakım ihtiyaçları ile aktif ve pasif dengesine dayanan sosyal güvenlik sistemi üzerindeki artan ekonomik yük, İkinci Dünya Savaşı sonrası prime dayalı inşa edilen refah devletinin sürdürülebilirliğini zorlayan en önemli meydan okumalardan biridir. Sosyal harcamalar incelendiğinde, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü genelinde sağlık harcamalarının gayri safi yurtiçi hasılaya oranı 1980 yılında %4 iken 2015 yılında %5'e; yaşlı harcamaları ise aynı dönemde %5'ten %7'ye yükseldi.
Yaşlanan nüfus beraberinde toplumsal, ekonomik ve kültürel değişimleri de beraberinde getirir. Nüfus yaşlanmasıyla birlikte toplumun yeniliklere daha az açık hale geldiği siyasi sistemde daha statükocu partilerin güç kazandığı iddia edilebilir. Ayrıca yaşlanma ile birlikte toplumun sağlık ve bakım ihtiyaçları da artmaktadır. Ayıca şehrin yaşlanan nüfusun ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlenmesi ve erişilebilir kılınması daha önemli hale gelmektedir. Yaşlanma ile birlikte gelen nüfus yapısında da değişim yaşanmaktadır. Cinsiyet açısından incelendiğinde hemen tüm toplumlarda kadınların erkeklerden daha uzun yaşadıkları görülmektedir. Bu demografik durum yaşlılığın kadınlaşması olarak da adlandırılmaktadır. Doğuşta yaşam beklentisi de bunu kanıtlamaktadır. Türkiye'de 2018 yılında doğuşta yaşam beklentisi erkeklerde 76 iken kadınlarda 81'dir. Bu beş yıllık fark yaşlanan toplumlarda kadın sayısının da oransal olarak artmasına neden olmaktadır.
Uzun yıllar yaşayan gruplar incelendiğinde tüm dünyada eğitimli, sosyo-ekonomik statüsü yüksek olan, toplumun hakim etnik çoğunluğuna üye, genellikle kadınların diğer gruplara göre daha avantajlı oldukları görülmektedir. Günümüzde yaşlıların eski dönemlere kıyasla daha eğitimli olmaları ve yaşlılıkta rahat bir hayat sürmelerini sağlayacak ekonomik koşullara sahip olmaları aktif yaşlanma trendini öne çıkarmıştır. Dünya Sağlık Örgütü tarafından 1990'lı yıllardan itibaren kullanılmaya başlanan aktif yaşlanma kavramı yaşlıların günlük yaşamlarında ekonomik, sosyal ve kültürel faaliyetlere aktif katılımlarını esas alır. Aktif yaşlanma ile birlikte üçüncü ve dördüncü yaş gibi yeni kavramlar da kullanılmaya başlamıştır. Üçüncü yaş kavramı daha çok 65 yaş sonrasında emekli olduktan sonra yaşlı bireylerin sağlıklı bir biçimde kendilerine meşgaleler buldukları, hayatlarında erteledikleri işleri yaptıkları altın yıllardır. Dördüncü yaş ise 80'li yaşlardan itibaren yaşlıların sağlık sorunlarıyla uğraştıkları daha az hareketlilik ve faaliyet içinde oldukları daha zor dönemlerini açıklamak için kullanılır.
Yaşlanan toplumlarda yaş ayrımcılığı da vurgulanması gereken önemli bir sorundur. Yaş ayrımcılığı yaşlılara karşı yaş temelinde ön yargı ve ayrımcılık olarak tanımlanır. Bir işi yapmak için çok yaşlı olmak veya yeni teknolojileri kullanabilmek için çok yaşlı olmak yaşlılara dair öne çıkan ön yargılardandır. Bunlar ileri yaşlardaki kişilerin iş bulmasını veya işlerinde yükselmesini engelleyen önemli ayrımcılıklardır. Bu sorunları çözmek için fiziksel güç gerektirmeyen bazı mesleklerde zorunlu emeklilik yaşı kaldırılmakta, yaşlı ayrımcılığını azaltmak için eğitim programları düzenlenmektedir. Ancak nesiller arası çatışmanın yüksek olduğu, özellikle bireyselleşmiş toplumlarda yaşlı ayrımcılığı artan bir sosyal sorun olarak gündeme gelmektedir.
Günümüzde yaşlanan toplumun sorunlarını daha iyi anlayabilmek ve yeni ihtiyaçlara cevap verebilmek için yaşlıları odağına alan yeni disiplinler ortaya çıkmaktadır. Tıpta Geriatri, sosyolojide Yaşlılık Sosyolojisi ile Sağlık Sosyolojisi ve interdisipliner bir bilim dalı olan Gerontoloji bunlar arasında öne çıkmaktadır. Yaşlılığın toplumsal, ekonomik ve kültürel boyutlarına ek olarak sağlık ve sosyal hizmetlere bakan yönleri yaşlılık sosyolojisi çalışmalarının önemini artırmakta, disiplinler arası çalışmalardan beslenen bütüncül çalışmalara olan ihtiyacı otaya koymaktadır.
YAZAR
Ümmügülsüm Aysan