Makul ve dürüst kimselerin toplum içerisinde geçerli ahlak ve dürüstlüğe dayalı olarak gerçekleştirdikleri davranışları sonucunda oluşmuş ve herkesçe benimsenen kurallar bütünüdür. Bu kavram, hukuk sistemi içerisindeki adalet ve hakkaniyet düşüncesini yansıtır. Belirtilen bu yaklaşım sayesinde kişiler birbirlerinin söz ve davranışlarına güvenebilir ve kendi söz ve davranışlarını muhataplarına duydukları güven üzerine inşa edebilirler. Verilen söz tutulmalıdır.
Roma Hukuku'nda "bona fides" kavramı, bugünkünden farklı olarak sadece dürüstlük kuralını ifade etmek üzere kullanılmıştır. Bu durum, başlangıçta dürüstlük kuralı ve iyi niyetin birbirinden ayrı iki kavram olarak kabul edilmediği; iyi niyet kavramının zamanla yine dürüstlük kuralından hareketle geliştirilen bir kavram olduğuna işaret etmektedir. Dürüstlük kuralının başlangıcı kabul edilen Roma Hukuku'daki "bona fides"in, hukuku erdem ve hakkaniyete dayandırma gayretinin ürünü olduğu da kabul edilmektedir. Bu durum Roma Hukuku döneminden başlayarak dürüstlük kuralının "düzeltici norm" ödevi gördüğüne de işaret etmektedir.
Kanun, örf-adet hukuku ve içtihatların yanında ahlak kuralları, alelade örf, hakkaniyet ve erdem gibi insan davranışlarına egemen olan başka kurallar da vardır. Bütün bu genel ilkeler hukukun temel kaynakları arasında yer alır ve insan davranışlarına yön verir. Bunlar gerçekte dürüstlük kuralının içeriğini de oluşturur.
Dürüstlük kuralı Türk Medeni Kanunu (TMK) m. 2'de genel bir hukuk kuralı olarak düzenlenmiştir. TMK'nin ikinci maddesinde dürüstlük kuralına yapılan bu atıf sayesinde, söz konusu kurallar aynı zamanda hukukun uygulanmasında birer kaynak mertebesine yükseltilmiş olur. Bu kuralın TMK'nin başlangıç hükümleri arasında düzenlenmesi, onun sadece medeni hukukun değil belki de bütün hukuk kurallarının en temel normlarından birisi olarak kabul edilmesi sebebiyledir.
TMK'nin ikinci maddesinde dürüstlük kuralının hukuki ilişkilerin içeriğinin belirlenmesi ile hakların kullanılması ve borçların ifasında temel ölçü niteliği taşıdığı vurgulanmıştır. Bir borç ilişkisinin somut içeriğinin ne olduğu ise ilgili hukuki ilişkinin kaynaklarına (kanun, örf-adet hukuku, içtihat) veya hukuki işlemin kurulmasına yönelmiş irade açıklamalarına (tek taraflı hukuki işlemler, sözleşmeler veya kararlar) başvurulmasını gerekli kılacaktır. Borcun kaynağını teşkil eden hukuki ilişki içeriğinin belirlenmesinde başvurulan yorum da dürüstlük kuralına göre gerçekleştirilecektir. Bu durum dürüstlük kuralının kanun veya sözleşmenin yorumlanmasında da bir rol oynayacağına işaret etmektedir.
Dürüstlük kuralı düzenleyici bir karaktere sahiptir; onun görevi, belirli bir olgu hakkında objektif bir bakış açısı ile karar verilmesini sağlamaktır. Dolayısıyla dürüstlük kuralı, her durumda hakime bir görev yükler. Hakim, iki tarafın karşılıklı menfaatlerini ölçmek suretiyle, somut ilişkide dürüstlük kuralına aykırı bir durumun mevcut olup olmadığını kendiliğinden araştırmakla mükelleftir. Hakim, bu hususta karar verirken taraflardan birisinin korunmasının gerekli olup olmadığı ve özellikle de iyi niyetli olup olmadığı ile ilgilenmez. Zira bir kişi, gerçekte hukuka aykırı hareket etme bilinci taşımamasına rağmen dürüstlük kuralına aykırı hareket ediyor veya daha açık bir ifade ile hakkını objektif olarak kötüye kullanıyor olabilir.
Böylece vurgulamak gerekir ki hakların kullanılması ve borçların ifasında dürüstlük kuralına uygun hareket edilmesi sadece taraflara değil aynı zamanda hakime yöneltilmiş (kontrole ilişkin) bir talimat niteliği taşır. Hakimlere "hakların kötüye kullanılmasına yönelik hukuki koruma isteğini reddetme" görevi yüklenmiştir.
Bununla beraber dürüstlük kuralının her hukuki uyuşmazlığın yegane çözüm imkanıymış gibi değerlendirilip, bir konu hakkında açık hüküm bulunmasına rağmen başvurulabilecek nitelikte bir düzenleme olmadığına da dikkat edilmelidir. Bu özel durumu itibarıyla dürüstlük kuralı, aynı zamanda ikincil bir düzenleme niteliği taşır.
Dürüstlük kuralı, genel olarak hakların kapsamını tayin eden bir ilkedir. Bu fonksiyonunu bazen hukuki işlemin esasını teşkil eden irade beyanlarının anlamını tespit etmek (yorum), bazen hukuki işlemdeki boşlukların doldurulmasını sağlamak, bazen de hakların kaynağını teşkil eden kanun hükümlerinin kapsam ve içeriğini belirmek suretiyle icra eder.
İrade beyanlarının yorumunda başvurulan güven teorisi de dürüstlük kuralına dayanır. Bu çerçevede irade beyanına verilecek anlamın tespitinde, muhatabın somut olayın şartları ve tüm özellikleri çerçevesinde bildiği ve bilmesi beklenen bütün unsurları değerlendirerek dürüstlük kuralına göre vermesi gereken anlam esas kabul edilir.
Dürüstlük kuralı, uygulama alanı itibarıyla sadece özel hukukla sınırlı bir kural da değildir. Bilakis dürüstlük kuralı hukukun her alanında (Kamu Hukuku dalında da) daima dikkate alınması gereken temel bir hukuk ilkesidir.
Esas itibarıyla bir kanun hükmünün içeriğinin mevcut bir hukuki ilişkiye uygulanmasında bu içeriğe dürüstlük kuralına aykırı düşecek bir anlam verilemeyecektir. Böylece dürüstlük kuralının sahip olduğu fonksiyonları şu şekilde sıralamak mümkündür: 1). Kanun hükümlerinin yorumlanması (hükmün somut olaya uygulanması halinde dürüstlük kuralına aykırı bir sonucun ortaya çıkmasını engelleme); 2). Kanuna karşı hileyi önleme; 3). Sözleşme müzakerelerinde özenli ve dürüst davranma yükümlülüğü; 4). Tek taraflı hukuki işlemlerin ve sözleşmelerin yorumlanması (güven prensibi); 5). Uyandırılan güvene aykırı hareket (çelişkili davranış yasağı); 6). Sözleşmeden doğan borçların kapsam ve niteliğinin belirlenmesi (yan edim yükümlülükleri, üçüncü kişiyi koruyucu etkili sözleşme); 7). Sözleşmenin kurulması, tamamlanması (sözleşme kurma zorunluluğunun bulunup bulmadığı dahil); 8). Sözleşmede değişiklik yapılması ve sözleşmenin sona erdirilmesi; 9). Sözleşme dışındaki borç ilişkilerine (güven sorumluluğu teorisi) kaynaklık etme.
Dürüstlük kuralı ile hakkın kötüye kullanılması aynı anlama gelmez. Dürüstlük kuralının kanun hükümleri ile hukuki ilişkilerin içeriğinin yorumlanması ve gereğinde tamamlanması fonksiyonuna sahip olduğu, hakkın kötüye kullanılması yasağının ise kanun hükümlerinin münferit olaylardaki uygulamalarının denetlenmesini temin ettiği ve gereğinde bunları düzeltici bir işlevi bulunduğu kabul edilir. Bu ayrım mahfuz kalmakla birlikte dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağı kanun hükümlerinin katı bir şekilde uygulanmasının doğuracağı, adalete, hakkaniyete ve ahlak anlayışına aykırı sonuçların doğmasını önleme amacına hizmet ederler. Bu sebeple bunlar bir madalyonun iki ayrı ve birbirini tamamlayan yüzü gibidirler ve her iki kural birlikte, hukuk sistemi içerisinde emniyet supabı işlevi görür.
Hak sahibinin hakkından yararlanması hakkı kullanmak suretiyle olur. Hakkın kullanılma tarzı ise hakkın sağladığı yetkiye göre değişir. Ayni haklar, hakkın eşya üzerinde sağladığı hakimiyetin kullanılması ile, yenilik doğuran haklar hak sahibinin irade beyanında bulunmasıyla, alacak hakları ise alacaklının borçludan borcunu yerine getirmesini istemesi suretiyle kullanılır.
Kaynağı ne olursa olsun bir hakkın kullanılması hak sahibine çeşitli yararlar sağlarken, aynı zamanda bir başkasını zarara uğratabilir ya da güç durumda bırakabilir. Ancak bunlar genellikle hakların kullanılmasının normal ve borçlu tarafından katlanılması gereken sonuçlarıdır. Dolayısıyla bu gibi durumlarda hakkın kötüye kullanılmasından söz edilemeyecektir. Bununla birlikte hak sahibi, hakkını kullanmak bakımından bütünüyle serbest değildir. Hakkın, tanınmasındaki amaca uygun bir şekilde kullanılması gerekir. Bütün bu hakların kullanılması ile ilgili sınır ve kapsam da dürüstlük kuralına başvurmak suretiyle belirlenir. Bu kapsamda, bir hakkın dürüstlük kuralına uygun bir şekilde kullanılıp kullanılmadığı, toplumda egemen olan ahlaki ölçülere, geçerli adetlere ve hakkın kaynağını teşkil eden hukuki ilişkinin amacına göre belirlenir. Bir hakkın amacına aykırı olarak kullanılması dürüstlük kuralı ile bağdaşmaz ve böylece o hak kötüye kullanılmış olur.
TMK'de hakkın açıkça kötüye kullanılmasının hukuk düzeni tarafından korunmayacağı belirtilmiştir. Dolayısıyla bir hakkın kötüye kullanılmasının yaptırımı, hukuk düzeninin o hakkı korumamasıdır. Bu sonuç ise o hakka dayanan talep ve savunmaların dikkate alınmaması anlamına gelir. Yine hakkın kötüye kullanılması başkalarının zarara uğramasına sebebiyet vermiş ise bu zararın da tazmini gerekir.
YAZAR
Halil Akkanat