Günümüz ana akım iktisatın ve kapitalist ekonomik düzenin en temel kabullerinden ve unsurlarından biri faizdir. iktisadi bağlamda faizin basitçe iki tür tanımı vardır. Birinci anlamda faiz, bir borç anlaşmasının satışı sonucu elde edilen gelir oranıdır. İkinci anlamda ise üretim amaçlı girdi olarak kullanılan sermayenin geliri ya da üretici için fiyatıdır.
Türk hukuku bağlamında faizin "mahrum kalınan bir miktar paraya karşılık, alacaklının bu paradan yoksun kaldığı süre ve parayla orantılı olarak ödenen fazlalık", "bir meblağın alacaklısının bundan muayyen bir süre mahrum kalması karşılığında yıllık yüzdeler ölçüsünde sağlanan medeni semere" ve "para alacağının bir nevi ücreti veya kirası" şeklinde tanımlandığı da görülmektedir.
Faize belli başlı iktisat düşünce okullarının geliştirdiği aşağıdaki teoriler çerçevesinde izahlar getirilmiş ve gerekçeler ileri sürülmüştür.
1. Verimlilik/Üretkenlik Teorisi: Bir üretim faktörü olan sermaye, üretkenliği nedeniyle faiz ödenmesini savunmaktadır. Borçlunun sermaye ile kazanç sağlayacağı varsayılmakta ve bu nedenle sermayeyi ödünç verene bu kazançtan faiz ödemesinin gerekli olduğu ileri sürülmektedir. Sadece üretimde kullanılan sermayeye faiz ödenmesi durumunu açıklayan bu teori bir üretkenlik olmasa da neden faiz talep edildiğine, örneğin tüketim kredilerinden alınan faize bir açıklama getirmemektedir.
2. Kişisel Zaman Tercihi Teorisi: Faizin üretkenlik imkanı olan bir sermaye söz konusu olmadığı durumda neden var olduğunu izah etmeyi amaçlamaktadır. Bawerk'e göre, para, kendisini elinde tutana, ihtiyaçlarını sonra değil şimdi karşılama imkanı verir, dolayısıyla şu andaki para, sonraki paradan daha değerlidir. Buna göre faiz, rasyonel bireyin en temel ekonomik davranışının bir sonucudur. Kişi daima pozitif zaman tercihini benimsemiş olduğundan bugün feragat ettiği para karşılığında yarın mutlaka daha fazlasını talep eder. Irving Fisher ise faizi gelecekte elde edilmesi beklenilen geliri bugünden elde etmek amacıyla ödemeye razı olunan bedel olarak tanımlamaktadır.
3. Ödünç Verilebilir Fonlar Teorisi: Faiz oranının ödünç verilebilir fon arz ve talebine göre belirlendiğini savunmaktadır. Fon arzı para stoku ve tasarruf oranına/eğilimine, fon talebi ise yatırıma göre şekillenmektedir. Faiz, bu arz ve talebin denge fiyatıdır. Bir ekonomide sermaye piyasası varsa fiyatlamanın etkin olacağı ve fon sahibinin faydasını artıracağı kabul edilir. Bu yaklaşım, bir ekonomideki yatırım finansmanının ağırlıklı olarak borç nitelikli olduğu varsayımına dayanmaktadır.
4. Klasik Faiz Teorisi: Faizin, sermaye arz ve talebine göre belirlendiğini ifade etmektedir. Bu yaklaşımda faiz gerekçelendirme eksenine yine sermaye unsurunu koyarak ilk bahsedilen üretkenlik yaklaşımıyla benzer gibi dursa da sermaye arzının zaman tercihine göre; sermaye talebinin ise tasarrufa ya da beklemeye bağlı olarak verimlilik teorisine göre belirlendiğini ifade ederek daha geniş bir açıklama getirir.
Modern finans teorisinde paranın zaman değeri kavramının ve dolayısıyla faizin, en başta kişinin bugün tüketme veya tasarruf edip yarın tüketme arasındaki tercihinin bir sonucu olduğu ifade edilir. Faiz, paranın zaman değerinin somut bir göstergesi ve ölçme aracıdır. Tek bireyli ekonomik modelde kişinin optimal tüketim-yatırım kararının, o kişinin zaman tercihini ve dolayısıyla kişiye özgü faiz oranını ortaya çıkardığına inanılır. Kişinin tasarruf etmesi (yatırım kararı), aslında 'ertelenmiş tüketim' olarak kabul edilir. Böylece faiz oranı, ertelenen tüketimin bedelidir.
Tasarruf edilen servetin artması durumu, önceki bölümde ifade edilen "sermayenin üretkenlik teorisindeki" izahla örtüşmektedir. Bu durumda bireyin kendisinin kişisel zaman tercihi oranından daha büyük getiri oranlarına sahip kazanç fırsatlarına yatırım yapacağı kabul edilir. İşte verim/yatırım fırsatları setinin ortaya çıkardığı bu orana 'marjinal dönüşüm oranı' (MRT) denir. Yatırımın bir getiri sağlama imkanı olup da sermaye piyasaları olmadığı sürece MRT, yine kişiden kişiye göre değişen, subjektif bir göstergedir ve dolayısıyla yatırımcının kişisel zaman tercihi oranına eşittir.
Sermaye piyasalarının olması durumunda, bireyin daha yüksek bir fayda eğrisine ulaşacağı kabul edilir. Birden fazla bireyli ekonomide borç almak veya vermek suretiyle tüketimi öne alma veya erteleme imkanları, herkesin optimal tüketim-yatırım kararları verebilmesi için kullanabileceği tek bir piyasa faiz oranının oluşmasını sağlar. Finansal piyasaların borç verenler ve alanlar arasında etkin fon transferlerine imkan sağladığına inanılır. Kısaca sermaye piyasaları, faizi 'kişisel zaman tercihi/marjinal ikame oranı' veya 'marjinal dönüşüm oranı' şeklindeki subjektif oranlardan, piyasanın belirlediği tek bir orana dönüştürmektedir.
Bireyin tüketimi erteleme veya beklemesi dışında, ödünç olarak verdiği servetin geri dönmeme ihtimalinin, yani kısacası 'risk' unsurunun da faize gerekçe teşkil ettiğine inanılır. Kısacası faiz riskin bedelidir ve borcun geri ödenmeme ihtimali yani risk ne kadar yüksekse, talep edilecek faiz o kadar yüksek olmalıdır. Ancak riskin tek başına faiz düzeyini belirleyen bir unsur olamayacağı da açıkça görülür, çünkü özellikle Sharpe tarafından geliştirilen varlık fiyatlama teorisinde de kabul edildiği gibi ekonomide her zaman risksiz yatırım araçlarının sağladığı bir faiz oranı olacaktır.
Nitekim faiz oranını belirleyen bir başka yaklaşım, 'fırsat maliyeti' yaklaşımıdır. Buna göre elinde para bulunan, bunu para olarak tuttuğu sürece belki likidite imkanına ve dolayısıyla istediği anda tüketerek fayda yaratma imkanına sahip olsa da, parayı atıl bırakırsa onun artış imkanından mahrum kalmaktadır. Faiz, mahrum kalınan bu artış kadar olacaktır.
Faizin enflasyonun, yani paradaki satın alma gücündeki kaybın telafi aracı olduğu da kabul edilir. Faiz düzeyini etkileyen parametrelerden birinin ekonomideki enflasyon oranı olduğu açıktır, ancak faiz kararlarında enflasyondan daha önce etkili olan faktörler vardır. Daha da önemlisi, enflasyon tam olarak bir sebep değil, daha çok bir sonuçtur.
Faiz teorisinin son birkaç yüzyılda gelişmiş olmasına mukabil, pratikte faizin MÖ 3000 yıllarından itibaren var olduğu, Sümerlerin bile faizle kredili satış yaptıkları bilinmektedir. Bununla birlikte Yahudilik, Hristiyanlık, Hinduizm ve İslam gibi yeryüzü nüfusunun neredeyse üçte ikilik kısmının inandığı dört büyük dinin özgün kaynakları faizi yasaklamıştır. Öte yandan kadim filozofların da faize muhalefet ettiği görülmektedir.
Birçok Yahudi riba (faiz) yasağını zamanla sadece Yahudilerin kendi aralarındaki borçlara uygulamak şeklinde yorumladı. 325 yılındaki İznik Konsilinde Kilise temsilcileri Kral Konstantin'in baskısıyla sadece bazı önemli ilkelerde uzlaşabilirken, riba konusunda mutabakatlarını korudular. Din adamları arasında tefecilik yasaklandı. Sonraki yüzyıllarda, Kilisenin faiz yasağından kaçınmak için değişik yasal yollar icat edildi. Bunlardan biri "contractum trinius" (üçlü sözleşme) denilen bir muameleydi. Her üç sözleşme, ayrı ayrı düşünüldüğünde faiz maddesinin etrafından dolaşıyordu, fakat sonuçta bütünü faizli bir borç işlemiydi. 1220'den bir süre önce Kilise hukukçusu Hispanus, kendisine riba uygulanmadan borç alıp, bu borcu ödemede geciken bir kişiye yüklenebilecek bir ücret tanımladı. 14. yüzyıldan itibaren artık faizin, borç alanın sadece ödemede gecikmesi durumunda değil, en baştan tahakkuk ettirileceği iddia edildi. Bu ise "Lucrum Cessans" (kişinin parasını borç vermek için vazgeçtiği kar) ve "damnum emergens" (kişinin parasını borç vermesiyle uğradığı fiili zarar) şeklinde iki gerekçeye dayandırılmaktaydı. Böylece bugün faiz teorisindeki en temel izahlardan biri olan 'fırsat maliyeti' gerekçesinin de temelleri atılmış oluyordu. İş dünyasında faize dayanan uygulamaların yaygınlaşması karşısında en nihayet 1545'te VIII. Henry döneminde İngiliz kanunları %10 olarak belirlenen bir azami orana kadar faiz tahakkuk ettirilmesine izin verdi. Reformcu Jean Calvin, kendi alanında faiz lehinde sesini yükselten ilk kişi oldu. Nihayet 1917'de Kilise, Iuris Canonici Yasası ile "geri ödenebilir bir şeyi borç verme konusunda kanun tarafından izin verilen kar ödemesi için sözleşme yapmak, belirlenen orandan yüksek olmadığı sürece yasak değildir" hükmünü getirdi. Aslı bozulmadan bugüne kadar ulaşan tek ilahi metin olan Kur'an'daki hükümler faizi açıkça yasaklarken, hangi işlemlerin nasıl faiz kapsamına girdiği Hadis kaynaklarından ve fıkıhtaki hüküm çıkarma yöntemleriyle ortaya konmaktadır.
Değişik kriterlere göre faiz türlerinden bahsedilebilir. İlk olarak hesaplama yöntemine göre faiz türleri basit ve bileşik faiz olarak ikiye ayrılmaktadır. Bir yatırımın, yatırım dönemi süresince sadece anaparasının kazandığı faiz oranına basit faiz denmektedir. Her dönemin faizi, ilk yatırılan anapara üzerinden hesaplanır. Bileşik faiz ise; bir yatırımın yatırım döneminde kazandığı faizin de yeni yatırım döneminde yeniden faizlendirilmesi sonucu elde edilen faizdir. Her dönemin faizi, bir önceki dönem için hesaplanan anapara+faiz toplamı üzerinden hesaplanır. İkinci olarak hesaplama dönem uzunluğuna göre faiz türleri dönemsel ve efektif faiz oranlarıdır. Dönemsel faiz oranı, yatırım veya kredi için birim dönem bazında ilan edilen nominal faiz oranıdır. Örneğin Türkiye'de mevduat faiz oranları yıllık dönem bazında, kredi faiz oranları aylık dönem bazında ilan edilir. Efektif faiz oranı ise yapılan yatırımın veya kredinin fiilen kullanılan toplam sürede bileşik faiz esasına göre oluşan gerçek getirinin veya maliyet tutarının hesaplanmasıdır. Örneğin 3 ay vadeli mevduat faiz oranının %10 olduğu bir bankada 3 aylık mevduat hesabı açtırılır ve hesaptan bir yıl boyunca hiç para çekilmezse mevduat sahibinin yıl sonundaki toplam gerçek faiz kazancı %10,38 olur. Bir kredi faizinin yıllık efektif faiz oranı, zikredilen aylık oranın sadece 12 ile çarpılmasıyla elde edilmez, gerçekte daha yüksek bir orandır. Üçüncü olarak enflasyonun dikkate alınmasıyla hesaplanan faiz türleri nominal ve reel faiz oranıdır. Nominal faize görünen ya da ilan edilen oran da denebilir. Enflasyondan arındırılmamış orandır. Basit yaklaşımla Fisher formülüne göre nominal faiz oranı (i): ex-ante reel faiz oranı (ir) ile beklenen enflasyon oranının (E(Ï)) toplamı olarak ifade edilir: Burada ex-ante yani önceden hesaplanan reel faiz oranı denmesinin sebebi, beklenen enflasyonun dikkate alınmasıdır. Eğer reel faiz oranı, gerçekleşen enflasyon dikkate alınarak hesaplanıyorsa o zaman ex-post reel faiz oranı veya dönem sonu reel faiz adı verilir. Reel faiz ise nominal faizden, enflasyonun çıkarılmasıyla bulunan net ya da gerçek kazancı gösteren faizdir. Faizden reel kazanç sağlanabilmesi için nominal faizin enflasyondan büyük olması beklenir.
Dördüncü olarak kaynağa göre faiz türleri iradi ve kanuni faizlerdir. İradi faiz, tarafların yaptıkları söyleşme ile faizin şartlarını, oranını ve uygulama süresini birlikte belirledikleri faizdir. Akdi faiz, akdi anapara faizi, akdi temerrüt faizi ve akdi tazminat faizi gibi türlere ayrılmaktadır. Kanuni faiz ise kaynağı kanun hükümleri olan faizdir. Son olarak faizin gerçekleştiği döneme göre faiz türleri olan anapara ve temerrüt faizlerini ifade etmek gerekir. Faizin gerçekleştiği vadeye kadar olan dönem ise anapara faizidir. Türk Borçlar Kanunu m. 88'de belirlenen iradi anapara faizi, sözleşmede kararlaştırılmamışsa yürürlükteki mevzuata göre belirlenir. Temerrüt faizi ise para borcunun vadesinde ödenmemesi sebebiyle ödenecek karşılıktır ve bu bir çeşit tazminattır.
Uygulaması çok kadim dönemlere uzanmasına mukabil en yaygın dinlerin ve felsefi yaklaşımların faizi meşru kabul etmediği, faizin tanımı konusunda evrensel bir uzlaşı sağlanamadığı, farklı teorik yaklaşımlara ve farklı gerekçelendirilmelere dayandığı görülmektedir. İktisatta faizin olumsuz etkilerini açıklayan birçok yaklaşımlar vardır.
John M. Keynes, faiz oranlarının sosyal uyumu sağlayacak şekilde kendi kendine dengeye gelmesinin mümkün olmadığını ve eğer hükûmet müdahalesi olmazsa sürekli artma eğilimine sahip olduğunu vurgulamaktadır. Ayrıca, Keynesci anlayışta ekonomide tam istihdamın ancak sıfır ya da çok düşük faiz oranları ile sağlanabileceği iddia edilmektedir. Minsky, faizin finansal istikrarsızlığının temel nedeni olduğunu ifade etmektedir. Özellikle son küresel finans krizinin yüksek borç kaynaklı olması nedeniyle faizin ekonomilerin kırılganlığını artırdığı görülmüştür. Asya ülkelerinin finansal liberalizasyon politikaları uygulamalarına ilişkin yapılan çalışmalarda pozitif faiz oranlarının arzu edilen büyümeyi sağlamadığı tespit edilmiştir. Gelişmekte olan ülkelerin pozitif ve yüksek oranlı faiz politikaları uygulamalarına rağmen gelişmiş ülkeleri yakalayamadıkları görülmüştür. Ayrıca başarılı ekonomik performans sergileyen birçok ülkenin bu performanslarını negatif faiz gibi kamu sektörü teşviklerine, mevduat faizlerinin düşük tutulmasına borçlu olduğu bilinmektedir.
Günümüzde en yaygın kullanılan proje değerleme yöntemi olan net bugünkü değerde gelecekteki nakit akımlarının bugünkü değerinin pozitif faiz oranıyla hesaplanması bugünün gelecekten daha değerli olduğu anlamına gelmektedir. Bu yöntem, artık geleceğin güvenliğini esas alan ve gittikçe önem kazanan sürdürülebilirlik kavramı için tehdit oluşturmaktadır. Ramsey de pozitif iskonto oranını eleştirmiş ve bu oranın sıfır olması durumunda bugünkü nesillerin bencil davranmayı terk edeceğini belirtmiştir.
Friedman ve Samuelson pozitif faiz oranının ekonomide nasıl bir etkinsizliğe yol açtığını ve optimal kaynak dağılımı için sıfır nominal faiz gerekliliğini ispatlamaktadır. Paranın kullanımına pozitif bir fiyat konması, tüccarların parayı reel ekonomik faaliyetlere tahsis etmek yerine doğrudan faizli finansal yatırımda kullanmalarına yol açacaktır. Chapra ise ticari/sınai faaliyetin riskini paylaşmak yerine, mevduat için tasarruf sahiplerine, krediler için de finansal kuruma garanti edilmiş bir ödeme vaat edilmesinin piyasa disiplinini bozduğunu belirtmektedir.
İslami iktisat anlayışında sermayenin getirisinin faiz yerine kar olduğunu vurgulamakta ve ex-ante değil, ex-post getirinin asıl olduğu bir makroekonomik sistemin çok daha adil bir kaynak dağılımı sağlayacağını belirtmektedir.
YAZAR
Mehmet Saraç