Etimolojik olarak "İslam korkusu" şeklinde tercüme edilmekle birlikte, özellikle siyasi bir güç olarak algılandığı durumlarda İslamofobi kavramı, "İslam veya Müslümanlardan korku ya da nefret" olarak tanımlanır. Batı'nın geleneksel olarak sahiplendiği demokrasi, insan hakları, toplumsal cinsiyet eşitliği, inanç, ibadet ve ifade özgürlüğü gibi değerleri ve bunların nasıl temellendiği uzun zamandır tartışılmaktadır. Geçen asırda Edward W. Said'in (ö. 2003) Orientalism isimli eseriyle gözler önüne serdiği sömürgeci geçmiş ve "öteki" ile ilişkisinin ne kadar sorunlu olduğu artık kabullenilmiş olan Batı kültürünün belki Fransa ile başlayıp daha sonra 1997 yılında bir Runnymede Vakfı Raporu ile kullanıma sokulması "öteki" açısından sorgulanmaktadır. Üstenci bir tavırla kendisinin dışındakileri hem tarif edip hem de tasnif eden bir kültür İslamofobi kavramı ile kendisini sorgulamak bir yana, kavramı ortaya çıkarmak mevcut durumu olduğu gibi meşrulaştırmaya yöneliktir. Aslında bu kavramın ortaya çıkması bile kelimenin kullanıcılar açısından ne kadar anlam yüklü olduğunu da vurgulamaktadır. Antisemitizm nasıl uygun bir ortam ve zamanda ortaya çıktıysa İslamofobi de tarihte en uygun zaman diliminde sanki "kendiliğinden" ortaya çıkmıştır. Yahudi karşıtlığı anlamına gelen antisemitizm zamanla oldukça geniş bir anlam kazanmış ve neredeyse Yahudilik ile ilgili her şey bu kavrama dahil edilmiş ve uluslararası hukukun yaptırımları ile Yahudiler koruma altına alınmıştır. Ama İslamofobi terimi görünüşte masum bir duruma işaret etmektedir. Zira "fobi", klinik psikolojide çoğunlukla rasyonel bir temele dayanmayan ve korku duyulan şey ile kişi arasında orantısız -veya haddinden fazla- bir endişe ve korkuyu anlatmak için kullanılan bir kavramdır. Burada üzerinde durulması gereken nokta, böyle bir korkunun kişinin kendisine mahsus bazı psikolojik sebeplere dayandığı ve korkulan şeyin çoğu zaman zararsız ya da masum olmasıdır. Mesela, toplum içinde bulunmaktan duyulan sosyal fobilerde kalabalığın kendisinin herhangi bir tetikleyici unsura sahip olmaması; yükseklik, kapalı yerler veya ev gibi "güvenli" sayılan yerlerin dışına çıkıldığında duyulan korkularda bu yerlerin "korkunç" olması gerekmediği gibi, çoğu zaman zararsız olan örümcek, böcek, yılan ya da yırtıcı hayvanlardan duyulan "haddinden fazla" korkularda da yine bu canlıların kişilerde aşırı korku uyandırması kişinin kendi psikolojik durumuyla alakalıdır. Klinik psikoloji bugüne kadar yüzden fazla fobi çeşidini tespit etmiştir. Bu fobilerin bir kısmı da ne yazık ki diğer insanlar veya kültürlere karşı duyulan korkulardır. Bunlardan yabancılara karşı duyulan "zenofobi", Almanlara karşı duyulan "Germenofobi", Fransızlara karşı duyulan "Gallofobi" veya Ruslara karşı duyulan korkuyu ifade etmek üzere "Russofobi" gibi korkularda da bu kişilerin insanda korku uyandıracak herhangi bir özelliklerinin olmaması aslında herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Ama İslamofobi kavramı, yukarıda zikredilen psikolojik korkuların ötesinde yabancı düşmanlığında da olduğu gibi İslam düşmanlığı ve Müslümanlardan nefreti ihtiva etmektedir. Diğer korkularda hayvanların, yerlerin veya insanların temelde masum olduğu ve korkuyu duyan kişinin kendisinde bir psikolojik rahatsızlık olduğu kabul edilirken İslamofobi'de İslam'ın ya da Müslümanların masum oldukları ve korku duyulması gereken olgular olmadığı gerçeği hep göz ardı edilmektedir. Zaten zenofobi, Yahudilerden duyulan "Judeofobi", gençlerden duyulan "efebifobi" veya İslamofobi gibi korkular için kullanılan fobi takısı klinik bir rahatsızlıktan ziyade sosyal olarak bazı gruplara karşı oluşan nefret duygularını ifade etmektedir. Psikolojiden ödünç alınan ve gerçeğe dayanmayan ama kişinin bazı psikolojik sebeplerle yarattığı abartılı bir korku ve tedirginlik haletiruhiyesini yansıtmak için kullanılan bir kavram olduğu da iddia edilmektedir. Bu tür korkunun -daha doğrusu nefretin- temelinde de tarihi ilişkiler süreci ve bazı grupların, milletlerin veya medeniyetlerin kendilerinden olmayana karşı duydukları ön yargı ve dışlama gibi rahatsızlık olduğu açıkça görülebilir. Psikolojik rahatsızlığın ötesindeki bu tavır ve davranışlar ancak "İslam karşıtlığı" ve hatta "İslam düşmanlığı" ile açıklanabilir. Bu sebeple, diğer din mensuplarının İslam ya da Müslümanlarla aynı fikirde olmaya zorlanamayacakları gibi bazı pratikleri veya öğretileri eleştirme hakkına da sahiptir. Fakat Müslümanların ekonomik veya siyasi güç elde etme ihtimalinin belirmesinden itibaren onlara karşı düşmanlık, nefret ve ön yargıyla dışlama normal ve çoğu zaman "meşru" bir biçimde saldırganlığa kolayca dönüşmektedir.
İslam korkusu veya Müslüman düşmanlığı için çoğunlukla ekonomik temelli ırkçılık yeterli olmasına rağmen konunun uzmanları tarihten örnekler getirerek düşmanlığı açıklamaya çalışmaktadır. İslam'ın ilk dönemlerinden itibaren Hristiyanlığa bir alternatif olarak ortaya çıkması, Orta Çağ'da Kilise'nin endişeye kapılarak Hz. Peygamber'e karalama kampanyaları detaylı Kilise babaları ve araştırmacıları tarafından ele alınmaktadır. Hollanda'da yakın zamanlarda karikatür krizi ile bu tür kampanyaların devamından ziyade modern dönemde tahrik eden bir tepki hedeflenmiştir. Salman Rushdie'nin tüm dünyada tepki çeken kitabı The Satanic Verses ile benzer şekilde İslam ve Müslümanların modern dünya ve onun demokrasi, ifade özgürlüğü ve insan hakları gibi hususlarda uyuşmadığını göstermek amaçlanmıştır. Zaten Runnymede Raporu da terimi tarifinde İslam dini ve Müslüman olma hali üzerine sekiz hususu dile getirmektedir. Her ne kadar korkunun temelsiz olduğu ve buna rağmen Müslümanlara karşı haksız ön yargı ve dışlamalara maruz kalışlarını bazen açık bazen de daha görünür olmayan tavırlar ile açıklamaya çalışmaktadır. "Kapalı" olanlar arasında İslam'ın statik olması ve yeniliklere açık olmayışı, diğer kültürlerle ortak özellikleri pek olmadığından onların bariz "öteki"si olarak ne onlardan etkilenebilir ne de onları etkileyebilmektedir. Batı ile kıyaslandığında farklı olarak rasyonel olmaması, barbar ve cinsiyetçi olması öne çıkmaktadır. Diğer uygarlıklara karşı saldırgan ve tehditkar tutumuyla "medeniyetler arası çatışma"nın baş sorumlusu olarak görülmektedir. İslam siyasi ve askeri bir ideoloji olarak algılanmaktadır. İslam'ın Batı'ya karşı yöneltmiş olduğu eleştiriler dikkate dahi alınmamaktadır. İslam'a karşı duyulan hasımca tutumlar Müslümanları toplumdan dışlamaya sebep olmaktadır. Bütün bunların neticesinde de Müslüman karşıtlığı tabii ve "normal" olarak görülmektedir. Tarihi, sosyal, kültürel (özellikle medyanın rolü) ve ekonomik sebeplerle mevcut olguyu açıklamaktan uzak olsa da 1997'den beri konuyla ilgili hemen bütün araştırmalara temel kaynak olmuştur. Basit ama kuşatıcı olan bu tarif kendisinden sonraki pek çok çalışmaya rehberlik etmiş ama bundan sonra İslamofobi kavramı pek tartışılmadan rahatlıkla kullanılmaya başlanmıştır. 11 Eylül 2001 hadiseleri veya "medeniyetler arası çatışma" gibi oldukça genelleyici söylemlerde bile sanki her kesim üzerinde hemfikirmiş gibi kullanılmasında sakınca görülmemiştir. Bir tarafta Yahudilik ve Yahudiler hakkında hemen her eylem ve söylem bir şekilde anti-semitizm suçlamasına dahil edilebilirken Müslüman karşıtlığı ve dışlayıcılığının sınırları bilinçli olarak belirsiz bırakılmıştır.
Yaygın olarak kullanıma girdiği geçen yüzyılın son dönemlerinden itibaren olgunun tarifi üzerinde hala bir anlaşma sağlanamamış olması belki de benzer ırkçılık, nefret ve düşmanlığa açık olarak işaret edememesi sebebiyledir. Hatta kavramın en baştan itibaren "fobi"nin öznesi konumundaki Batılılar tarafından tarif edilmeye çalışılması sanki kendi sebep oldukları kabul edilemez davranışları meşrulaştırma olmasa da masumlaştırma çabası olarak da okunabilir. Gerçi Runnymede Trust'ın ilk raporunun yirminci yılı (2017) sebebiyle tarifi yeniden ele aldığı iddiası da her ne kadar Müslüman bilim insanlarının görüşlerine yer verilse de teşebbüsün ilk geldiği yer bakımından dikkat çekmektedir. Tıp bilimlerinde herhangi bir rahatsızlığa isim verilebilmesi o hastalığın tedavisi için önemli bir adım sayılmaktadır. Fakat Batı'da ortaya çıkmış İslamofobi kavramının yine onlar tarafından isimlendirilmesi konunun çözümünden çok karmaşıklaştırılması ve daha da ileri gidilerek meşrulaştırılmasa da masumlaştırılma çabası olarak okunabilir. Mesela, All-Party Parliamentary Group (APPG) 2018 yılında İslamofobiyi "ırkçılıktan kaynaklanan ve Müslümanlık (Muslimness) ya da Müslümanlık ifadesi olarak algılanan durumları hedef alan ırkçılık" olarak tarif etmişti. Fakat Müslümanlardan gelen kendilerinin Siyahlar gibi farklı bir ırka mensup olmadıkları hatta tam tersine Muhammed Ali ve Malcolm X örneklerinde olduğu gibi ırk algısından uzak evrensel bir inanç kardeşliği vurgusu yapılmıştır. Fakat Batı zihniyetinin durumun vahametini daha kolay anlayabilmesi ümidiyle ırkçılık üzerinde durulması Müslümanlar açısından farklı muameleye tabi tutulması anlamına gelebileceği için kesinlikle kabul edilemez. Üstelik aşırı sağ grupların hedefi haline getirebildiği gibi Müslümanların "ırksallaştırılması"na (racialisation) ve etnik grup siyasetinin bir öznesi olarak tasnif edilmesine yol açmaktadır. Zira Batı'da yaşayan ve yerel kültürlere adapte olan "seküler" denilebilecek hayat tarzına sahip Müslümanlar da İslamofobiye maruz kalmaktadır.
Yirminci yıldönümü raporunun belki de en göze çarpan ilavelerinden birisi de önceki tarife "Müslüman gibi algılanan" belki Sih gibi Asya dinlerine mensup insanlara karşı da yapılabilecek İslamofobik davranışlara dikkat çekmesidir. Önceki rapordan farklı olarak insan hakları vurgusu yapılması da iyi bir gelişme olabilir. Fakat "Muslimness" tabiri İngilizcedeki "Englishness" ya da "Jewishness" gibi masum kavramlardan farklı olarak sınırları belli olmayan, hatta tabiri kullanan herkes tarafından yeniden belirlenebilen bir yaklaşımdır. Mesela, alkol kullanmamaktan fanatik olarak anlaşılmaya ve en tehlikelisi de terörist olarak damgalanmaya kadar gidebilen oldukça sakıncalı bir görüş haline gelebilir.
Farklı toplumlarda Müslümanlara sadece Müslüman oldukları için reva görülen hunharca davranışların farkında olunması ve bunların sonucunda uğradıkları haksızların giderilmesine yol açabilecek bir teşebbüs olarak İslamofobinin tarif edilmesi ve kitlelere yaygınlaştırılması önemlidir. Daha da önemlisi, bu tariften yola çıkılarak hem ulusal kanun ve düzenlemelerde hem de uluslararası platformlarda bu tür haksızlık ve dışlayıcılığın suç kategorisine dahil edilerek önüne geçilmesine çalışılmalıdır.
YAZAR
Ali Murat Yel