"Kişinin, hukuki eksikliğe rağmen haksızlık bilinci taşımaması" veya "kişinin, hukuken mazur görülebilecek şekilde haksızlık bilincine sahip olmaması" şeklinde tanımlanabilir. Kişinin haksızlık bilincine sahip olmaması, bu husustaki bilgisizliğinden kaynaklanabileceği gibi, hukuki eksikliği bilmesine rağmen hukuken korunabilecek bir hak veya yetkiye sahip olduğuna inanması sebebine de dayanabilir. Mesela başkasının arsasına kendi malzemesi ile inşaat yapan kişinin, inşaatı yaptığı arsanın başkasına ait olduğunu bilmemesi ilk duruma; bu arsanın başkasına ait olduğunu bilmesine rağmen, malikin kendisine bu inşaatın yapılması hususunda izin verdiğine inanarak hareket etmesi ise ikinci duruma örnek teşkil edecektir.
İyi niyet her zaman, gerçekte doğru olmayan bir hukuki görünüşün, mazur görülebilir bir şekilde hataya düşülerek doğru varsayılmasına dayanır. Böylece hukuki anlamda iyi niyetin "başka bir kişinin beyanına veya dışarıdan bir olguya (hukuki görünüşe) güvenerek bir şeyi doğru zannetme" olarak açıklanması da mümkündür. Bu durum iyi niyet ile hukuki görünüşün aynı şey olmadığını ortaya koyar. Hukuki görünüş ancak iyi niyetin konusunu oluşturabilir; yoksa iyi niyetin kendisi değildir.
İyi niyetin varlığından söz edilebilmesi için kişinin, mevcut hukuki görünüşe güvenmekte haklı olduğu ifade edilebilecek durumda olmalıdır. Somut bir hukuki ilişkide kişinin korunmaya layık olup olmadığı ise hukuki eksikliğin tespiti hususunda, kendisinden objektif olarak beklenebilecek araştırmaları yapmış olup olmamasına göre belirlenir. Bu kabul çerçevesinde iyi niyet kavramı, "bütünüyle sübjektif" olmaktan da çıkartılmış olur. Elbette yapılacak araştırmanın kapsamı ile ilgili olarak önceden bir ölçü belirlemek mümkün değildir. Söz konusu araştırma yükümlülüğünün kapsamı her olaya ve ilişkinin kapsam ve niteliğine göre değişir.
Kişi, muhatabının tavır ve davranışlarına ve/veya içerisinde bulunduğu koşullara güvenerek hareket etmektedir. İşte tam da bu noktada bir taraftan iyi niyet, diğer taraftan dürüstlük kuralı devreye girmiş olur. İyi niyet "aslında gerçek olmayan bir olgunun gerçekliğine inanma" esasına dayanırken dürüstlük kuralı ise "her zaman bir başkasının davranışlarına güvenme" esasına dayanır.
Hukuki görünüşe olan güvenin korunması, temel hukuk ilkelerinden birisi olarak kabul edilir. Elbette bu ilkenin uygulama alanı bulabilmesinin ön koşulu "söz konusu güvenin korunabilir olduğunun hukuk düzeni tarafından kabul edilmesi"dir. Hukuk körü körüne güveni veya haksız ümit ve beklentileri değil, sadece gerekçelendirilen güveni koruyabilir. Güven kişiye, somut olayın gelişim tarzına ve zamana bağlı olarak gelişir.
İyi niyeti genel olarak düzenleyen Türk Medeni Kanunu (TMK) m. 3 hükmü (özellikle TMK m. 2 hükmünün durumunda olduğu gibi) "bütün hukuki ilişkiler bakımından uygulanması söz konusu olan genel bir kural" niteliği taşımaz. İyi niyetin korunması ihtiyacı, niteliği gereği belirli olay grupları ile sınırlı olmak durumundadır.
İyi niyetin her zaman aynı kapsamda korunması da söz konusu değildir; tam tersine iyi niyete ilişkin korumanın kapsamı her zaman olaya özgü olmak durumundadır. Göründüğünden farklı olan bir hukuki olguyu (göründüğü şekli ile) doğru kabul etmek iyi niyetin esasını oluşturur.
İyi niyete hukuki sonuç bağlanan durumlar bakımından, iyi niyetin mevcudiyeti asıl kabul edilir. İyi niyeti kanun gereği korunan bir kimseyi, bu korumadan yararlanabilmesi için iyi niyetini ispat yükü altında bırakmak, pek çok halde iyi niyetin koruyuculuk vasfını ortadan kaldırır. Zira bir kimsenin, bir engeli bilmediğini ispat etmesi çok güçtür. Bu sebeple de kanun koyucu "Kanunun iyi niyete hukuki bir sonuç bağladığı durumlarda, asıl olan iyi niyetin varlığıdır" demek suretiyle kişinin iyi niyetli olduğunu ispat yükünden kurtarmıştır.
Haklar genellikle hukuki işlem temeline dayanır. Söz konusu hakkın kazanılmasına veya daha geniş bir ifade ile bir hukuki etkinin, sonucun meydana gelmesine ilişkin bir engeli bilmemek ve bilebilecek durumda olmamak iyi niyetin varlığına delalet eder. Bu durumda iyi niyet, bir kişinin bir hakkı iktisap etmesini veya bir hukuki sonucun gerçekleşmesini etkileyecek bir olguyu bilmemek ve bilebilecek durumda olmamaktır. Bunun dışında iyi niyetin istisnasız bütün hallerde korunduğunu düşünmek de doğru olmaz. Bilakis iyi niyetin korunmasını öngören kurallar, özel ve istisnai nitelik taşır. İyi niyetin korunduğu durumlarda kanun koyucu, "hukuki işlem güvenliği"ni, gerçek hak durumuna (hukuki güvenliğe) tercih eder; bu sebeple istisnai olmalıdır.
Kanunun iyi niyetli olmaya bir sonuç bağladığı durumlarda iyi niyet, her zaman hukuki sonucun gerçekleşmesi için aranan diğer koşulların bir parçasıdır. Bu yönü itibarıyla iyi niyet kişinin bir özelliğine işaret eder. Kişi, bu özelliği sebebiyle, mevcut bir hukuki eksikliğin olumsuz sonuçlarından korunmuş olur. Kişinin içerisinde bulunduğu "iyi inançlı olma hali" belirli bazı durumlarda, mevcut bir hukuki eksikliğin yok sayılması ya da en azından yol açacağı olumsuz bazı sonuçların hafifletilmesi sonucunu doğurur. Her iki durumda da iyi niyetli kişi lehine daha avantajlı bir hukuki sonuç sağlanmış olmaktadır. Bu durum, hukuk sistemimizde "bir hukuki sonucun doğumunun kişinin iyi niyetli olmasına bağlanabildiği"ne işaret eder.
İyi niyet kanunun koruduğu şahısta aranır. Bir diğer ifadeyle hak iktisap edecek yahut bir hukuki sonucun muhatabı kişinin iyi niyetli olması aranır. Kişi iyi niyetin koruyucu etki yaptığı ilişkide başka şahıslar tarafından temsil edilmiş ise veya bu ilişkiye birden çok şahıs aynı oranda katılıyorsa iyi niyetin kimlerde aranması gerektiği de açıklığa kavuşturulmalıdır:
Temsil halinde; korunmadan yararlanan şahıs bu ilişkide bir başkası tarafından temsil ediliyorsa hem temsil edilenin hem de temsilcinin iyi niyetli olması aranır.
Tüzel kişinin söz konusu olduğu durumlarda iyi niyet, tüzel kişi adına (o işlem özelinde) irade açıklamaya yetkili kişilerin tamamının iyi niyetli olmasına bağlıdır. Bu şahıslardan birinin kötüniyetli olması tüzel kişiyi kötüniyetli kılar.
Tüzel kişiliği bulunmayan şahıs topluluklarında (adi şirket, miras ortaklığı gibi tüzel kişiliği bulunmayan fakat elbirliği ortaklığı ilişkisi içinde bulunan ve birlikte hareket etmeleri gereken kişi toplulukları) bu topluluğa dahil herkesin iyi niyetli olması aranır. Keza bir işlemin birden çok tarafı varsa o taraf teşkil eden kişilerin hepsi iyi niyetli olmalıdır ki koruma kapsamında yer alabilsinler.
İyi niyetin koruyucu etkisinden söz edilebilmesi için bazı hallerde belirli bir zaman kesitinde mevcudiyeti yeterliyken bazı hallerde ise bir süre devam etmesi gerekir. Mesela, emin sıfatıyla zilyedden bir taşınır malın mülkiyetini kazanmada iyi niyet iktisap anında aranır. Buna karşılık, bir taşınır malın mülkiyetinin zamanaşımı ile kazanılmasında iyi niyetin, zamanaşımı süresince devam etmesi gerekir. Roma Hukuku'ndan gelen bir ilke uyarınca (mala fides superveniens non nocet) sonradan gelen kötüniyet zarar vermez. Bir diğer ifadeyle iyi niyetin mevcudiyeti ile birlikte hukuki sonuç ortaya çıktıktan sonra kişinin durumu fark etmesi, kazanımını olumsuz etkilemeyecektir.
Korunduğu durumlar özel olarak ele alındığında iyi niyetin (1) bazen sorumluluktan kurtardığı, (2) bazen sahip olunan hakkın kapsamını genişlettiği, (3) bazen bir hukuki statü kazandırdığı, (4) bazen de doğrudan doğruya bir hakkı kazandırdığı görülecektir.
YAZAR
Halil Akkanat