Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Mecusilik (Zerdüştçülük) Nedir?

        Zerdüşt'ün kurucusu olduğu kadim İran'ın dini geleneğidir.

        Kadim İran coğrafyasında düaliteye dayanan tanrı düşüncesini kökten değiştirme adına Zerdüşt'ün kurduğu Mecûsilik, İslam öncesi Pers/İran medeniyetinin temel yapıtaşlarındandır. Mecûsi geleneği, Ahura Mazda'yı yegane tanrı olarak kabul eden Zerdüşt'ten sonra tarihsel süreçte bazı değişim ve dönüşümlere uğrasa da üç bin yılı aşkın bir süredir varlığını devam ettirmeyi başarmıştır. Pers/Akamenid (MÖ 559-330), Part/Arsakid (MÖ 247-MS 224) ve Sasaniler (MS 224-651) olmak üzere üç kadim imparatorluğun dini referansı olan Mecûsilik, İslam fetihlerine kadar kadim İran coğrafyasının en köklü dini geleneği olmuştur. 

        Akamenid İmparatorluğu'nda kraliyet kültü olarak Akdeniz kıyılarından Hind sınırlarına kadar geniş bir coğrafyada bilinen Mecûsilik, Büyük İskender'in Doğu Seferiyle kraliyet desteğinden mahrum kalmıştır. Pers İmparatorluğu'nun yıkılmasından yaklaşık yüz yıl sonra Perslerin Arsakidler etrafında bir araya gelmesiyle birlikte İranlıların/Aryanların asli dini geleneği, yeniden söz sahibi olmuştur. Buna rağmen Arsakidler döneminde kraliyet çevrelerindeki helenistik vurgu, Mecûsiliği halk kitlelerinde daha etkin kılmıştır. Mecûsi geleneğinin kurumsal bir yapıya kavuşması ise dini bir motivasyonu önceleyen Sasanilerin Arsakidlere son vermesiyle gerçekleşmiştir. Böylelikle devlet desteğini alan Mecûsilik, İslam fetihlerine kadar Yahudilik, Hristiyanlık ve Maniheizm gibi dini geleneklere karşı üstünlüğünü koruyabilmiştir.

        Mecûsi geleneği tarihsel süreçte farklı adlandırmalarla muhatap olmuştur. İlk olarak Zerdüşt'e atfedilen Gatha'da doğrunun ve hakikatin takipçisi anlamında Aşavan nitelemesi söz konusu olmuştur (Yesna-Gatha, 46.14, 51.09). Sonrasında ise bu inancın müntesipleri Avesta'da mazdayesna yani mazdatapıcısı ve Zerathuştriş yani Zerdüşt'ün takipçisi ifadeleriyle tanımlanmıştır (Yesna 12). Nitekim Sasaniler döneminde mazdayesna ifadesi sıklıkla kullanılmıştır. Pers diyarından Hind coğrafyasında göç edenler anlamında Hintliler tarafında Parsi diye nitelenen bu dini geleneğin müntesipleri, ateşi ibadetin merkez objesi olarak görmeleri nedeniyle de ateşperest olarak tanımlanmışlardır. 19. yüzyılda Hint alt kıtasının İngilizler tarafından işgal edilmesiyle bu coğrafyanın dini gelenekleri Batı dünyasına tanıtılmıştır. Bu bağlamda Yunan ve Latin kaynaklarında yıldız tapıcısı olarak tanımlanan Zoroastres/Zoroaster ifadesinin yaygın kullanımı, günümüzdeki Zerdüşti tanımlamasının arka planına işaret etmektedir. Kur'an-ı Kerim'de zikredilen Mecûs (Hac, 17/22) ifadesi ise Kur'an'ın indiği coğrafya ve tarihsel zeminde karşılığı olan bir kullanımdır. Din adamı anlamında Movbed/Mobed kelimesiyle aynı kökten gelen ve fonetik değişimlere uğrayan Mecûsi sözcüğü (moğu, magu-pati, mgoşa, mecûs) İran coğrafyasında bu dini geleneğe inanan herkesi kapsayacak bir kavram olarak kullanılmıştır. 

        Mevcut arkeolojik bulgulardan veya yazılı bir materyalden hareketle Zerdüşt'ün esasında tam olarak nerede, ne zaman ve nasıl yaşadığı hususunda kesin bir sonuca varmak mümkün görünmemektedir. Bununla birlikte iki teoriden söz edilebilir. İlk olarak Sasani dönemi tarih yazımına göre Zerdüşt, Pers İmparatorluğu'nun kuruluşundan kısa süre önce yaşamıştır. Buna karşın Avesta üzerine yapılan dil bilimsel çalışmalar ise onun en erken milattan önce binli yıllarda yaşadığı tezini savunmaktadır. 

        Tarih ve mekana ilişkin farklı yaklaşımların ötesinde Zerdüşt'ün bir din adamı olarak yetiştiği ve ayin için temiz su almak üzere nehre girip çıktığı sırada ilahi varlık Behmen'in (Vohu Manah) Ahura Mazda'dan getirdiği esine/vahye muhatap olduğu bilinmektedir (Yesna-Gatha 43.4; Vezidigiha-i Zadspram. 20-21). Bu durumda Zerdüşt'ün kadim İran havzasının düalist temelli tanrı anlayışını çok iyi bildiği, ancak mevcut dini anlayışı tersyüz eden yeni bir yaklaşımı savunmaya başladığı görülmektedir. Zira Ahura Mazda'yı esas alan ve diğer tanrısal varlıkları reddeden bir tutum sergilemesi nedeniyle Zerdüşt, toplumsal bir karşılık bulamamış ve sadece yeğeni ona iman etmiştir. Nitekim uzun süren çabaları sonrasında yaşadığı yerden ayrılan Zerdüşt'ün dini düşüncesini mitolojik Keyani hanedanından Kral Viştasp'a anlatması, İran coğrafyasında yeni bir dini geleneğin doğuşuna ortam hazırlamıştır. 

        Mecûsi geleneğinin teolojik önermelerinin Zerdüşt'ten Sasanilerin sonuna değin bazı köklü değişikliklere uğradığı bilinmektedir. İslam fetihlerinden günümüze kadar da tanrı anlayışına ilişkin tartışma neticelenmemiştir. Zerdüşt'e atfedilen Gatha'da her şeyin varlık sebebi ve var edicisi olarak takdim edilen Ahura Mazda, kadir-i mutlak bir tanrı olarak tasvir edilmektedir (Yesna-Gatha 44.3-7). Gatha'da Ahura Mazda'nın yeganeliğine halel getirecek kimi varlıklardan söz edilse de en yüce varlık Ahura Mazda'dır. Fakat Zerdüşt'ten sonraya tarihlenen Avesta edebiyatı ise Ahura Mazda'yı her şeyin değil, sadece iyi olan her şeyin var edicisi olarak takdim etmektedir. Kötülüğün kaynağı ve var edicisi olarak da Ehrimen (Angra Mainyu) kabul edilmektedir. Böylelikle kötülük problemine ilişkin bir tartışma da gündeme gelmektedir (Vendidad 1.3). Ayrıca Zerdüşt'ün yok saydığı kadim geleneğin ilahi figürlerinin de (Mitra, Anahita vb.) Avesta'da yeniden söz konusu edilmesi düalizmi önceleyen tanrısal bir alanın oluşmasına kaynaklık etmektedir. Söz gelimi Avesta'nın Yeşt bölümünde ahitlerin tanrısı Mithra'ya ve suların tanrıçası zafer bahşeden Anahita'ya ve benzeri kadim tanrısallıklara tapınmayı ve yakarmayı öngören bölümler mevcuttur (Yeşt 5. 1-9, 15.3). Sasani dini edebiyatı (Zend), Avesta'yı yorumlayarak iyi ve kötü arasında mutlak aykırılığı öngören bir düalizmi öncelemektedir. 

        Tanrı anlayışındaki farklı yaklaşımlara karşın ahlaki düzlemde iyi ve kötü arasında mutlak bir düalizmi kabul eden Mecûsilik, yeryüzünü Ahura Mazda ile Ehrimen arasındaki bir savaş alanı olarak görmektedir. İnsanın bu savaştaki başat aktör olması, dini ilkelerin düalist bir temel üzerinden yükselmesini sağlamaktadır. Bu sebeple bir dine giriş ayiniyle (Sudreh Pûşi) hayatın her anının, iyinin galip gelmesine adanması istenmektedir. Öyle ki iyi düşünce, iyi söz, iyi davranıştan oluşan üç ahlaki ilkeye uygun bir yaşam talep edilmektedir (Yesna 10.16, 19.16). Bu bakımdan Avesta'nın Vendidad/Videvdat kitabı, gündelik yaşamı, doğumdan-ölüme ve sabahtan-akşama ayrıntılı bir şekilde betimleyen bir dini hukuk metnidir.

        Mecûsi geleneğinin kutsal metin edebiyatı temelde Avesta ve Avesta'nın yorumu Zend literatürü olmak üzere ikili bir yapı arz etmektedir. Geleneğin, tamamını Zerdüşt'e atfettiği Avesta külliyatı Zerdüşt'ten sonraki süreçte oluşmuştur. İskender'in seferine kadar sözlü olarak nakledilen Avesta edebiyatı beş kitaptan oluşmaktadır. Bunlar sırasıyla; Zerdüşt'e atfedilen Gatha'yı içeren ve dini ritüel düzenini barındıran Yesna, ilahi varlıklara yakarışların yer aldığı Yeşt, gündelik yaşamın temel ilkelerinin ifade edildiği Vendidad, festival ve bayram gibi dini törenlerde icra edilen duaların yer aldığı Visperad ve son olarak gündelik ibadetteki duaların bir araya getirildiği Horde Avesta'dır. Zend literatürü ise Sasani dönemi din adamı sınıfının Avesta külliyatını daha anlaşılır kılma adına giriştiği yorumlama faaliyetidir. Böylelikle Mecûsi geleneği kozmolojiden eskatolojiye bütüncül bir ilahiyata kavuşmuştur. 

        Mecûsi geleneğinin belki de en merkezi unsuru ateştir. Ritüel düzeninin ve mabedin merkezinde yer alan ateş, Ahura Mazda'ya yakarabilmenin ve onunla temas kurmanın vazgeçilmez unsurudur. Bu sebeple ibadet mekanında ateşin sürekli olarak canlı tutulması esastır. Ayrıca her kralın tahtta kaldığı sürede canlı tutulan bir ateşten de söz edilebilir.

        Mecûsi geleneği dünyanın sonu yaklaştığında yeryüzündeki kötülüğe son verecek bir kurtarıcı motifini işlemektedir. Buna göre her bin yılın sonunda gelen üç kurtarıcının (Uşedar, Uşedermah, Saoşyant) dünyayı kötülükten arındıracağı öngörülmektedir. Özellikle İslam fetihlerinden sonra dini edebiyatta bu husus vurgulanmaktadır (Zand-Akasih, 33, 34.blm).

        Mecûsi dini düşüncesi ölümden sonra hesap ve yargılamanın sonrasında ulaşılan bir öte dünya tasavvuruna sahiptir. Ölümle birlikte kişinin eylemlerinin hata sevap bakımından teraziye vurulduğu ve sonrasında cennet ve cehenneme ulaştıran bir tasvirden söz edilebilir. Mitra, Raşnu ve Sraoşa üçlüsü yargılama sonrasında kişinin ruhunu ayırıcı bir konuma sahip Cinvat Köprüsü'ne yönlendirmektedir (Vendidad 19.27-30). 

        YAZAR

        Mehmet Alıcı