Batılıların, Türklerin Avrupa'daki ilerleyişini durdurmak, ardından da onları geldikleri yere göndermek amacıyla izledikleri siyasete verdikleri addır. İlk kez 1815 Viyana Kongresi sırasında Rus diplomatlar tarafından kullanılmış ve kısa sürede Batılı siyasetçiler tarafından benimsenerek Osmanlı Devleti'ni ilgilendiren her türlü meseleyi kapsar hale gelmiştir. Meselenin ortaya çıkışı ve tarihsel süreçte geçirdiği dönüşümler zamana göre farklılık göstermiştir. Özellikle tarihçiler bu meseleyi daha geriye taşıyarak bir ölçüde genelleştirip Türklerin Batı'ya ilerleyişiyle başlatmışlardır. Bunun ilk safhasını 1071-1683 tarihleri arasında Türklerin ilerleyişini durdurmak, ikinci aşamasını 1683-1878 tarihleri arasında Türkleri Balkanlar'dan çıkarmak, üçüncü aşamasını ise 1878-1922 tarihleri arasında Osmanlı Devleti'ni yıkmak ve Türkleri Anadolu'dan atmak şeklinde tanımlamışlardır. Bu süreçler, sadece askeri değil aynı zamanda aşağılayıcı propagandalarla desteklenmiş, Türkler Hristiyan aleminin azılı düşmanı olarak gösterilmiş, olabilecek en kötü imgeler kullanılarak "Korkunç Türk" imajı yaratılmıştır.
Şark meselesinin özellikle 1683 tarihinde II. Viyana Kuşatması'ndaki Osmanlı mağlubiyeti ile girdiği aşama, Türkleri Orta Avrupa'dan ve Balkanlar'dan çıkarma hedefini belirgin hale getirdi. 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile de Osmanlı Devleti'nin bekası tartışmaya açıldı. Aynı dönemde İngiltere ve Fransa gibi güçler Osmanlı topraklarında kendi nüfuz bölgelerini oluşturma çabası içine girdi. Bu amaçla bir yandan küçük Balkan milletleri örgütlenirken bir yandan da Osmanlı Devleti'nin Orta Doğu topraklarına Vehhabilik gibi ayrılıkçı düşünce tohumları atıldı. 18. yüzyıl sonlarında Napolyon Bonapart (ö. 1821) "Türkiye'yi müdafaa etmek istememiz beyhudedir. Çünkü yakında sükûtuna şahit olacağız." diyerek, Osmanlı'nın çöküşünde büyük payı kapmak için harekete geçti. Önce bizzat kendi komutasındaki bir ordu ile 1798'de Mısır'ı işgal etti. Mısır'ın işgali başarısız olsa da Şark Meselesi'nin artık sadece Hristiyanların yaşadığı topraklarla sınırlı olmadığı, Müslümanlarla meskûn toprakları da kapsadığı anlayışı belirdi. Hatta Napolyon, Çar Aleksandr ile 1807'de Tilsit'te Osmanlı Devleti'ni kendi aralarında paylaşmayı gündeme getirdi. Fakat bu paylaşım görüşmelerinde İstanbul'un konumu anlaşmazlığa yol açtı ve bu plan akim kaldı.
19. yüzyılla birlikte Balkanlar'da Osmanlılara karşı ayaklanmalar başlatıldı. İlk olarak Sırplar 1804'te isyana kalkıştı. Bunun sonucunda Sırplar 1812 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında özerkliklerini kazandılar. 1815'te Napolyon Savaşları'nın ortaya çıkardığı istikrarsızlığı çözmek maksadıyla Viyana'da toplanan kongrede Ruslar, Balkan Milletleri'nin geleceğinin tartışılmasını gündeme getirdi ve burada Osmanlı Devleti'nin zayıf durumu da göz önüne alınarak ilk kez uluslararası bir toplantıda Şark Meselesi tabiri kullanıldı. Kongreye başkanlık yapan Metternich (ö. 1859), Rus önerisini kongre gündemine almayı reddettiyse de Ruslar kongre kulislerinde Şark Meselesi tabirini kullanarak Osmanlı Devleti'ni parçalama projelerini diğer delegelere anlattı.
1821'de Yunan ayaklanması Şark Meselesi'ni Avrupa'nın gündemine taşıyan hareket oldu. Osmanlı ordusu karşısında tutunamayan Yunanlılar, 1828-29 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında Edirne Antlaşması ile bağımsızlıklarını kazandılar. İsyan sırasında uluslararası hukuka aykırı biçimde, savaşta taraf olmamalarına rağmen Fransız, İngiliz ve Rus Donanmaları 1827'de Osmanlı Donanması'nı Navarin'de yaktı. Navarin Faciası sonrasında Türklere karşı uluslararası alanda yeni bir politika devreye sokuldu. Türklerin aleyhine hususlarda uluslararası hukuk devreye sokulurken lehine olan durumlarda göz ardı edilmeye başlandı. Osmanlı Devleti Balkanlardaki ulusçuluk hareketleri ile ilgilenirken Şark Meselesi'nin yeni gündemi Mısır ve Boğazlardı. Her iki konu da Osmanlı Devleti'nin aleyhine olacak şekilde çözümlendi. Kavalalı Mehmed Ali Paşa (ö. 1878) Mısır'da özerklik elde ederken boğazlardaki Türk hakimiyeti zedelendi; Boğazlar uluslararası statü kazandı ve boğazlar meselesinde diğer devletlere de söz hakkı tanındı (1841).
Ruslar 19. yüzyılın ortalarında Osmanlı Devleti'nin yok edilmesi gerektiğini her zamankinden daha yüksek bir sesle dile getirmeye başladı. Bu amaçla Çar I. Nikola (ö. 1855) 1853'te Petersburg'da İngiltere elçisine Osmanlı Devleti'ni paylaşmayı önerdi. Fakat İngilizler, Rus yayılmasının Hindistan'daki sömürgeleri için tehlikeli olacağını düşündüklerinden Ruslara destek vermedi. Tam tersine Kutsal Yerler üzerine hak iddiasında bulunan Ruslara karşı Osmanlı Devleti'ne arka çıktı. Rus yenilgisi ile sonuçlanan Kırım Savaşı sonunda imzalanan 1856 Paris Barış Antlaşması ile Osmanlı Devleti Avrupalı Devletler ailesine kabul edildi ve toprak bütünlüğü antlaşmaya katılan devletler tarafından garanti altına alındı. Ancak bu kağıt üzerinde kaldı. Osmanlı Devleti içindeki Hristiyan veya Müslüman her türlü grup devlete karşı ayaklanmaları için teşvik edildi.
1875'te önce Hersek, ardından Bulgar, Karadağ ve Sırp ayaklanmalarını takiben 1877-78 Osmanlı Rus Harbi, Şark Meselesi'ni daha açık hale getirdi. Savaş, Osmanlı Devleti'nin yenilgisi ile sonuçlanınca Osmanlı Devleti'ni paylaşmak için Berlin'de bir kongre toplandı. Kongrenin amacı Şark Meselesi'ni çözüme kavuşturmaktı. Nitekim Osmanlı delegeleri Paris Barış Antlaşması'nı hatırlatıp Osmanlı toprak bütünlüğünün korunmasını isteyince kongre başkanı Bismark, "O hukuk sizin için değil." diyerek uluslararası hukukta Osmanlı Devleti'ne karşı uygulanan çifte standardı açıkça itiraf etmekten çekinmedi. Kongrede Romanya, Sırbistan ve Karadağ'a bağımsızlık; Bulgaristan'a özerklik verildi. Yunanistan'ın toprakları genişletildi, Ermeniler adına ıslahat sözü alındı, Bosna Hersek Avusturya-Macaristan tarafından, Kıbrıs ise İngiltere tarafından işgal edildi. Berlin Kongresi Şark Meselesi'ni Batı lehine önemli ölçüde halletmişti fakat sona erdirememişti. Berlin'den sonra ise artık son aşamaya girilmişti. Amaç Osmanlı Devleti'ni tamamen ortadan kaldırmaktı. Önce Kıbrıs, ardından 1881'de Mısır Osmanlı Devleti'nden koparıldı. 1878'den sonra sıra Girit'i Türk hakimiyetinden çıkarma, Ermenilere Anadolu'da yurt sağlama, Makedon ve Bulgarlara bağımsızlık kazandırmaya geldi. 19. yüzyılın son çeyreğinde Türk karşıtı propagandaların kaynağını özellikle Ermeniler oluşturdu. 1878 sonrasında hızla gelişen Ermeni terör eylemleri karşısında Osmanlı Devleti ülke ve milleti korumak adına bazı kararlar almış, Batı basını ise gelişmeleri kendi kamuoylarına "Türkler Ermenileri katlediyor." şeklinde duyurmuştu.
20. yüzyıl başında ise Osmanlı Devleti; Yemen İsyanı, Trablusgarp Savaşı ve Balkan Savaşları ile yıpratıldı. Ardından gelen 1. Dünya Savaşı Osmanlı Devleti için tam bir yıkım oldu. Almanya'nın yanında savaşan Osmanlılar, Çanakkale ve Kûtu'l amare'de büyük başarı gösterdi; Kafkasya, Kanal ve Galiçya cephelerinde de inatla direndi. Fakat savaş kaybedildi ve 30 Ekim 1918'de Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandı. Mondros'la Osmanlı Devleti, topraklarının işgalini kabul etmek zorunda kaldı. Yunanlılar 15 Mayıs 1919'da İzmir'e asker çıkararak Anadolu'yu işgale başladı. 10 Ağustos 1920'de imzalanan Sevr Antlaşması ile Osmanlı Devleti'ne fiili olarak son verildi.
Batı'da Sevr Antlaşması ile Şark Meselesi'nin sona erdiği düşünülmüştü. Ancak Türkler hiç beklenmedik bir hamle ile Mustafa Kemal Paşa önderliğinde direnişe geçti ve 1922'de Anadolu'yu kurtarmayı başardı. 1923'te Cumhuriyeti ilan eden Türkler, modern bir devlet çatısı altında yeni bir kalkınma hamlesi başlattı. Bu tarihten itibaren Osmanlı Devleti'ni hedefine alan Şark Meselesi'ne, yeni bir anlam kazandırılma süreci de başlatılmış oldu. Türkiye'nin bugün karşı karşıya kaldığı dış problemler yumağı, Şark Meselesi anlayışının temelde ana çizgisini halen sürdürdüğünün ve aslında henüz sona ermediğinin göstergesi olarak yorumlanmaktadır.
YAZAR
Zafer Gölen