Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Yabancı Düşmanlığı (Zenofobi) Nedir?

        Yabancılar ya da yabancı ülkelere karşı hissedilen hastalıklı korku halidir. Diğer bir ifadeyle, bilinmeyen kişiler ya da yabancılara karşı hissedilen tiksinti, iğrenme ya da nefret duygusudur. "Zenofobia" (Yabancı düşmanlığı) Antik Yunan dilinde ve Latince "yabancı" sözcüğü ile "korku" anlamına gelen iki kelimenin birleştirilmesinden ortaya çıkmıştır. Yabancıdan korku anlamına gelen tamlama genellikle "yabancıdan nefret etme" fikrini ifade etmek için de kullanılmaktadır. Yabancı düşmanlığı her ne kadar, içinde bulunan "korku" sözcüğü nedeniyle yükseklik korkusu ya da böcek korkusu gibi diğer korkularımıza benzer şekilde doğal bir korkuymuş gibi sunulsa da, aslında medyada, siyasette ve basmakalıp düşüncelerde üretilmiş görüntü, temsil ve fikirlere dayanan hisler ya da algılardır. 

        Bu hisler, çoğunlukla gerçeklikle örtüşmeyip tarafsız ve mantıklı verilerle temellendirilmez. Dünyaya yabancı düşmanlığı şeklindeki bir dürtüyle bakmak, karmaşık toplumsal ve kültürel olayların basitleştirilmiş iyi ve kötü senaryolara indirgenmesine sebep olur. Yabancı düşmanlığı, her türlü ikili ve kutuplaştırıcı Kartezyen düşüncede olduğu gibi "biz" ve "onlar" ayrımını keskin bir şekilde kurar. Bu anlayışa göre, "Biz", yani yerli olanlar iyi ve normal şeklinde kurgulanırken, "Onlar", yani yabancılar ise kabahatli, tehdit eden, rahatsızlık veren, huzuru, birlikteliği ve homojenliği bozan, serseri, şiddete başvuran, hırsız, işgalci gibi sıfatlarla anılırlar. Yabancı düşmanlığı ile birlikte, "iyi olan biz, kötü olan ötekilere" karşı Kartezyen ikili bir anlayışın hakim olması sağlanır. Bu durumda başkalarıyla ve kendimizle ilgili algılara belli bir değer yüklediğimiz açıktır, örneğin "Biz" iyi ve olumlu iken "Onlar" kötü ve olumsuz olarak düşünülür. 

        Yabancı düşmanlığı genellikle ulusal-etnik köken, din ve ırksal özellikler açısından çoğunluk toplumundan farklı olarak algılanan kimselere yöneliktir. Yabancı düşmanı yaklaşımlar, farklı ulus, kültür, etnisite ve dinden gelenlerle etkileşime sıcak bakmazlar. Bu tür yaklaşımlar, ayrıca kendi içine kapalı toplumsallıkların veya cemaatlerin oluşumuna zemin hazırlarlar. Kimliklerimiz, antropolojik açıdan bakıldığında bizden farklı olanlarla girdiğimiz ve zaman zaman da içinde potansiyel bir gerilim içeren ilişkisellikler içerisinde inşa edilirler. Bu nedenle, her türlü kimliğimizin oluşumunda bizden farklı olan ötekinin bize ve edimlerimize ilişkin düşünceleri ve tavırları belirleyicidir. Aydınlanmacı bir yaklaşımla bugüne değin "ben"in ortaya çıkması için "ötekinin" adeta yok edilmesi, asimile olması veya uzaklaştırılması gibi bir ontolojik savaşın veya diğer bir deyişle var olma savaşının dayatıldığı görülmektedir. halbuki, bu ontolojik savaş yerine farklılıkların birbirini kabul ettiklerini ve tanıdıklarını gösteren bir saygı etiğinin inşa edilmesine ihtiyaç bulunmaktadır. Farklı olanların, ya da başka bir deyişle "Biz" ve "Onların" karşılıklı olarak birbirlerini adeta ortadan kaldırmaya kurulu Kartezyen ikilik yerine birbirinin farklılığına saygı göstermek üzerine kurulu bir etik anlayışın gelişimine ihtiyaç vardır. Farklılıkların kültürlerarası bir uzamda yaşayabileceğini iddia eden saygı etiği, farklılığın ortadan kalkmasının ve aynılığın ortaya çıkmasının toplumlar açısından tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini anlatır. Saygı etiğine göre, aynılığa yapılan vurgu, aslında demokratik özellikleri olmayan bir tür kitle toplumuna duyulan özlemi ifade eder.

        Bazı ülkelerde yabancı düşmanlığının başlıca hedefi genellikle azınlık grubu üyeleridir. Bu tür gruplar, yüzlerce yıldır aynı ülke topraklarını paylaşan etnik, kültürel, dini azınlıklar olabilirler. Polonya'daki Alman azınlık, Rusya'daki Çerkes azınlık, Bulgaristan'daki Türk azınlık bu tür gruplara örnek teşkil edebilirler. Öte yandan diğer bazı ülkelerde ise yabancı düşmanlığının hedefinde göçmenler ve mülteciler bulunmaktadır. Pek çok Batılı ülkede bulunan Müslümanlar, Romanlar, mülteciler ve diğer göçmen grupları buna örnek olarak gösterilebilir.

        Bireyler ve bir grubun üyeleri, bir etnik grup, bir ulus, vs. olarak kimliklerini inşa ederken toplum içindeki çeşitliliğin ve kendimizle diğerleri arasındaki farkın ayırdına varır. Bu durum kendi içinde olumsuzluk taşımaz, yeter ki çeşitlilik tehdit edici bir unsur olarak algılanmasın. Öteki (insan), her şeyden önce bir yabancı, rakip ya da yok edilmesi gereken bir düşman olarak değil, bir insan, bir kardeş, bir komşu olarak algılanmalıdır.

        Günümüzde yabancı düşmanlığı ile ırkçılık, milliyetçilik, yer yer İslamofobia ve sağ popülizm arasında yakın bir bağ bulunmaktadır. Yabancı düşmanı tutum sergileyen kimse, öznel yaşam tecrübesinden hareketle, yabancı, dolayısıyla tehdit edici olarak algıladığı kimselere karşı reddedici, ötekileştirici ve düşmanca tutum geliştirmektedir. Bu düşmanlık ve ötekileştirme genellikle ulusal-etnik köken, din ve ırksal özellikler açısından çoğunluk toplumundan farklı olarak algılanan kimselere yöneliktir. Söz konusu düşmanlık ve ötekileştirme dışlama, fiziksel saldırı, sürgün ve hatta yok etme şeklinde kendini gösterebilir. Irkçılık, geçmişte daha çok farklı biyolojik özellikleri olan ve özellikle farklı deri renginde olanlara karşı sergilenen ideolojik bir tutumken, günümüzde kültürel, etnik ve dini açıdan farklı olanlara karşı yönlendirilen ideolojik bir tutum olarak tanımlanabilmektedir. Özellikle, kültürel ve dinsel farklılıklar özelinde düşünüldüğünde, günümüzde yabancı düşmanlığı ve ırkçılık kavramlarının neredeyse eş anlamlı olarak kullanılması mümkün görülmektedir. 

        Uluslararası terörizm korkularının ve güvenlik kaygılarının kök saldığı modern dünyada yabancı düşmanlığı giderek kök salmaya başlamıştır. 2001 yılında yaşanan ve El Kaide militanlarınca New York'taki İkiz Kulelere ve Virjinya'da bulunan ABD Savunma Bakanlığına ait Pentagon karargahına yapılan 11 Eylül saldırılarının ardından dünyanın girdiği uluslararası terör düzleminde insanların yanı başlarındaki "yabancıdan" daha fazla korktukları görülmüştür. 11 Eylül Olayları sonrasında, ulus-devletlerde kültürel ve dini çoğulculuk yerine tek tipçi ve homojenleştirici milliyetçilik ideolojisinin yenden hakim olmaya başladığını görülmektedir. Milliyetçilik ideolojisi, etno-kültürel ve dinsel azınlıkları dışlarken, aynı zamanda sınıfsal farklılıklar ile kadın-erkek arasında var olan eşitsizlikleri gizleyen sosyal-siyasal bir söylem olarak da karşımıza çıkmaktadır. Milliyetçi ideoloji, ister popülist olsun, ister cumhuriyetçi, ister komünist ya da faşist, üzerine inşa edildiği kriterlere bağlı olarak, seçilmiş bir grup halkı "biz" diye tanımlarken, dışlamak istediği diğer grupları da "ötekiler" olarak tanımlayabilmektedir. Burada "halk" kurgusunu betimlemek için kullanılan "biz" kavramı, gerçek ve görsel anlamda birbirinin varlığından haberdar olmayan insanların, kurgusal ve hayali bir şekilde tasavvur edilmiş halidir. Dolayısıyla, yabancı düşmanlığı ırkçılık ideolojisiyle eş anlamlı kullanılabilirken, diğer yanıyla da tek tipçi milliyetçilik anlayışından da fazlasıyla beslenebilmektedir.

        Seymour Martin Lipset adlı Amerikalı sosyolog, yıllar önce, insanların sosyal ve politik hoşnutsuzluklarının, onları yabancı düşmanlığına, ırkçılığa, bölgeciliğe, aşırı milliyetçiliğe, faşizme ve kozmopolitanizm karşıtlığına itme ihtimalinin yüksek olduğunu belirtmiştir. Bu sözleri günümüze aktarılırsa, 11 Eylül sonrasında ortaya çıkan siyasal iklimin hakim olduğu Batılı ülkelerde tecrübe edilen İslamofobinin de bir tür yabancı düşmanlığı olarak belirdiğini tespit etmek gerekir. Sosyal-ekonomik ve politik bir huzursuzluk, belirsizlik ve güvensizlik içinde yaşayanların bir kısmı, kendileriyle aynı topraklarda yaşayan göçmenleri ve özellikle Müslümanları bir nevi günah keçisi olarak görüp onlara karşı yabancı düşmanlığı besleyebilmektedirler. İslamofobia söylemi, 11 Eylül olaylarından sonra fazlasıyla yaygınlaşmıştır. Müslümanların Batılı ülkelerde yabancı düşmanlığının hedefi haline gelmesinde hiç şüphe yok ki, siyasetin ve medyanın önemli bir kısmının Müslümanları yasadışılık, suç, şiddet, uyuşturucu bağımlılığı, radikalizm, köktencilik ve çatışma gibi sorunların kaynağı olarak resmetmiş olması gerçeği yatmaktadır. Batılı ülkelerde özellikle sağ popülist siyasal partilerin ve Hristiyan Demokrat nitelikli siyasal partilerin bayraktarlığını yaptıkları İslamofobia siyaseti, ırkçı ve yabancı düşmanı aşırı sağ oluşumların tüyler ürperten faaliyetlerinin kamuoyunun dikkatinden kaçmasına neden olabilmiştir.

        Yabancı düşmanlığı ile ilişkili olarak ele alınması gereken diğer bir kavram ise popülizmdir. Popülizm ve yabancı düşmanlığı: 2008 yılındaki küresel finansal kriz ve ardından 2015 yılında Batılı ülkelerde yaşanan Mülteci Krizinin ardından sağ popülist parti ve hareketlerin oluşumu hız kazanmıştır. Bu tür sağ popülist partiler oy oranlarını artırabilmek için finansal krizi ve mülteci krizini kullanmışlardır. Göç meselesini sömürmek suretiyle göçü ulusların refahına, sosyal, kültürel ve hatta etnik özelliklerine karşı bir tehdit olarak tasvir etmişlerdir. Popülist liderler ayrıca işsizlik, şiddet, suç, güvensizlik, uyuşturucu kaçakçılığı ve insan kaçakçılığı gibi toplumda mevcut olan bazı önemli sorunlar için de göçe karşı belirlenen yumuşak yaklaşımı sorumlu tutmaktadır. Bu eğilim, ırkçı, yabancı düşmanı ve alçaltıcı bir retoriğin kullanımı ile de pekiştirilir. 'Akın', 'istila', 'baskın' ve 'ihlal' gibi kelimelerin kullanımı bu durumun örneklerinden sadece birkaçıdır. Hollanda'da Geert Wilders, Avusturya'daki Heinz-Christian Strache ve benzeri siyasi figürler, ülkelerindeki göçmenler ve özellikle Müslümanlardan kaynaklanan bir "yabancı istilasından" bahsetmektedir.

        YAZAR

        Ayhan Kaya